Çabalarsın. En olmayacağı zamanlarda bile küçücük bir ümit için. İnsan hayatta her şeyini kaybetse bile neyi kaybetmemeli diye sordum kendime biraz önce. Neyi kaybederse kaybolmuş demektir artık? Sahi neyi? Sordum cevap veremedim hala…
Neden herkes şikayetçi aynı
şeylerden? Hiç durmadan birbirimizin suratına bakıp zamanın ne kadar kötü
olduğuna ve her şeyin nasıl da bozulduğuna dair homurdanıyoruz. Hepimiz birbirimizden berbat haldeyken
üstelik… Ama neyi kaybetmemeliyiz? Neyimizi? Hayatımızın neresindeki bir şeyi?
Bizdeki mi ya da? İçimizdeki mi?
Ben kendi adıma söyleyecek olursam inandıklarımı
savunmayı kaybetmek istemedim hiç. Doğru olduğunu bildiğim şeylerin peşine
takılmayı. Hissettiklerimi örtbas etmeden apaçık konuşmayı. Ve bunların
hiçbirinden bir fayda görmedim desem kim inanır bana? Yine de hala bu
saydıklarımın benim için neden değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi
edilemez kanun hükmünde düşünceler olduğunu anlayamıyorum. Kazandım sandığım
her sıra, kaybetmişim çünkü. Çünkü, tarifini yapamadığım bir şekilde doğrular
hep geriye atıyor insanı. Elinde avucunda eski Türk filmlerinden başka bir şey
kalmıyor sonra. Bir zamanlar aynı benim gibi inanan, mücadele eden, seven,
üzülen ve mağlup olmaktan korkmayan insanlar varmış diyorsun.
Bu yüzden Kemal
Sunal’ın gülüşünün hiç eskimeyişi. Türkan Şoray güzel; ama en çok bu yüzden
güzel. Cüneyt Arkın en çok kavganın orta yerinde karizmatik. Hülya Koçyiğit
sevdiğinin peşi sıra ölürken masum. Tarık Akan hep çapkın; ama o kadına
tutulana kadar işte… Aşklarından tutun da kavgalarına kadar körkütük gittikleri
için yani. Yani Kadir İnanır deyip geçmeyeceksin, her karede başka bir özlem
şimdi…
Neyi kaybetmemeliydik ve kaybettik biz? Bazıları için herkesin kaybettiği
ve kaybettiğini bile unuttuğu bir şeye sahip olmanın ne anlamı var? On yıllar sonra
çocuklarımızın, torunlarımızın yine eski Türk filmleri seyredeceğini ve bizim
gibi hüzünleneceğini bilmek üzücü. Yüzü
geçmişe dönük çocuklarla mı kuracağız biz geleceği? Neden sanki tek
bırakabildiğimiz katkımızın bile olmadığı bir avuç yeşil çam…
Çabalıyorsun ya
işte, boşa çabalama artık. Ben çok çabaladım. Tanıdığım bir sürü insan çok çabaladı.
Daha neyi kaybetmemeleri gerektiğini bile bulamadan kaybetti birçoğu… Bu yüzden
her akşam başka evlerde başka marka televizyonlarda, dev olsun cüce olsun bütün
ekranlarda aynı kareler dönüyor. Herkesin elinde son model bir cep telefonu ve
tablet varken, hala gözlerimiz dolarak Cüneyt Arkın’ın kılıç tutan kolundaki
saate tebessüm ediyoruz… Bin kere aynı filmi seyrediyorsun da bir Allah’ın kulu
çıkıp sen ne yapıyorsun demiyor, diyemiyor…
Hepimiz sözüm ona neon ışıklı
şehirlerin ışıl ışıl ışıldayan aktörleri aktrisleriyiz, bi kasılmamız bi poz kesmemiz
var ki sormayın gitsin. Sonra bir bakıyorsun akşam bastırıp bir hüzün çökmeye
başlayınca ortalığa, her evden bir Kemal Sunal gülüşü, bir Türkan Şoray
kahkahası, bir Hülya Koçyiğit ağlaması…
Onlar ağlasın, onlar gülsün, onlar
sevsin sevilsin, öyle hissedelim yaşadığımızı…Bırak bir Hulusi Kentmen’e
rastlamayı, en kötümüz Aliye Rona, Erol Taş kadar kötü olsun razıyız diye
dualar eder olmuşuz… Gülmemiz ağlamamız, kahkahamız bile gerçek değil ben hala
soruyorum işte neyi kaybetmemeliyiz diye…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder