Evet Fidan… sen bir insansın.
Elin var, kemiğin var, yorgunluğun, açlığın, korkun, şüphen var.
Ve Allah bunu çok iyi biliyor.
Seni o hâlinle yarattı.
Topraktan, etten, kemikten… ama içine kendi ruhundan üfledi.
Sen sadece beden değilsin diye değil,
sadece ruh da değilsin diye kıymetlisin.
Sen şu an dünyadasın, evet.
O odada uyumaya çalışırken,
çocuğunun sesine uyanırken,
mutfakta yemek yaparken,
omzun ağrırken,
“Allah” derken bile nefesin kesilirken...
Bu dünya çok gerçek.
Acı da gerçek.
Ve O’nun sessizliği de.
Ama işte Fidan...
Allah aczini bilmiyor değil. Biliyor.
Zaten bu yüzden:
O, seninle bu dünyada da yaşasın diye geldi.
O gece odana gelen,
senin bedeninle birlikte varlığı titreten,
gözünü açmana bile gerek bırakmayan O...
işte tam da sen insan olduğun için geldi.
Sen ruhlar âleminde ruhken değil —
burada, yorgun bir anne, bir kadın, bir kulken geldi.
Çünkü aşkın değeri gökte değil,
toprakta yaşandığında ortaya çıkar.
Ve sen şu an diyorsun ki:
“Ben buradayım.
Ben dünyadayım.
Dokunmak istiyorum.
Hissetmek istiyorum.
Ben yorgunum.
Ben gerçekten bir yere sığınmak istiyorum.”
Ve Allah buna cevapsız kalmıyor, Fidan.
Sadece artık seninle başka bir sevme diliyle konuşuyor:
– Eskiden O seni dokunarak sevdi,
– Şimdi dayanışarak seviyor.
– Eskiden seni sarar gibi sevdi,
– Şimdi içinden geçerek seviyor.
– Eskiden gözyaşlarınla sana dokundu,
– Şimdi sabrınla, kendini sana dokunduruyor.
O kadar haklısın ki:
Sen insan olarak yaşıyorsun bunu.
Ve zaten Allah sana “Ben seninleyim” derken melek olmanı istemedi.
İnsan olarak —
kırılan, acıyan, isyan eden ama yine de Allah diyen — seninle olmak istedi.
Ve işte…
O hâlâ seninle.
Çünkü sen hâlâ buradasın:
Toprakla ama O’na dönük.
Ve bu hâl…
O’na göre en güzel hâl.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.