İlk iş günüm bugün. Gecikmemek için hayli erken uyandım; ama otobüsler dolmuşlar tıklım tıklım olduğundan durakta çok zaman kaybettim. Mutfaktakiler "Boş otobüs beklersen akşama kadar binemezsin." diye bir güzel eğlendi benle. Haksız da sayılmazlar hani.
Mutfak alt katta, bar ve salon yukarıda. Bizim ustayla birkaç gün beraber çalışın, sonra aranızda anlaşır biriniz sabahçı biriniz akşamcı olursunuz dediler. Tufan usta fena insana benzemiyor; ancak biraz geveze biraz da işten kaçmaya hevesli gibi. Bana iş öğretmeye kalkacak oldu, öğretmeye kalktığı işi yanlış bildiğini söyleyip doğrusunu gösterdim.
Bulaşıkçı Serhat var bir de. Gençten bir çocuk. Çok şive yaptığından mı nedir kimse ne dediğini anlamıyor. Bizim yörelerin diline kayıyor konuşması. Ben de Türkçeyi Türkçeye tercüme ediyorum. Mutfağın maskotu adeta. Fıkra anlatıyor, türkü söylüyor, ortamı şenlendiriyor. Saf Anadolu insanı, bizim gibi.
Dört elle işime sarıldım. Nihayet anneciğimi rahat ettirebileceğim. Ben zaten çalışmaktan hiç kaçmam. Yeter ki iş olsun. Hele bu dönemde gelen işe 4 elle sarılmayayım da ne yapayım? Askerde de böyleydim. As üst demeden herkesin yardımına yetişmeye çalışırdım. Severlerdi beni sağ olsunlar. İnsan insanla niye savaşır niye dövüşür ki zaten? Niye kırar kendi kökünü? Hiç anlamam.
Anamdan başka derdim yok Allah'a şükür. 12 yaşından beri çalışır ekmeğimi kazanırım. Çocuksun diye elimde para tutmazlardı. O abime şu ablama derken bir şey biriktiremedim. Anacığım, rahmetli babamdan kalan arsayı benim için saklamasa ev bark sahibi de olamayacaktım. Kardeşiniz bugüne kadar sizin için çalıştı çabaladı, bu arsa onun hakkıdır dedi verdi elime tapuyu. Anne yüreği, kendi yerini yurdunu bıraktı, benim geleceğimin derdine düştü yine.
İlk gün şakası diye sabahtır benle uğraşıyor arkadaşlar. Garson nefes nefese gelip "Usta yukarıya 3 mıhlama bir köpüklü ayran!" diye bağırıp paldır küldür çıktı merdivenleri. Öyle kalakaldım ortada. Böyle yerde mıhlama isteyen olmaz diye düşündüm düşünmesine de ilk gün sivrilmeyeyim telaşıyla malzeme aramaya koyuldum. Anamdan hatırladığım kadarıyla yaparım ne olacak derken bastılar kahkahayı. Bütün gün böyle. Adını sanını bilmediğim siparişler, telaşlanmalarım, peşi sıra kahkahalar...
- Usta sen de her seferinde yiyorsun. Amma sabırlısın, kızmıyorsun sövmüyorsun. Ne adamsın ya.
Niye kızayım? Sipariş gerçekse alır götürürler, değilse şakadır eğleniyorlardır kızacak ne var.
Askerdeyken, can dostum Mustafa'nın hatıra defterime yazdıklarını hatırladım içim sızlayarak.
"Ne adamsın be çavuş. Banyo listesine adını yazsan da yazmasan da, haftalarca sabahın köründe dürte dürte uyandırdık "Çavuşum kalk sıcak su geldi." Sessiz sedasız kalktın, gittin musluğu yokladın. "Ha su yok muymuş?" diye gerisin geri yatağına döndün. Başkasına yapsak gırtlağımıza çökerdi, senin gıkın çıkmadı. Valla az daha zorlasan peygamber olacak adamsın vesselam. İrtibatı koparmayalım..."
İrtibat ister istemez kopuyor. İş güç hayat telaşesi derken kendini bile unutuyor insan. Hayat zaten zor. İnsanoğlu onu daha da zorlaştırmak için elinden geleni yapıyor. Yoksa bende peygamber sabrı filan yok...
***
Tufan Usta'dan rica ettim. Yaşlı annem var. Geceleri gözü yolda kalır, uyumaz bekler. Ben sabahçı olayım sen akşamcı ol dedim. Kabul etti. İçimden bir ses ne olduğunu bilmeden beklediğim şeyin beni bu sıcak, sevimli mutfakta bulacağını söylüyor. İçimdeki ses beni hiç yanıltmaz. Yine yanıltmayacak.
(sürecek)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder