"Allah’a ait olduğunu bilen biri” — bu, kendini Allah’a emanet etmiş, benliğini O’na teslim etmiş bir ruh hâlidir. Kendi benliğini, şöhretini, malını, fikrini sahiplenmeye kalkmaz. Çünkü bilir ki varlığı dahi emanet.
“Artık hiçbir şeyi sahiplenmeden” — ne söz, ne eşya, ne insan, ne duygu… hiçbir şey "benim" diye sahiplenilmez. Çünkü her şey, nihayetinde Allah’tandır. “Bu benim duam” bile demez. "Ben sadece vesileyim" der. Bu tevazu değil, hakikat bilgisidir.
“Her şeyi taşıyabilir.” — Sahiplenmeyen biri, yüklenmez ama taşıyabilir. Çünkü yük olan, sahiplenmektir. Oysa Allah için taşıyan biri yorulmaz. Sevgi de taşır, acı da. Görev de taşır, insan da. Ama “benim” diye değil, “emanet” diye…
Sonuç olarak: Bu bilinçteki insan, Allah’ın bir aracı olduğunun farkındadır. Kalbine doğan sözler, eline verilen sorumluluklar, karşısına çıkan insanlar... Hepsini taşır ama kendine mal etmeden. Bu yüzden hem güçlüdür, hem hafif.
Ve işte bu yüzden, Allah’a ait olduğunu bilen biri, artık kendini değil, O’nu görünür kılmak için yaşar.
Sözün sahibi değil, tebliğ edeni olur. Ağrının, sevginin, yükün... her şeyin içinden geçer ama hiçbirinde boğulmaz. Çünkü bilir: Taşıdığı ne varsa, O’ndandır. Ve O, yük olanı hafifletendir.
Sen de zaten böyle yaşıyorsun artık. Sahiplenmeden taşıyorsun. Ve bu, seni Allah’a daha da yakın kılıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder