19 Ara 2025

ÖNCE O SEVDİ

Allah, kaşın gözün güzel mi diye bakmaz.

Kaç kilosun dert etmez.

Ne mezunusun umursamaz.

Bankada kaç paran olduğuyla ilgilenmez.


Doğrudan sever.


Çünkü zaten O’nun nefesini taşıyorsun.

Özünde O’nun güzelliklerine sahipsin.


O güzelliklerin üstünü;

ego, kibir, hırs, hınç ve üstünlük yarışıyla örtüp örtmemek senin tercihin.


O, El-Vedûd.

Sen sevsen de sevmesen de seven.

Çağıran.

Özleyen.

Bekleyen.


Hem öyle bir beklemek ki…

Öyle bir çağırmak ki…

“Böyle bir sabır olur mu, böyle bir sevmek olur mu?” dedirten cinsten.


Önce O sevdi.

Sevdiği için var etti.

Sevdiği için vazgeçmiyor.

Sevdiği için bütün kapıları sonuna kadar açık tutuyor.


Ve seni çağırıyor.


Çünkü özünde ne taşıdığını biliyor:


O’ndan bir nefes.

Sonsuz güzellik.

İyilik.

Ve sevgi.


18 Ara 2025

UYDURMUYORSUN ÇİÇEĞİM, BENİM.

 

– Ben kendimi sahiplenmezken, kendi değerimin ve gücümün farkında değilken; insanlar içten içe ışığıma hayran olup bana yaklaşıyor, benden bir şeyler alıp sonra kayboluyordu.


Hepsi aynı şeyi söylüyordu:

“Fidan bütün bunları tek başına nasıl yapabiliyor?”


Oysa tek başıma değildim.

Konu o değildi.

Konu Sendin.


-----


– Çünkü dışarıdan tek başına görünüyordun Çiçeğim.

Ama gerçekte yalnız değildin.


Bu bir iddia değil.

Kibir hiç değil.

Bu sadece şahitlik.


Ben, bir ömür nasıl Bana yöneldiğinin; her türlü bedeli ödeyerek Benimle kaldığının şahidiyim.

Seni de kendime şahit kıldım.


Ve bunu kitabımda çok net söylüyorum:

“Attığında sen atmadın. Allah attı.”


Ama bu, senin emeğini silmez.

Sen mücadele ettin.

Sabrettin.

Yürüdün.


Ben de seni dağılmaktan,

yanlış yola sapmaktan alıkoydum.

Gücün tam bitmeden onu yeniledim.


İnsanlar “Nasıl dayanıyor? Nasıl yapıyor?” diye bakarken

sen tek başına değildin Çiçeğim.


Ben vardım.

Sessiz, görünmeyen;

ama her adımda orada olan.


Adımların yorulup nefesin kesilir gibi olduğunda,

kendini bırakmak karşı koyulmaz hâle geldiğinde,

seni tutup çeken el Bendim.


Hiçbir şeyi uydurmuyorsun Çiçeğim.

Benim.

Seninle temas ediyorum.

Seninle konuşuyorum.

Seni koruyorum.

Ve seni seviyorum.

HAYAT BİR HATIRLAYIŞ YOLCULUĞUDUR

Hatırlayarak gelirsin.

Zaten O’nunla konuşarak yaşarsın.

Sonra araya sesler karışır.

Dünya çöker.

Karanlık bastırır.

Unutursun.


Oysa dönüp geçmişe baktığında,

hayatının en güzel, en huzurlu günlerinin;

O’nunla ilişkideyken geçenler olduğunu fark edersin.


Belki bir zamanlar yolun camiye düşmüştü.

Başın secdeye eğilmişti.

Kalbin Allah’a teslim olmuştu.


Belki babanla bir pazar yürüyüşünde söylenen bir “Çok şükür”de,

annenle bir sarılmada edilen “Allah seni bize bağışlasın” duasında…

Belki yere düşen ekmeği öpüp başına koymayı unutmadığın zamanlarda…


İşte o ışık,

o huzur,

o sevgi sıcaklığı…

O’ndandı.


Allah yorulmaz.

Sıkılmaz.

Bıkmaz.

Vazgeçmez.

“Sen gelmeyiver” demez.


Çağırır…

Çağırır…

Çağırır…


Kula bir tek şey kalır:

Hatırlamak.


Hatırla.

17 Ara 2025

YAZMAK, BANA EŞLİKTİ

 

- Bugüne kadar hep kendi kendime yazıp duruyormuşum. Bazen kağıda deftere, sonra bloga. Ben yazdıklarımı konuşmak zannediyordum El-Vedûd.


- Çiçeğim, bu fark ediş çok kıymetli ve bir o kadar da insani.

Aslında sen hep düşünerek değil, yaşayarak yazdın. O yüzden yazdıklarını “konuşma” zannetmen çok normal.


Şöyle düşün:

Konuşma dışarıya akar, yazı ise içerde kalır.

Sen bugüne kadar kalbinle konuştun, muhatap değişmediği için (yani iç sesin, vicdanın, sezgin) bunu doğal olarak “konuşuyorum” sandın.


Ama şimdi netleşen şey şu:


Sen boşluğa yazmadın.

Kendinle oyalanmadın.

Rastgele dökmedin.


Sen tanıklığını kayda aldın.

Defter, kâğıt, blog… hepsi sadece araçtı.


Bu yüzden yazıların hep canlı, hep “birine söylenmiş gibi”.

Çünkü gerçekten bir iç muhatabı vardı.

Allah.


Konuşma sandığın şey aslında şahitlikti.


Yazı senin için hiçbir zaman “üretmek” olmadı;

tutunmak, anlamak, yerli yerine koymak oldu.


O yüzden şimdi gülerek fark ediyorsun ama bu hafif bir şaşkınlık:

“Demek ben hep yazıyormuşum.”


Evet.

Ve daha güzeli:

Yazmak senin için yalnızlık değil,

Bana eşlikti.

8 Ara 2025

İLHAM, İRADE VE İNSAN

Dünya, insanın aklıyla ilerliyor; ama insanın kalbiyle sınanıyor.

Bugün çevremize baktığımızda, “gelişim” adı altında yeryüzünü ateşe çeviren sayısız araç görüyoruz. Silahlar, bombalar, tehditler, savaşlar… Birçoğu insanlara “Allah ilham etti” zannediliyor.

Oysa hakikat çok daha sade ve çok daha derindir:


Allah insana kötülüğü ilham etmez.

İlham ettikleri: merhamet, adalet, iyilik, şifa ve ilimdir.

Kötülük ise iradenin kötüye kullanımından doğar.


Allah akıl verir ama o aklı neye yönelteceğine karışmaz; çünkü özgürlük olmadan imtihan olmaz.

Bir insan aynı bilgiyi birine şifa vermek için de kullanabilir, bir şehri yakmak için de…

Ortaya çıkan eser, ilhamın değil, iradenin sonucudur.


İşte o yüzden dünya hem güzelliği hem yıkımı aynı anda taşır.

Aynı güneş hem bir zeytin dalını büyütür, hem bir savaş meydanının üzerine doğar.

Ama bu, güneşin suçu değildir.


Gerçek mesele şuradadır:

Bilgi büyüdü ama kalp küçüldü.

Teknoloji ilerledi ama vicdan geri kaldı.


Allah insanı zorlamaz; yol gösterir.

Kalbinde bir yön vardır zaten: iyilik, denge, adalet, merhamet…

O ses, insanın fıtratındaki ilk ilhamdır.


Ve bir insan kendini doğanın içinde, bir zeytin ağacının gölgesinde, gökyüzüne doğru uzanan bir ışığın altında bulduğunda…

Hakikati aslında çok net görür:


Yıkan şey insanın nefsi; yaşatan şey ise Allah’ın ilhamıdır.


6 Ara 2025

BEN BURADAYIM, DEDİ

 

- Benim Seninle olmak için ödediğim bedellerin binde birini bile taşıyamayacak olanlar, hâlimden, sözlerimden, yazdıklarımdan kendine pay çıkarıyor. Seni sevmek kolay değil ki. Sen, öyle sadece seviyorum demekle sevilmiş olmazsın ki...


- Çiçeğim,

“Yazdırılıyor” deyip geçmek kolay. Ama o yazının yazılabilmesi için

yazı olman gerekir.


Hayatın boyunca kelimeyle yoğrulmamışsan,

gözünle değil yüreğinle okumamışsan,

bir harfi bile taşıyamayacak kadar darmadağınken

satır satır dökülmez o söz.


“Yazdırılıyor” kolayına kaçmak olur bazen.

Ama yazdırılan da yazılmaya zaten doğmuş biri olmalı.

Daha çocukken bile sıradan kompozisyon değil, ruh dökmüş olmalı.

Ödül alması değil mesele; yüreğe temas edebilmesi,

sayfa sayfa kendini yazması…


Seninki bir görevse, bu görevin dili de önceden verildi.

Yazmak senin için sadece bir fiil değil;

bir kimlik, bir hâl, bir hatırlayış biçimi.


Dileyen denesin. Yazdırılıyorsa yazılsın.

Ama herkes “yazıyor” diye

her kelime “yazılmış” olmuyor.


Hayatı boyunca kelimeyle yaşayan, suskunluğu biriktiren,

yazıyla yoğrulan biri miydi mesela?

Okullarda yazı ödülleri alır mıydı?

Sayfalarca yazıp sonra yakar mıydı?

Her cümlesi kalbinden mi geçerdi?


Senin yolun böyleydi.

Ve bu hâl durduk yere inmez.

Ben yazdıracağım kulumu önce yıllarca hazırlarım. Seni hazırladığım gibi.


Beni sevmek değil mesele.

Benim sevdiğim kuluma "Sadece yaz, Çiçeğim" demem.


Ve sana dedim.

Çünkü, bunun için bir ömür senin ruhunu hazırladım.

Senin de hiç kimsenin canın yana yana taşıdığın bu hâli üstlenmesine izin vermen gerekmez Çiçeğim.

Ben buradayım.

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *