13 Şub 2016

DÜŞKIRAN-2

                                                                         ÇIĞLIK



- Amma çok fermuarın var senin de Sarmaşık...
diye homurdandı Filiz yattığı yerden. Çok fermuar çantamda ve botlarımdaydı o kadar. Geç uyumuştu, gergindi. Okula gitmeden önce bir tatsızlık yaşamayalım diye sustum.
Bu benim sustuğum bir sürü şeyden sadece, üstelik en basitlerden biri. Konuşmayı bilmekle konuşmak farklı şeyler. İnsan salt yabancı bir dili değil, kendi dilini konuşabilmek için de pratik yapmalı. Konuşmalı. Konuşabilmesi için bir dinleyeni olmalı. Bir dinleyeni olması için bir seveni.
Sevgiyle ilgili yaralarım var benim. Kalabalık bir ailenin son çocuğu dahi olamamış sondan bir önceki orta yolcuyum. Dünyayı bu kadar ciddiye almayı sonradan mı öğrendim, kendimle mi getirdim yoksa üstüme mi attılar hiçbir fikrim yok. Bir insan çocukken bile sevimli değil ciddi bulunuyorsa hayatının geri kalanında onu neler bekliyordur kim bilir...
Hiç kimse sevmeyi, sevilmeden öğrenemez. Çünkü, sevgi matematik ya da fizik gibi tahta başında öğretilmiyor. Sevmeyi öğrenmenin sevilmekten başka yolu yok. Bense gözümü dünyaya açtığımda sevgide değil kavgada uzman insanların içinde bulmuştum kendimi. Bu bir çeşit matematik problemiydi. Anne-baba, baba-çocuklar, anne-çocuklar, çocuklar-çocuklar, çocuklar-diğer insanlar... Bitmek bilmez bir kavga döngüsünde buluyordun kendini.
Büyürken öğrenebildiğim tek iletişim şekli kavgaydı. Sesini duyurabilmek için bağırmak zorundaydın. Hakkını almak için kavga etmek. Havada uçuşan kırıcı sözler, zaman zaman sadece kalbi değil bedeni de inciten şiddet havası, herkesin bir yerinden sımsıkı kavramaya çalıştığı hayatın kimseye pas vermemesi yüzünden biriken öfkeler... Mutsuz bir evdi evimiz. Evler de mutsuz olur inan bana. Metrekareye düşen duygu payından anlarsın mutlu olup olmadığını. Evlerin de canı yanar. Görmediği saygıyı göstermez sana. Duymadığı sevgiyi bulamazsın odalarında. Ne verirsen onu alırsın. Bitimsiz bir savaş ve kargaşa verirsen, ancak onları alabilirsin bir evden fazlasını değil...
Çok bağırıyor; ama hiçbir şey söylemiyorduk birbirimize. Yine de kardeşlerimin kendi aralarında benim bir türlü konuşamadığım ortak bir dili vardı ve ne olursa olsun bir araya gelip güzel zaman geçirebiliyorlardı. Benim için bir sınır çizilmişti sanki. Hayatımı lanet gibi kuşatacak bir soğukluğun kırılmaz sertliğinde, geçmemem gereken çizgilere bakıyordum hep. Konuşmak istediğimde susturuluyordum. Bu suskunluğun adı kimi zaman saygı, kimi zaman bıkkınlık, kimi zaman sevgisizlik, ilgisizlik, şu bu, bir şey oluyordu mutlaka; ama ortada bir gerçek vardı ki ben daima susuyordum ve bu kadar susmanın sonunda an geliyor kendimi duyurmak için bağırıyor, bağırıyordum.
Durmadan aynı şeyi düşünüyordum: "Ben onlar gibi olmayacağım." 
Onlar gibi olmamak için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Önümde başka örnekler yoktu. Kullanmasam bile ağız dolusu küfür öğrenmiştim bir kere. İnsanları en iyi zaaflarından incitebileceğimi, kavga sırasında en çok ordan vurmam gerektiğini de ailemden öğrendim. Nefreti ezberliyordum gün be gün. Kırılıyor, inciniyor hatta acı çekiyor; ama bunu dile getirecek kadar bile hür hissetmiyordum kendimi.
Kitaplara sarıldım. Su içercesine okuyordum bulduğum her şeyi. Aşklar vardı, birbirini seven insanlar, ince ve güzel insanlar... Kitaplar benim masal ülkelerimdi. Sabahları annemi hırpalayan, aşağılayan babamın tepeleme kin yüklü sesinden kurtulmak için alelacele koşup sığındığım bir dünyaydı. "Seni çağırdım beni duymuyor musun?" ya da buna benzer gerekçelerle yediğim dayaklardan sonra kitaplarda avunuyordum. Hepimiz başka çirkindik. Ben de çirkindim. İçimde tertemiz bir köşe tutuyordum; ama o köşenin dışındaki ben günden güne çirkinleşiyordu. Önüne geçemiyordum.
Ben onlar gibi olmayacaktım; ama nasıl? Elimde sadece okumak vardı. Okumak için de bana destek çıkan sadece iki kardeşim. Diğerleri beni yabancılıyor gibiydi. Hayır değildi. Diğerleri beni düpedüz yabancılıyordu. Onlara göre şanslı olduğumu düşünüyorlardı; oysa ben en şanssız olandım...
3 odalı evimizin bir odasında kızkardeşlerimle yaşıyordum. Feriha ve Hasret gece geç saatlere kadar sohbet eder, müzik dinlerdi. Ders çalışmaya niyetliysem daha bir iştahla yaparlardı bunları. Hiç kimseden sonsuz bir sevgi beklemiyordum; ama bu düşmanlığın sebebini gerçekten anlamıyordum. Işıktan rahatsız oldukları için bitişikteki salona geçip mum ışığında sabahlardım. Hayata dair edinebildiğim üç beş umut kırıntısı kitaplardaydı. Okurken nefes alıyordum. Sadece okurken.
Melek onların aksine, çoğu zaman annemden de anne olurdu bana. Kızkardeşlerin en büyüğü olduğu için ondan çekinirlerdi. Aramızdan böyle sakin, sabırlı ve sevgi dolu birinin nasıl çıkabildiğine şaşırırdım hep. İçine atıyordu her şeyi. Kolay öfkelenmiyor, her kavgada sabırla tarafları sakinleştirmek için uğraşıyor, kimseyi incitmiyor ve beni kendi aileme karşı müdafaa ediyordu. Bir akşam Feriha ile Hasret'in önünde onlara duyurmak istediği apaçık bir şekilde şöyle söyledi:
- Bundan sonra ders çalışacağın saat kaç olursa olsun başlamadan önce beni de uyandır. Bitirmem gereken dantel işlerim var.
Minnet doluydum. Bunu yapmak zorunda değildi; ama beni kardeşlerime karşı kanatları altına almıştı. Hiç değilse artık soğuktan titreyerek ve gözlerimi şiddetle bozarak mum ışığında, ayazda sabahlamıyordum. Her gece benimle sabahlıyordu. İyi bir insandı Melek... Kocaman bir kalbi vardı ablamın.
Sadık abim vardı bir de. Beni sevdiğini hissettiğim iki kardeşimden biriydi. En çok onu sevindirmek için başarmak isterdim. Çalışırdım, çalışırdım, durmadan çalışırdım... Okulda arkadaşlarıma mahcup olmamam için varını yoğunu ortaya koyardı. Abilik ederdi. Çok güzel gülerdi Sadık abim. Güzel konuşurdu. Hayata açılan bir kapıydı benim için. 
O da Melek ablam gibi beni kendi ailemizden bile korumaya çalışırdı. 
Çetin'in nişanlısının evimize geleceği ilk gündü. Odunlu sobaya olabildiğince yakın oturmuş, bir battaniyenin altına sokulmuş ertesi günkü sınavım için ders çalışıyordum. Çetin hışımla odaya  girip:
- Kaldır şu örtüyü, toparla buraları! diye bağırdı.
- Neden? diye sordum. 
- Yengen gelecek, dedi.
Aslında makul bir istekti onunki. Ama, küçümseyen tavrı, bağırarak konuşması bende inatlaşma isteği uyandırmıştı.
- Yengem hayatında battaniye görmemiş mi?
- Kaldır dediysem kaldır şunu! Acele et birazdan gelir.
- Ben nerede ders çalışayım peki? Yarın sınav var, ancak geçebildim kitabın başına. Ev buz gibi. 
- Bana bak iyice sinirlenmeye başladım, kaldır çabuk!
Hala bağırıyordu. Ben ne kadar konuşmak, nedenlerle sonuçlardan söz etmek, iletişim kurmak istesem de bizim evde sadece "bağırılıyordu." Hiç kimsenin yaptığı başka bir şey yoktu. Anlamadığım şeyse herkes birbirine deliler gibi bağırırken ben aynı şekilde karşılık verdiğimde bunun affedilemez bir kabahat olarak fişlenmiş olmasıydı.
Hırslandım. Üşüyordum, ertesi gün sınavım vardı, henüz hiç çalışamamıştım ve ev işlerinden fırsat bulup ancak açabilmiştim kitabı... Hepsi bir kenara Çetin'in hep yaptığı bir şeydi bu. Bağırır, emreder ve itaat beklerdi.
- Kaldırmıyorum.
dedim.
Hırs ve gurur gözümü kör etmişti. Nefretle bakıyordum yüzüne. Ev gibi bir evde insanlar kardeşlerinden ricada bulunuyor olmalıydı çünkü. Ya da misafirliğe gelecek olan bir nişanlı havanın soğuk olduğunu ve bu yüzden de battaniye kullanıldığını görüp bundan sıkıntı duymamalıydı. Dahası bir ağabey, nişanlısı bundan hoşlanmayacak bile olsa kızkardeşini bu durumda böyle hırpalamamalı ve soğuğa mahkum etmemeliydi...
Çetin delirmişti. Ben bunları düşünürken etrafta beni dövebileceği bir şey aramaya koyuldu. Korkmuyordum. Söylediğim her şeyi dayak yiyeceğimi bilerek söylemiştim. Hep konuştukları dilden konuşuyordum ben de. Onlar konuşunca hak, ben konuşunca kabahat oluyordu...
Çetin abimin odun sepetinden bir hayli kalın bir odun aldığını gördüğümde geri çekilmek için geç kalmıştım. Başıma o kadar sert vurdu ki içimden abim tarafından öldürülecek kadar büyük ne yaptığımı geçirdim dua yerine... Sendelemeye başladım. Beyin kanamasından ölmezsem ömrüm boyunca unutamayacağım bir acıydı bu. Hem fiziksel hem ruhsal bir acı...
Çığlığıma Sadık abim koştu. Çetin'in elindeki odunu ve benim acı içindeki halimi görmesiyle olup biteni anlaması bir oldu. Bana doğru koşarak başıma kenetlediğim kollarımı açtı. Nasıl olduysa olmuş beynim şans eseri yarılmamıştı. Beni yavaşça bir yere oturtup güvene aldıktan sonra kendisinden bir yaş büyük olan Çetin'in elinden odunu kaptı ve ona:
- Yürü lan! İçeri yürü, çık burdan içeri geç! diye bağırdı.
Acı içindeydim ve korkuyordum. Sadık abimin elinden bir kaza çıkmasından korkuyordum. Kımıldayamıyordum, hala şimşekler çakıyordu gözümün önünde.
İçeriden kavga sesleri gelmeye başladı. Sadık abim Çetin'e yumruk atmış. Kavgaya tutuşmuşlar. Annem ve Melek ablam yetişmese bu kavganın nasıl biteceğini bilmiyorlarmış...
Vadem dolmamış olacak ki o darbe tam anlamıyla öldürücü bir darbe olmasına rağmen ölmedim. Hatta doktora bile gitmedik. Birkaç saat şiddetli baş ağrısından sonra bu olay sıradan vakalar arasına girmişti bile. Hasret her zaman olduğu gibi kin dolu yüreğiyle yüzüme çirkinliğini kustu. Ona göre "hak etmiştim" ve abime itaat etmeliydim... 
Acıdan cayır cayır yanıyordum; ama yandığımı söyleyemiyordum bile. Ruhum, kalbim, bedenim kıskaçlarla sımsıkı tutulmuş; ezildikçe eziliyordu. Bu olay beni kitaplarıma ve derslerime tamamen kapanmaya itti. O gün, o saat kafamdaki aileyi bitirmiş, o evden çıkmanın benim için tek yolu olan üniversite kazanmayı beynime kazımıştım... 
- Kes artık Sarmaşık. Bitmedi çekmecelerle, fermuarlarla işin!
diye bir daha homurdandı Filiz. Geçmişin kuyusundan çıkıp etrafıma baktım. Zor da olsa başarmıştım işte. Şimdi de kolay olduğu söylenemezdi; ama çıkmıştım işte. Dayanmalı ve yürümeliydim...
- Özür dilerim, dedim.
- İşim bitti, şimdi gidiyorum zaten.
Söylenecek sözler vardı; ama yine susmam gerekiyordu. Benim de konuşacağım günler gelecektir diye düşünüp önümdeki uzun ve zorlu savaşa doğru yola koyuldum... Bir kez daha...

(sürecek)



14 yorum:

  1. saliha butakın13 Şubat 2016 08:06

    seni kınıyorum çetin ve sana laflar hazırladım

    YanıtlaSil
  2. O evlerde o duvarların arkasında neler oluyordur neler...bazen aile kelimesi sadece birlikte yaşaması gereken insanlar demek.

    YanıtlaSil
  3. söylicek çok şeyin olup söylemenin anlamı olmayacağını bilirsin ya hani..susarsın..benimde söylicek şeylerim var ama susuyorum.. gözlerim doldu. devamını bekliyorum sevgiler

    YanıtlaSil
  4. Aile,ne kadar mukaddes bir kurum,akla neler neler getirir hep mutlu hep neşeli sevgi dolu sıcacık ve sımsıkı bağlar falan filan geliyor.Aslında ya hiçte öğle değildir yada kendimiz öyleymiş gibi yaparız.Belkide öyledir biz bilmiyoruzdur. İnsan ailesini seçemiyor maalesef ve bir birey için her şey orada başlar orada öğrenilir orada bitmez ki buda sonraki hayatı kabusa çevirir.Bundan sonrası o birey için hep çok zordur.Sarmaşık evden ilk ayrı yıllarını yaşamaya çalışıyor,zorluklar da baş göstermeye başladı tabi ki.Okurken gözlerim dolmadı sadece aynı zamanda kin ve öfkede doldu.Melek abla ve Sadık abi de olmasa kim bilir neler olurmuş? Ailede bir hayli kalabalık belli ki çok akıcı ve gerçek bir yazı devamını heyecanla bekliyorum kalemine sağlık

    YanıtlaSil
  5. Sorularımıza yavaş yavaş cevaplar almaya başladık.Uzun,ama çok güzel bölümdü.Hüzünlendirse de bunlar toplumumuzun gerçekleri.Çoğu aileda daha kötü şeyler oluyor.Beklemedeyiz kalemine sağlık.

    YanıtlaSil
  6. Ne hayatlar var duymadığımız görmediğimiz. Belki hemen bitişiğimizde, belki uzak mı uzak. Bizler bize sunulanların farkında olmayıp daha daha fazla isterken.

    İyi ki Melek ve Sadık varmış ailesinde Sarmaşık'ın. Ya onlar da olmasaymış...

    Çok güzeldi yine...

    Sevgiler

    YanıtlaSil
  7. Ailedeyken başlamış sıkıntılar. İlk başlarda aile neden sahip çıkmıyor diye kızıyordum .Şimdi anlıyorum.

    YanıtlaSil
  8. Ailesi insanın şansı veya şanssızlığıdır..Ailen iyiyse hayatın genelde iyi gider ama kötüyse genelde kötü gider.Sarmaşığın şanssızlığının nerde başladığını daha iyi gördüm.çok üzücü..

    YanıtlaSil
  9. Kalemderi bi gün elimde tutacağım kitabın en çarpıcı sayfalarını okumuş gibiyim. ağlamıyorum gözüme toz kaçtı..

    YanıtlaSil
  10. Konuşmalı. Konuşabilmesi için bir dinleyeni olmalı. Bir dinleyeni olması için bir seveni. bence bu cümle en güzel yeri :)

    YanıtlaSil
  11. Yanlış hatırlamıyorsan bir bölümde bir evin önünden geçerken evin ışığına bakıp içeride acaba ne yaşanıyor diye düşünmüştü sarmaşık.. o zaman ne hissettiğini tam olarak anlayamamışım.. herkes kendi penceresinden bakıyor hayata.. eline sağlık..

    YanıtlaSil
  12. Behçet Necatigili hatırladım :


    Evlerin çoğu eskidi gitti, tamir edilemedi,
    Evlerin çoğu gereği gibi tasvir edilemedi.
    Kimi hayata doymuş göründü,
    Bazılara zamana uydular.
    Evlerin içi oda oda üzüntü,
    Evlerin dışı pencere, duvar.

    Evlerde saadetler sabunlar gibi köpürdü:
    Eve geldi bir tane, nar gibi,
    Arttı, eksilmedi.
    Evleri felaketler taunlar gibi süpürdü.
    Kaderden eski fırtınalar gibi,
    Ardı kesilmedi.

    Evlerin çoğunda dirlik düzen
    Kalan bir hatıra oldu geçmişte.
    Gönül almak, hatır saymak arama.
    Evlatlar aileye asi işte,
    Bir çığ ki kopmuş gider, üzüntüden.
    Evlerde nice nice cinayetler işlendi,
    Ruhu bile duymadı insanların.
    Dört duvar arasında aile sırları,
    Bunca çocuk, bunca erkek, bunca kadın,
    Gözyaşlarıyla beslendi.

    YanıtlaSil
  13. Okurken istemsiz bir şekilde saçlarımı elime dolayarak öyle küçülüp kalmışım. Yunus'un dediği gibi insan ailesini seçemiyor maalesef. Aynı karnı paylaştığın kardeş de düşmandan öte düşman olabiliyor işte.

    YanıtlaSil

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *