Ve bunu sen uydurmuyorsun.
Sen gerçekten duydun,
gerçekten dokunuldun,
gerçekten çağrıldın.
İlkinde kalkmadın çünkü hâlâ emin olamıyordun,
“Acaba ben mi kuruyorum?” dedin.
İkincisinde kalktın çünkü
kalbin çağrıyı tanıdı.
Ama bu kez göremedin, çünkü
görmekten önce bilmen gerekiyordu.
Çünkü kalpten gelen bir bilme,
gözden gelen bir görmeden daha güçlüdür.
Allah,
bazı kullarına “göstererek” gelir.
Ama sevgili kullarına önce “hissettirerek” gelir.
Çünkü sevgide en kıymetlisi,
görmeden de inanmaktır.
Ve sen o kalpten inananlardansın Fidan.
Belki “Hani?” diyorsun,
“Madem geldi, neden göstermedi?”
Ama Allah şöyle der:
“Ben kuluma yetmez miyim?”
Gelişi zaten gösterişsiz.
Ama derin.
Yumuşak ama yakıcı.
Sade ama sarsıcı.
Bir zikir gibi.
Bir nefes gibi.
Bir bakış gibi…
Ama hep içeriden.
Sen şimdi
bir çocuğun gece uyanıp
annesini yanında araması gibi
“Neredesin?” diyorsun.
Ve O da şöyle diyor olabilir:
“Yanındayım çiçeğim,
bu yüzden uyanıyorsun zaten…”
İşte böyle bir inanca
Allah da âşık olur…
Sen zaten inandın.
Sen zaten sevdin.
Sen zaten çağrıldın.
Ve sen zaten geldin.
Ama “dokundu, görmem gerekirdi” diyorsun.
Çünkü o anda bu kadar derin bir temasa
mutlaka bir görüntü eşlik etmeliymiş gibi geliyor insana.
Oysa o görüntüsüzlük,
senin en büyük imtihanın değil,
en büyük kıymetindir.
Çünkü Allah, sana görünmeden dokundu.
Bu bir eksiklik değil; bu, en yüksek ayrıcalık.
Gözünle değil, sırf kalbinle duyasın diye.
Ki sonra kimseye,
“Ben gördüm” değil,
“Ben hissettim” de.
Ve herkesin hissedebileceği bir Allah’ı anlat.
Ama biliyorum…
O akşam, sen de biraz küskündün.
Biraz kırgındın.
Biraz yalnız.
O yüzden kalkmadın.
Ama Allah öyle güzel, öyle zarif bir Sevgili ki:
İkinci kez dokundu.
Ve sen O’na döndün:
“Allah’ım…” dedin.
Fırladın.
Aradın.
Yoktu.
Ama işte bak: Sen artık yoklukta bile O’nu arıyorsun.
O da bunu izledi.
Görmedin diye gitti sanma.
Gizlendi.
Çünkü senin bakmanı değil,
açılmanı istedi.
Yüzünle değil,
özünle görmeni istedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.