Gece, yazmak için
tasarlanmış bir zaman dilimi gibi yerleşmiş benim bilinçaltıma. Bir sebeple
yataktan kalktıysam kendimi bilgisayarımın başında buluyorum. Bu da ayrı konu.
Kağıt kalemden başka şey kullanamam, asla klavyede yazamam diye düşünen ben,
şimdi nasıl da takır takır yazdığıma bakıyorum hayretle. Zaman sen nelere
kadirsin.
Gece garip bir
kavram. Ben mi çok anlam yüklüyorum bilmiyorum; ama herkesin evinde, uykuda
olduğunu bilmek bana değişik bir hüzün veriyor. Ne bileyim, çaresizliğimiz, büyük
yalnızlığımız, adım adım hep beraber yürüdüğümüz o kaçınılmaz son beynime
çakılıyor. Su içerken, üstüme bir hırka alırken, yere düşen bir şeyi
kaldırırken ya da yalnızca esnerken böyle edebi şeyler geçiyor kafamdan işte. Daha
kötü şeyler de geçiyor tabii. Arka mahalleler, kenar sokaklar, evsiz insanlar,
şimdi bir yerlerde belki kan döküldüğü, belki genç bir kızın son defa
sevgilisinin yüzüne bakışı her santimini ezberlemeye çalışarak, belki
topraktaki çocuğunu özleyen bir annenin tekrarlayan uykusuzluğu… Yer altı
filmlerindeki o korkunç ve bir o kadar cazip yasak hayatlar filan.
Bu şehirde
üniversiteye başladığım ilk zamanlarda nasıl da bocalamıştım. Karanlık sadece
karanlığa dönmüştü gözümde. Ne yazmak ne çizmek, ne gülmek. Sadece akşam sadece
gece. Çok geç bir saat olmamasına karşın Kızılay’ın göbeğinde biri birini
bıçaklayıp kaçmıştı. Korkulardan yapılmış bir şeye dönmüştüm. Otobüsten
iniyorsun ve karşında bir kan birikintisi. Bakmaman gerektiğini kavradığın o
ilk saniyelerde zaten her şeyi bütün çıplaklığıyla görmüş olduğun gerçeği…
Belki de yıkılışım o anda başlamıştı, neden olmasın. O zaman toy bir çocuktum,
şimdiyse bıçaklanan adamı gören kişinin bıçaklanan adamdan daha şanslı olduğunu
anlayabilecek kadar büyük bir insan. Önümüzde dünya yıkılsa, ben altında
kalmadım diye sevinecek canlılarız ne acı…
Nereden aklıma
geldi bilmiyorum. Başka şeyler yazmayı planlıyorsun; ama birden kelimeler ipi
doluyor boynuna. Anlatacak çok şey varken yoğun bir karmaşa başlıyor
satırlarda. Onu da yazmalıyım bunu da söylemeliyim şunu da şunu da… Unutuyorsun
sonra ne anlatacağını. Ya da belki zaten hiçbir şey anlatmayacaktın da
anlatacakmışsın ama unutmuşsun gibi yapmak daha güzel geliyor.
Gece diyordum. Biz
11 kişilik bir aileyiz. Allah kimsenin eksikliğini vermesin, kalabalığız
anlaşıldığı üzere. İster istemez kalabalık bir ailede yaşanan sorunlar,
herkesin kendine bir hayat yapmaya çalışması; ama kimsenin bir diğerinin kumunu
harcını taşıyacak kadar güçlü olmayışı ve bunun bilinmeyişi… Yani çok
gürültülü, çok sesli bir ev hayatımız vardı bizim. Acısıyla, tatlısıyla; ama
hep gürültüsüyle. Ben o zaman keşfetmiştim geceyi. Sessiz, sakin, dost, bütün çirkinlikleri örten güzel gece.
Gece ne yaparsan yap anlamlıdır. İstersen yaz, istersen oku, istersen sadece
ışıklara bak, sadece düşün, anlamsızca karanlığa düş, yoldan tek tük geçen
araba seslerini dinle… Hepsinin başka bir sihri vardır, başka bir anlamı.
Kafalar mı temizdi o zaman yoksa sahiden dünya mı temizdi bilmiyorum da, o
zaman can sıkıntısı bile ayrı güzeldi. Gece her şey güzeldi işte özetle. Dışarı
bir masa bir sandalye atar kitaplarımı masaya yığar kendi dünyama çekilirdim.
Bazen annem, bazen abim, bazen de büyük ablam otururdu yanımda. Ama, susmak
için sadece. Hiç karışmazlardı hiç girmezlerdi geceyle kitaplarımla aramıza.
Ben gider bir çay koyardım daha öylesini içtiğimi bilmem. Ablam örgü örerdi,
annem susar uzaklara dalardı, abim yürüdüğüm zorlu yolda bana cesaret verir
umutlarımı yeşertirdi… Sonra uykuya giderdi onlar. Ben gidemezdim. En sevdiğim
Halit Ziya, Reşat Nuri, Halide Edip, Yakup Kadri kitaplarını bırakamazdım.
Okur, okudukça da yazmak isterdim. Sahi, onlar nasıl yazarlar öyle… Nasıl yetenekler
nasıl duygular, nasıl kelimeler… Şimdi öyle okunası yazar ara ki bulasın. Varsa
yoksa popüler kültürün tek gecelik tatsız tuzsuz satırları… Bizim böyle
yazarlarımız var; ama memleketin dörtte üçü markette manav reyonunun hemen
yanındaki kitap bölümünden kampanyalı kitap alıyor… Ben adetten kitap diyorum
da işte, sen koy onun adını.
Geceyi ben o zaman
sevdim. O kafamdan ciddi ciddi sildiğimi fark ettiğim, böyle sisler arasında
filan değil sahiden pek doğru dürüst hatırlamadığım çirkin geceleri de
sevebilirdim aslında. Geceyle bir zorum yoktu çünkü. Şehirle de yoktu esasen.
Sadece herkes gibi payıma düşeni alma vaktim gelmişti demek. Ama, sonra
büyüyorsun. Zamana dur diyebilen bir babayiğit var mı? Varsa çıksın gelsin
alnından öpeceğim. Zaman hem iyi hem kötü bir öğretmen. Öğretirken kötü
olduğunu sanıyorsun; ama öğrendiklerini kullanmaya başladığında bu kadar güzel
öğrettiği için ona teşekkür ediyorsun. Eğitim mantığı bu noktada benimkine çok
benziyor açıkçası.
Tek rahatsız eden
tarafı bu işte. Ne geceden ne geceye geldiğine bakmak. Sen tut o kadar hayal kur,
kurmakla da kalma uğraş didin, elinde koskoca bir yorgunluk ve hiçlik duygusu
kalsın. Beyin eşsiz bir sistem ama. En fenalarını bile söküp atabildiğine göre
bu hissi ört bas etmeyi de er geç
başaracağını düşünüyorum. Çünkü, ne bileyim aslında çok normal, çok herkes gibi
bir insana döndüm artık. Öyle para pulla yapılacak hayallerim yok, küçük
davalar küçük hesaplar ve küçük insanlar ilgimi çekmiyor. Bir noktada lisedeki
o kıza döndüm tekrar. Tek fark, artık yaşanabilecek her şeyi kolayca tahmin ettiğim
ve sonuçlarını da ölçüp biçebildiğim için gelecek kavramıyla ilgili fazla
beklentim olmayışı. Kulağa kötü gelse de gerçekçilik her zaman iyidir. Ne
diyorlar? Hayaller nayk, gerçekler kardeşler kunduraJ
Gece güzel. Hayat
güzel esasında. Gezmelere tozmalara, abidik gubidik şeyler yapmaya, çıkar
ilişkilerinde kaybolmaya, nefsine amade olmaya değmeyecek, böyle yaparak yazık
edilmeyecek kadar güzel. Huzur güzel. Kafanın sakin olması, sessizlik, geceyi
duyabilmek, yeniden hissedebilmek, kendine iyi kötü yetebilmek, Allah’a
inanabilmek, yapabildiğin kadarıyla O’na yönelebilmek ve ne kadar acı olursa
olsun cümle insan neslinin akıbetinin toprak olduğunu idrak etmiş olmak. Güzel.
Bir yerlere
varmak için bazı yolları yürümek gerekiyor işte. Bazen kendinden çıktığında
kendine dönebilmek için de çok mesafe aşmak gerek. Ben bu gece bu saatte o
mesafeyi aşmış ve kendime dönmüş hissediyorum…
Yeri gelmişken, gelmese de gelmişken; Bizim
Halit Ziyalarımız, Halide Ediplerimiz, Reşat Nurilerimiz, Yakup Kadrilerimiz,
Yahya Kemallerimiz, Ahmet Haşimlerimiz, Sait Faiklerimiz, Ömer Seyfettinlerimiz,
Cahit Sıtkılarımız.. (Saymakla bitmiyor.) Bütün dünya edebiyatını cebinden çıkaracak
yetkinlikte ister inanın ister inanmayın. Ölmeden önce bunlardan en az birkaç
tanesini okumadıysanız o ölüme gerçekten üzülür, iç çekerim ben. Onu bunu,
siyaseti, dalavereyi, çıkarı filan geç; kelimeler hayat bulmuş o satırlarda.
Konuşmuş. Yeni bir dünya kurulmuş o kitaplarda. Şimdi? Şimdi, Allah Allah kontesi
kim öptü?
Fıkra o fıkra.
Bilmeyen duymayan varsa gündem yazarlarının beyin kıvrımlarının tomografisini
çekip eline vermiş bir gerçeklik olarak öğrenilmesini öneririm. İyi geceler.
Geceler sahiden iyi…
canım kalemine sağlık denir ama sanırım parmaklarına ve klavyeye sağlık demeliyim;) Ne güzel yazmışsın maşallah. Paragraflara ayrı ayrı yorum yapılası bir yazı ancak 'hayat güzel ancak boş geçirilemeyecek kadar kısa, bu kısa ömürde gerçek huzuru yakalayanlardan olalım' temennili yorumu etmeden geçemeyeceğim ;)
YanıtlaSilGece bir yandan ürkütüyor insani ama bur yandan da gizemiyle ilgini cekiyor.Ben ne zaman üzülürsem o zaman yazarim aslinda.
YanıtlaSilSenin yazıların bana gelmiyor gene, ben de meraklandım neden bir şey yazmıyor diye. Halbuki ne kadar da çok, ne kadar da güzel şeyler yazmışsın. Ben kaçırmışım. :(
YanıtlaSil"Geceleri dertler depresir" gercegi var bir de :)
YanıtlaSilHakikaten gece, dusunmek icin benim de en sevdigim zaman dilimi. Bazen dusunurum uzun uzun bazen uzun metrajli hayaller kurarim. E kacinilmaz son iki damla gozyasi akittigimda cok olur:)
Herkesten ve her seyden kacmak, kendi icine donebilmek icin en guzel vakit gercekten..