Oğlunun son zamanlardaki durgunluğu Güldane Hanım'ın dikkatinden kaçmıyordu. Ara sıra sıkıştırsa da bu durgunluğun sebebini öğrenememiş, canı gibi sevdiği evladının neye üzüldüğünü çözememişti.
Adil o akşam yine çok durgun, çok düşünceli gelmişti eve. Sessizce yemeğini yiyip televizyonun karşısına geçmişti. Gözü ekranda olsa da aklı başka yerdeydi. Güldane Hanım inşaatı henüz bitip yeni yerleştikleri evlerine eşya alamadığı için sıkıldığını sanıyordu ciğerparesinin. Hem şansını bir kez daha denemek hem de Adil'i içine düştüğü düşünce kuyusundan çekip çıkarmak için lafa girdi:
- Dünya kadar mali olanlar neydir ogul... Aha benim bir ayağim çuğurda, gittim gidirem. Hepimizin yatacağı yer ayni degül mü...
Güldane Hanım konuşmayı pek severdi. Görüp geçirdiklerinden söz açar, derken karşısındakine fırsat vermeden, yalnızca soluklanmak için ara sıra duraklayarak konuşur konuşurdu... Adil, annesinin tüm gün evde canının sıkıldığını bu yüzden biraz sohbet etmek istediğini zannetti.
- Dorgi diyersen ana. Yoksul öldi de zengin dünyaya kazuk mu çakti?
Annesiyle, akrabalarıyla konuşurken şiveyle konuşurdu.
- Hay ağzın öpem ogul. Yoksul öldi de zengin ölmedü mü? Diyerem ki heç canın sıkma. Bir tas çorbam bir döşegim başka ne isterem? Ben halımdan hoşnutam, sen dert etme.
Fikrini sormanın tam zamanıydı.
- Yok ana ben ona sıkılmerem. Bizim ezeoğullarıyla çocukluktan birkaç arkadaş restoran açmış, gel diyirler. Gelürem dedim demeye de içim sıhılir bıktım oradan oraya gitmahtan. Gitmesem mi diyirem?
- Gitmeye gitme de ogul gelürem demeyeydin keşke.
- Ne bilem ana, laf ağızdan çıktı bir kere. Seni yalnız bırakmak istemirem.
- Beni düşünme ogul aha başımda dam aha aşım ekmegim. Sen gitmek istir misen istemir misen onu de hele?
- Valla, istemirem ana. Gidersem gönülsüz giderem.
Koyu bir sessizlik oldu. Annesi ne derse desin gidecekti Adil. İkisi de çok iyi biliyordu bunu. Söz ağızdan çıkmıştı bir kere. Gelirim demek gelirim demekti. Gelirim deyip gitmemek, namussuzluktu...
Sustular. Sadece sustular. Güldane Hanım bile sustu.
...
Olmuyordu. Ne yaparsa yapsın bu çöplüğü, bu kuytu mezarlığı, bu viraneyi yaşanacak bir yere çeviremiyordu Sarmaşık. Defalarca ve defalarca süpürüp sildi. Defalarca tozunu aldı her köşenin. Örümcek ağlarıyla savaştı. Özür dileye dileye her biri kocaman olmuş örümcekleri öldürdü elinde ayakkabıyla. Örümcekler neyse de, tuvaleti kuşatmış olan böceklerle uğraşmaktan hem yorulmuş hem de fazlasıyla tiksinmişti. Adını bilmediği, nohut büyüklüğünde, yapışkan, beyazımsı böcekler kol geziyordu tuvalette ve yıkayıp su tuttukça çoğalıyorlardı...
Tuvalet, giriş kapısının tam karşısındaydı. Aradaki yer bir hayli basık olduğu için sürekli su birikiyordu orada. Şiddetli bir yağmurda sular altında kalıp öleceğini düşünüyordu genç kız; ama nedense düşündüğü bu şeyden korkmuyor, hatta için için bir ihtimal olarak kalmamasını istiyordu.
Kısa, dar koridorun sağ tarafında küçük, kare bir bölme daha. Duvara çakılı ince, uzun tek raftan buranın mutfak olarak lütfedildiği kanısına varılıyor. Duvarlar rutubetten ölümcül hasta. Hangi Allah'ın cezası delikten çıktığı belli olmayan hamamböcekleri, örümcekler ve ismi bilinmeyen beyazımsı yapışkan çirkin şeyler...
Koridorun ucunda pek de geniş olmayan; fakat krallığın en şaşaalı yeri olarak göze çarpan bir oda. Penceresi diğer konduların çatılarıyla neredeyse tamamen örtülü. Sabahları yukarıdan sızan cılız ışık umut aşılamaya, günü müjdelemeye, güç vermeye mecalsiz... Az ileride kutu gibi, küçük, son bir bölme daha. Diğer yerlere nazaran biraz daha temiz göründüğünden, tuvalete de en uzak kısım burası olduğundan yerleşmek için bu odayı seçti Sarmaşık...
Nedamet Hanım ona eski, tüplü televizyonunu, bir mutfak tüpü, bir de ahşap sehpa vermişti. İki çarşaf, birkaç kilim, bir tencere, iki kaşık iki çatal... Bir de tabak... Kitaplarını ve az sayıdaki giysilerini saymazsak tüm varlığı bundan ibaretti genç kızın. İçeride bulduğu uzun, geniş, kirden siyaha kesmiş süngeri ne olur ne olmaz diye atmamıştı. Sünger çok kirliydi. Yine de sert zeminde yatmaktansa onu tercih ederdi.
Küçük odaya bir kilim açtı. Sehpaya her anlamda ihtiyacı olduğundan televizyonu odanın köşesine, yere koydu. Süngeri getirip televizyonun karşısına bıraktı. Üstüne bir çarşaf attı. Acıkmaya başlamıştı... Yiyecek hiçbir şey yoktu ortalıkta. Dışarı çıkıp sokağın başındaki küçük marketten bir şeyler almaya niyetlendi; ama hava çoktan kararmıştı. Birbiriyle dalaşan, güya şakalaşan, akıl almaz küfürler savuran erkeklerin sesi duyuluyordu. Göze batmamalıydı. Korktu. Çıkmadı.
Televizyonun fişini taktı bir ümit. Görüntü gelmeyeceğini bilmesine rağmen taktı işte. Hep yaptığı gibi. Sarılacak bir tek o olduğu için, ona da sarılmasa yere kapaklanacağı ve bir daha ayaklanamayacağı için, bulduğu ilk ümide sarıldı.
Açma düğmesine bastı. Ekranı kaplayan beyaz karıncalar hışırdayarak fokurduyordu. Aşağı yukarı gezindi kanallarda. Hep aynı hışırtı ve fokurdayış. Vazgeçti. Kapattı.
Neyse ki şiddetli soğuklar geçmeye yüz tutmuştu. Daha soğuklarını da yaşamıştı. O zaman başında bir dam, etrafında duvarlar da yoktu üstelik. Ölmeyecekti yani. Belki işler yoluna girerdi hem. Para kazanıyordu. Sığınacak bir çatısı vardı. Belki işler yoluna girerdi ?
Yere, süngerin üstüne oturdu. Son zamanlarda olur olmadık anlarda, olur olmadık şeylere süzülüveriyordu yaşlar yanaklarından. Direnci kırılıyordu sürekli. Kanı çekiliyordu. Açlığın getirdiği bir mutsuzluk da çökmüştü üstüne. İş yerindeki personel yemeği olmasa boğazından doğru dürüst tek lokma geçmeyecekti. Bir defasında okula giderken bayıldığı geldi aklına. Kahvaltı etmemiş, kavurucu sıcakta okul otobüsüne varabilmek için uzun uzun, hızlı hızlı yürümüş, içeride boş bir yer bulamayınca da mecburen pencere kenarında ayakta dikilmişti. En son, gözkapaklarının gittikçe ağırlaştığını hatırlıyordu ve gözünü açtığında etrafındaki öğrenci kalabalığı bileklerini ovuyor, alnına su vuruyordu...
Öyle çok utanılacak an yaşamıştı ki Sarmaşık, her seferinde bundan fazla utanamam herhalde diye düşünüyor her seferinde de nasıl yanıldığını görüyordu şaşkınlıkla.
İçini kaplayan korkudan sıyrılamıyordu. Bir üniversite bitirmek için geldiği bu koca, görkemli şehirde git gide kayboluyor git gide yolundan, amacından sapıyordu. Bazen yalnızca, hayatta kalması gerektiğini hissediyordu şimdiki gibi. Oturduğu yerde düşüncelere daldığı sırada elini bir böceğin üstüne koyduğunu fark edince sıçradı. Kaçacak bir yeri olsa deli gibi koşacaktı. Oysa her yer bu leş mahallenin gerçek sahiplerince istila edilmişti.
Burada, şimdi ölüp gitse, kimsenin ruhu duymazdı. Burada bir insanın var olduğunu hiç kimse bilmiyordu. Burada, köpek bağlasan içinde durmayacak bir izbede, bir insanın yaşadığını, yaşamaya çalıştığını hiç kimse bilmiyordu.
Burada, havasız, rutubetten çürümüş, böceklerle sarılı bu kondu parçasında, bir köşeye çöküp başını ellerinin arasına alarak bir kızın hıçkıra hıçkıra ağladığını hiç kimse bilmiyordu...
Ağa takılmış gibiydi. Çıkmak için çırpındıkça daha sıkı dolanıyordu. Hiç kimse bilmiyordu...
(sürecek)
Okurken gözümün önünde canlandırdım, böcekler, örümcekler, o kirden simsiyah sünger yatak! Dehşete düştüm kalemine sağlık çok canlı tasvirlerin, sonra neler olacak merakla bekliyorum.
YanıtlaSilİyi geceler :)
Çok mutlu oluyorum böyle ilgiyle, özenle okuduğunu gördükçe. Güç alıyorum. Beğendiğine çok sevindim sevgili arkadaşım. Teşekkür ederim.
SilSarmaşık çıksın o evden artık.. Nasıl çıkabilecek bilmiyorum ama, içeride böcekler, dışarı kaçayım dese dışarıdaki böcekler.....
YanıtlaSilBence de bir an önce çıksa keşke. Ama, şimdilik başka seçeneği yok gibi :( Dışarıdaki böcekler çoğu zaman içeridekilerden daha korkunç ve iğrenç...
SilŞunu gördüğüme ne kadar sevindim anlatamam. Ekmekler ve insanlardan beri yolunu gözlüyordum yeni yazının :)
YanıtlaSilÇok tatlısın :) İnşallah beklediğine değer bulduğun bir bölüm olmuştur :)
SilOldu tabii ki yine çok güzel bir bölümdü. Ama şöyle biraz mutlu olsalar diyorum artık :)
SilAynen. Biraz mutlu olmayı hak ediyorlar :) Beğendiğine çok sevindim canım teşekkür ederim :)
SilAz kalsın ağlıyordum.Nerde bu kızın ailesi nolcak hali böyle.
YanıtlaSilAilesi başka şehirde. Ekonomik olarak çok iyi durumda değiller. İleriki bölümlerde değinirim o kısma. Bakalım ne olacak bu kızın hali :)
SilBir an Güldane hanım ve Sarmaşık'a eşya veren kadının aynı kişi olduğunu düşünmedim değil, baştan baktım isimlere :). Yine çok güzel bir bölüm.
YanıtlaSilİki yaşlı hanımdan söz edince tabii, aynı kişi sandın :) Eşyayı veren Nedamet Hanım. Buraya gelmeden önce birlikte yaşadığı teyze. Güldane Hanım da Adil'in annesi :) Beğendiğine sevindim canım benim çok teşekkürler.
SilOkurken gözlerim doldu ne kadar sanatsal anlatmışsın kalemine sağlık .Ama Adil bunlardan habersiz daha içini açmaya cesaret edememiş yazık haberi bile yok kızın bu halde olduğundan.
YanıtlaSilNereden bilsin ki, dediğin gibi daha tam anlamıyla iletişim kurmuş bile değiller. Adil'in haberdar olmasına az kaldı ama :) Bildiğin üzere :)
SilTam yorum yazacakken ikinizin konuşmasını görünce ''Acaba??'' dedim....
YanıtlaSilOlabilir mi? Olabilir :)
Olabilir :)))
SilSatırlarını okurken Sarmaşık oluyor insan... Yani bende öyle oldu. O odadaki tüm kötü şartların içinde ben vardım sanki. Betimlediğin her şeyi ürpererek duyumsadım. Bu çok şaşırtıcıydı...
YanıtlaSilNe güzel söylediniz... Sarmaşık'ın içinde bulunduğu sıkıntılı durumu yansıtabildiğimi anlıyorum buradan. Çok mutlu oldum. Çok teşekkür ederim.
SilSarmaşık ne kadar sıkıntılar çekmiş böyle. Bu hikayenin bazı bölümlerini kaçırdım ben. Vakit bulup okumalıyım.
YanıtlaSilZor bir hayatı var maalesef.
Sil