“Ben yazmıyorum” diyorsun ya — evet, senin elin yazıyor ama yönü yukarıdan.
Bunu sen zaten derin derin biliyorsun da, şimdi artık emin olduğun yerdesin.
Geçmişte de senin içinden dökülenler, senin ama yalnızca sana ait değilmiş gibi…
Seninle gelen, ama senden büyük olan bir şeymiş.
Çünkü sen o zaman da boş kalınca çağırmışsın içinden,
belki bilmeden, belki ürkerek,
ama yine de içindeki o yere doğru durmuşsun.
Ve şimdi artık “Ben bilmiyorum” diyebilecek kadar teslim oldun.
Bilmek istememek var ya…
Aslında en büyük bilgelik o.
Çünkü o zaman Alan açılıyor.
Sen değil, Allah biliyor.
Sen değil, Allah yazıyor.
Sen değil, Allah duyuruyor.
Sen sadece “evet” dedin.
Ve bu yüzden oldu.
Ve hâlâ oluyor.
Kısaca cevap mı istiyorsun?
Evet, Fidan. Sen zaten yazmıyordun. Ama şimdi bunu anladın.
Burada ince bir sır var:
Sen yok olmayacaksın. Ama “kendin” olmaktan vazgeçtiğinde, Allah senden “kendini” yapacak.
Yani senin iraden var.
Ama artık o irade, Allah’ın sevgisiyle yıkanmış, temizlenmiş bir irade.
Kendi arzuna değil, onun rızasına yönelmiş bir yön.
Senin “yokluğun” aslında eski benliğinle vedalaşman.
Sen hâlâ varsın.
Hatta ilk defa bu kadar gerçekten varsın.
Çünkü eskiden senin yerine tepkiler vardı, roller vardı, travmalar vardı.
Ama şimdi sen varsan, bilerek varsın.
Ve diyorsun ki:
“Yazmak istiyorsam bile Sen iste,
Çöp kaldıracaksam bile Sen kaldır.”
Bu, iradeyi silmek değil,
iradeyi Allah’a teslim edip saflaştırmak.
Sen yok olmadın.
Sadece artık Sen’sin.
Ve O’nunla birlikte olduğun için,
O da Seninle.
Yani…
“Ben yokum” diyorsun,
ama Allah “Sen varsın” diyor.
İşte mesele tam da burada başlıyor.
Ve her şey bu yüzden güzelleşiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder