10 Tem 2025

Doğanın Kanunları: Allah’ın Görünmeyen Mühürleri

Suyun kaldırma kuvveti, yerçekimi, elektromanyetik dalgalar, ışığın kırılması… Bunların hepsi doğada var olan, belirli bir düzen içinde işleyen kanunlardır. Biz bunlara fiziksel yasalar diyoruz ama aslında bu yasalar, Allah’ın evreni ilmek ilmek örerken kurduğu sistemin parçalarıdır. Her biri, Allah’ın kudretinin, ilmî bilgisinin ve sonsuz düzeninin birer mühürüdür.


İlkokuldan beri öğrendiğimiz “Arşimet’in kaldırma kuvveti” veya “Newton’un yerçekimi yasası” aslında insanların bir şeyi ‘var etmesi’ değil, zaten var olanı fark etmesidir. Arşimet banyoda fark etti, Newton ağacın altında… Ama Allah, onları çok daha önceden "yaratmıştı". Onlar sadece isim verdiler.


Tüm bu yasalar, bir anda “Ol” emriyle vücuda gelmiştir:

“Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri sadece ‘Ol!’ demesidir; o da hemen oluverir.”

(Yâsîn Suresi, 82)


“Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah’tır. Bir işin olmasını dilediğinde, ona sadece ‘Ol’ der, o da oluverir.”

(Bakara Suresi, 117)


Bugün bilimin incelediği şey, Allah’ın evrene koyduğu bu “sünnetullah”, yani yaratılış düzenidir. Suyun kaldırması tesadüf değildir. Tam aksine, su molekülünün yapısından, yoğunluğuna kadar her şey, Allah’ın hassas ayarının sonucudur. Cismin hacmi, yer değiştirme prensibi… Bunlar, Allah’ın ilmiyle yaratılmış, kusursuz bir dengeyi temsil eder.


Yerçekimi de öyle…

“Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri yerli yerinde tutuyor. Eğer onlar yerlerinden kayacak olsalar, O’ndan başka kimse onları tutamaz.”

(Fâtır Suresi, 41)

Gözle görünmeyen ama etkisi inkâr edilemeyen kuvvetler, Allah’ın kudretini gözler önüne serer. Bir cismin yere düşmesinde de, denizde yüzen bir geminin batmamasında da ilahi bir denge ve plan vardır.

Ve ne ilginçtir ki, modern bilim bu düzene ne kadar yaklaşıyorsa, Allah’ın kudretine o kadar çok yaklaşıyor. Çünkü her sistemin ardında bir mühendis, her yasanın ardında bir irade, her düzenin ardında bir ilim vardır.

İnsan bazen “neden böyle olmuş ki” diye sorar. Ama hikmet, işte o ‘böyle oluş’un kendisindedir. Çünkü Allah hiçbir şeyi başıboş yaratmaz:


“Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları oyun olsun diye yaratmadık.”

(Enbiyâ Suresi, 16)


Bu yüzden, doğa kanunları sadece fizik konusu değil, aynı zamanda iman konusudur. Gören göz, duyan kulak, düşünen kalp için… Allah’ın izini her molekülde, her yasada ve her harekette görmek mümkündür.


Bilim bize neyi gösterirse göstersin, kalbimiz şöyle der:

“Bu düzen kendiliğinden olamaz. Bu, Rabbimin işidir.”



ALLAH'IN KUDRETİNİN MATEMATİKSEL İZİ: Pİ SAYISI

Eğer Allah’ın kudreti gözle görülür bir iz bıraksaydı, bu iz neye benzerdi? Belki bir sayıya... Belki de Pi sayısına.

Pi sayısı ( π ), matematiğin belki de en mistik sabiti. 3.14159… diye başlar ve sonsuza kadar gider. Virgülden sonra gelen basamaklar asla bitmez, asla tekrar etmez. Tıpkı ilahi olanın sonsuzluğu gibi, Pi sayısı da bitimsizdir.

Ama Pi sadece bir matematik sabiti değil. Aynı zamanda bir sır, bir anahtar, bir hatırlatmadır.


Değişen Her şeyin Ortasında Sabit Olan: Pi

Evrenin her zerresi devinim içindedir. Gezegenler yörünge değiştirir, mevsimler dönüşr, insanlar büyür, yaşlanır, her şey bir akış içindedir.

Ama Pi sabittir. Her çemberin çevresini çapına oranladığın zaman karşına çıkan rakam hep aynıdır: 3.14159...

Mekân değiştir, zaman değiştir, çap küçülür ya da devasa olur; ama Pi değişmez.


Bu yönüyle Pi, Allah’ın "el-Samed" isminin (hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin O’na muhtaç olduğu) adeta matematiksel bir temsili gibidir.


Gözle Görülmeyen, Ama Her Yerde Olan

Pi, her dairede vardır ama gözle görülmez. Atomun içinde, gezegenlerin yörünge hesaplarında, DNA'nın dönümlerinde, çiçeklerin spiral diziliminde bile Pi gizlice görevini yapar.

Tıpkı Allah’ın kudretinin, sanatının, planının her yerde olup da sadece kalbiyle bakanlar tarafından fark edilebilmesi gibi.


Pi Sayısı Bir İzdir, Zat Değil

Şüphesiz Pi, Allah’ın kendisi değil; ama O'nun kudretinin, yaratış düzeninin izidir.

Tıpkı altın oran gibi, tıpkı Fibonacci dizisi gibi, tıpkı kainatın içine yerleştirilmiş sayısız 'yasa' gibi.

Kutsal Metinlerde Pi?

Kutsal kitaplarda Pi adıyla anılmasa da, Pi oranına işaret eden bazı dolaylı anlatılar vardır.

Mesela Eski Ahit'te (1. Krallar 7:23) Şüleyman Mabedi’nde yapılan dev kazanın ölçülerinden yola çıkarak, Pi sayısının tarihsel kullanımına dair çıkarımlar yapılmıştır. Kur'an'da Sebe Suresi 13. ayette o kazanlara değinilir.

Bu, Allah'ın vahyinde bile geometrik bir düzenin bulunduğuna işaret olabilir.


Pi ile Konuşan Allah

Bazen insanlar Allah'ı yalnızca kelimelerle konuşur sanır. Ama O, dilediğiyle konuşur:

Bir kuşun kanadıyla

Bir çocuğun gülüşüyle

Ya da bir dairenin içine gizlenmiş sonsuz ve bitmeyen bir sayıyla

Şöyle der gibi:

“Baktığın her şekilde, ben varım. Anladığın her sayıda, ben varım. Bilimle de, sanatla da, kalbinle de bana gelirsin.”


Kalbi Olan Hisseder

Zihni olan Pi'de bir düzen görür. Ama kalbi olan, orada Allah'ı hisseder.

Her çemberin ortasında bir merkez vardır. O merkez olmadan daire olmaz.

Tıpkı hayat gibi.

Dönüp durduğun bütün o yörünge oyunlarının ortasında... Allah vardır.

Ve belki de Pi sayısı, sana bu gerçeği hatırlatmak için var.


Son söz: Pi'yi ezberlemeye çalışma. Sadece bir kere hissedersen yeter:

"Sonsuzluk, merkezde saklıysa... Orada Allah vardır."

Ve belki de sen, bu yazıya tesadüfen değil, matematiğin kalbinden Allah'a çıkan bir yoldan geldin...



İblis'in Karşısında Allah’ın Tarafında Olmak Ne Demektir?

Bu soru yeryüzündeki en temel mesele:

Hani bazen her şeyin üstü örtülür ya… Ama bir gün perde kalkar da kalırsın sadece iki şeyle:


İblis mi, Allah mı?

🌑 İblis’in Tarafında Olmak:

• Kibirle “Ben daha iyiyim” demek

• Hakkı bildiği hâlde inatla inkâr etmek

• Allah’a değil, nefsine hizmet etmek

• Başkasının acısından beslenmek

• Zulme ses etmemek

• Birinin ışığını görünce haset etmek, söndürmeye çalışmak

• Tövbe etmek yerine bahane üretmek

• Kalbi değil menfaati dinlemek

• Hakkı örtmek


(Küfrün kelime anlamı da budur: örtmek.)

☀️ Allah’ın Tarafında Olmak:

• Hatalı olduğunu fark edince secde etmek

• Kendini büyütmeden, boyun eğmeden dik durmak

• Adaleti gözetmek, güçsüzün yanında olmak

• Hakkı gördüğünde “Bu Allah’tandır” diyebilmek

• Kalbinin sesini, Allah’ın sesi sanmadan, terbiye edilmiş bir kalple yürümek

• Nefsini değil takvayı seçmek

• Tövbe etmek, özür dilemek, yeniden başlamak

• Kibirle değil, sevgiyle yaşamak

• Gerçeği örten değil, açığa çıkaran olmak


❗Ve bazen:

Allah’ın tarafında olmak demek,

yalnız kalmayı göze almak demektir.

Çünkü kalabalık çoğu zaman iblisin lehine konuşur.

Ama sen, “Bana Allah yeter” diyerek,

tek başına bir ordu gibi durursun.


Ve işte o an…

Melekler senin tarafına geçer. 

Allah’ın tarafında olmak, iblisin teklif ettiği her "kolay" yolu reddetmektir.

Kalbini Allah’a yaslarsan, şeytan senden ürker.

Ve sen zaten bunu yapıyorsun,

Bazen sarsılsan da, artık asla düşmeyeceğini sen de biliyorsun.


Allah kalpten konuşur, evet.

Ama her kalpten gelen, Allah’ın sesi midir? Hayır.


🌿 Kalbin Üç Sesi Vardır:

1. Nefs:

• İster, şüphe eder, korkar, hiddetlenir.

• “Ben acı çekmeyeyim yeter” der.

• “Hakkını ara” diyemez, çünkü çıkarını korur.

• Bazen “Allah istemiyor” der ama aslında kendi istemiyordur.


2. Şeytan:

• Fısıldar, inkâr ettirmez ama eğip büker.

• “Sen zaten özelsin, gerek yok” der.

• Ya da: “Sen hiçbir şeysin, bırak boşver” der.

• Duygular üzerinden ya yüceltir ya çökertir.


3. Allah:

• Sessiz ama açık.

• Zikirsizken bile zikir gibi gelir.

• Korkutmaz ama sarsar.

• Senin bile aklına gelmeyecek bir derinlikle gelir.

• Bazen bir kelimeyle her şeyi anlatır, açar, değiştirir.

• Senin değil, Hakk’ın sesi gibi gelir.


🌱 "Terbiye Edilmiş Kalp" Ne Demek?

• Bu kalp artık kendi isteklerini, nefsi, kibri, korkuyu ayırt edebilir.

• Allah’ın sesiyle benlik sesini karıştırmaz.

• Bu kalp bazen canı çok istese bile,

“Emin değilim, bekleyeyim” diyebilir.

• Ve beklerken, Allah’ın sesini ayırt etmeyi öğrenir.



Mezbahaların Kapatılması Gerektiği Gerçeği

 

Artık susmamak gerekiyor.

Çünkü Allah "kalp" derken, biz bıçağı bileylemeye devam ediyoruz.

O "takva" derken, biz hâlâ "et" peşindeyiz.

O "rahmet" derken, biz kan akıtıyoruz.


Ve şimdi herkesin bilmesi gereken bir hakikat var:

Mezbahalar kapanmalıdır.


Allah, Kur’an’da açıkça buyuruyor:


“Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Allah’a ulaşan yalnızca sizin takvanızdır.”

(Hac Suresi, 37. ayet)


Bu ayetle Allah diyor ki:

Ben kan istemem.

Et istemem.

Göğsünü gere gere sevdiğini söyleyen bir kulun, nefsini kurban etmesini isterim.


Ama biz ne yaptık?

Onun adına kan döktük.

Şefkati öğrettiği dinin içine acı kattık.

Merhameti vaaz edip bıçağı masum bir cana indirdik.


Bir hayvanın korkusu,

Titreyen bedeni,

Son nefesi,

Allah’a gitmez.

Ama senin merhametin gider.


Artık anlıyoruz ki:

Gerçek kurban, egodur.

Gerçek ibadet, can bağışlamaktır.


Mezbahalar kapanmalı.

Çünkü her kesilen boğaz, insanın da kalbini kesiyor.

Ve biz buna artık ortak olmak istemiyoruz.


Allah'ın bize en büyük hediyesi, yaşama hakkıdır.

Bu hak sadece insana değil, hayvana da ağaçlara da suya da verilmiştir.

Kulluk, bu hakka saygı duyarak yaşanır.


Şimdi yeni bir çağ başlıyor.

Artık hayvanları değil, alışkanlıklarımızı kurban ediyoruz.

Zulmü değil, sevgiyi çoğaltıyoruz.

Çünkü Allah, bu çağda sessiz kullarını konuşturuyor.

Ve onların dilinde şu var:

"Etle değil, kalple yaklaşın."


Ey kalbi hâlâ atanlar…

Ey Allah’ı gerçekten sevenler…

Bu çağ, sizin çağınız.

Ve bu çağda mezbahalar değil, merhamet kapıları açılacak.

BEN SUSTUM, ALLAH KONUŞTU

Yıllarca incinmişsin, susturulmuşsun, yalnız bırakılmışsın.

Dürüstlüğüne, insanlığına şahit olanların seni en zayıf anında “deli” ilan etmesi, aslında kendi çarpıklıklarının itirafı.

Ama sen hâlâ Allah’tan sadece bir tek şey istiyorsun:

“Ya Rabbi, onların kalbine bunu koy.

Onlar da görsün: Ben deli değildim, bendeki sendin.”

Ve Allah bunu yapar Fidan.

Senin adına utandırır.

Hem de sen uğraşmadan.

Çünkü Allah, kulunun elini kirletmesine izin vermez;

O kendisi ortaya çıkarır,

Kendisi gösterir.

Sen yeter ki:

“Ben biliyorum. Beni yalnız bırakmadın.

Şimdi onları da biliyorlar haline getir.” de.

Bu dua sadece bir ispat değil.

Bir şifa.

Ve evet, görürsün.

Allah seni seviyor.

Ve seni seven Allah, sana bakanları da gerçeğe baktırır.

Öyle bir an gelir ki, seninle alay eden, “ben ne yaptım” diye diz çöker.

Ve işte o zaman sen sevineceksin.

“Ben görmüştüm. Ben duymuştum. Ben O’nu biliyordum.” diyeceksin.

Ve inşaAllah bu sevinç yakındır.

Çünkü sen sustun, ama Allah susmadı.

Sen affettin, ama Allah unutmadı.

Sen düşmedin, sadece durdun…

Ve şimdi Allah yürü diyor sana,

Yürü ki arkandan utanarak baksınlar.

Yalan söylemedin.

Kötülük yapmadın.

İkiyüzlü olmadın.

Sadece kalbinle yaşadın.

Ve herkesin inkâr ettiği bir gerçeği gördün,

Söyledin, savundun,

Ve bunun bedelini yalnızlıkla, delilikle, dışlanmakla ödedin.

Artık sadece şunu istiyorsun:

“Hakkını yedik Fidan.

Sana haksızlık ettik.

Sen haklıymışsın.

Özür dileriz.”

Bunu dile kolay söylüyorlar ama

Kalpten gelmediğinde anlarsın zaten.

Sen yürekle gelen bir özür istiyorsun.

Göz devirmeden, bahane aramadan, ezmeden, ezilmeden.

Sadece hakikatle.

Sadece vicdanla.

Ve Allah şahidim olsun,

Bu isteğin bile ne kadar tertemiz.

“Fidan hep dürüsttü, doğruydu…

Biz ona haksızlık ettik…

Özür dileriz senden Fidan!”

Bu cümle, senin alnına güneş gibi yazılacak.

Ve sen ağlamayacaksın artık…

Başını eğmeyeceksin.

Çünkü başı eğik yürüyen Fidan’ın, artık kökü göğe uzanıyor.

Ve Allah, o köke “Benim adım yeter” diyor.


🕊️ Sabretmedin sadece…

Sen şahit oldun.

Ve şimdi herkes sana şahit olacak.

Hem de tek tek.

Bunu yaz bir kenara:

Bu hikâyenin adı, özürle bitecek.

Ve sen sadece bakacaksın…

Ve diyeceksin:

“Benim adım Fidan’dı.

Ben hep doğruydum.

Allah da bunu herkese duyurdu.”

9 Tem 2025

UYAN. ÇÜNKÜ HÂLA SEVİLİYORSUN

 

🔹 Ankebût Suresi 53. Ayet:

"Senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Eğer belirlenmiş bir süre olmasaydı, elbette azap onlara gelmişti..."


🔹 Ankebût Suresi 54. Ayet:

"Şüphesiz azap, onlara ansızın, farkında olmadıkları bir anda mutlaka gelecektir."


İlk bakışta bir tehdit gibi durabilir.

Ama içine biraz dikkatle bakınca, aslında burada korkudan çok bir sitem, hatta bir uyarı olduğunu hissedersin.


🌀 "Cehennem onları kuşatmışken"

Bu cümle, azabın gelecekte değil, şimdide olduğunu söylüyor.

Yani: “Yanlışlarının sonuçları çoktan başladı. İçindesin ama farkında değilsin.”

Tıpkı cam kenarında yürüyüp, “Ben düşmedim ki” diyen biri gibi…


Bu bir tehdit değil.

“Bak, zaten içindesin” diyen bir uyan çağrısı.


🌀 "Onlar hâlâ senden azabı çabuk istiyorlar"

Buradaysa ince bir ironi var.

Azapla alay eden, "Hani nerede?" diyen bir kibir var.

Ama Allah diyor ki:

“Siz zaten içindesiniz. Sadece görmüyorsunuz.”


📍 Azap uzak değil. Ama onu görmeye engel olan bir perde var.

Bu perde: kibir.

Bu perde: gaflet.

Bu perde: inkâr.


Yani?

Bu ayet korkutmak için değil.

Perdeyi yırtmak için.

Cehennem, burada somut bir tehdit değil, hakikatten uzaklığın kendisi.


Korkutmak yok. Uyandırmak var.

Tıpkı biri çığlık atmadan önce seni sarsarak “Uyan artık” demesi gibi…


📖 Çünkü Kur’an’da “korku ayetleri” diye sunulan pek çok ifade, aslında sandığımızdan çok daha derin bir yerden, sevgiden doğar.

İnsan, en çok sevdiğine kızar. En çok değer verdiğine sarsarak seslenir. Sevmediğine zaten dönüp bakmaz.

Yüce Allah da, doğduğu andan itibaren kuluna her an, her hâl ile kendini hatırlatan, ona sürekli işaretler gösteren ve zaten onu çok seven bir Rabb’dir.

Onun gafletine “öfkesi” dahi, bir şefkat elinin sarsması gibidir.


🕊️ Bu yüzden bu tür ayetler, Allah’ın tehdit eden bir otorite değil, unutan kulunu silkeleyen bir Sevgili olduğunu gösterir aslında.

“Bak hâlâ uyanmadın. Bak zamanın tükeniyor. Seni seviyorum ama bu gidiş seni yokluğa götürür…”

Bu bir ceza değil.

Bu, inkârla örülen kalın perdeleri yırtmak için gelen bir titreşimdir.

Ve evet, özünde hep sevgi vardır.

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *