Bir gece yarısı yazma sancısı daha. Bu kadar
iddialı bir başlık atmak doğru değil; ama gecenin bu saatinde –en azından
yazıya başladığım an itibariyle hala gecenin bir yerlerindeyiz.- “Aslında içimi
dökmeye, derdimi anlatmaya ihtiyaç duyuyorum.” demek için daha uygun bir başlık
bulamadım ve daha fazla arayamıyorum.
Kim neden yazar bilmiyorum; ama ben neden blog
yazdığımı gayet iyi biliyorum. Neden yazdığımı, neden yazmadığımı da. Beni
bloğumun içeriğine aykırı bir biçimde yazmaya iten neden ikinci kısım aslında.
Bu bloğu neden yazdığım değil, neden yazmadığım. Yani ne olsun, ne yapılsın
diye düşünerek yazmaya başlamadığım ve devam etmediğim.
Çok kısa bir zaman oldu bloğumu açalı. Beni
çok üzen bir durum sonrası biraz kafamı toplamak, biraz ruhen dinlenmek için
kendime zaman tanımış ve beynimi “ben” dışında hiçbir şeyle meşgul etmemeye
karar vermiştim. Özet geçersem evde boş boş oturuyordum yani. Üstesinden
gelemeyeceğim bir sıkıntıyla karşı karşıya olduğumu düşünüyor, üzülüyor, çözüm
arama zamanına kadar dinlenmeyi umuyordum. Bir şeyler karaladım, sildim. Yazdım
sildim, sildim baştan yazdım.
Lise yıllarımda öğretmenlerim, arkadaşlarım
tarafından okunan yazılarımın, şiirlerimin; zorlu geçen üniversite yıllarımda
yazılmasının da okunmasının da azaldığını fark etmiştim. Ve zamanla da yazdığı bir şeyin okunmayacağını bilmenin insanı git gide yazmaktan uzaklaştırabildiğini.
Hangi terzi kimsenin giymediği elbiseler dikmekle uğraşır? Kimse dinlemezse
şarkı söylemenin ne kadar anlamı olur? Durumlar insanı yalnızlığa yalnızlık da
başka şeylere itiyor işte. Sadece küçük örnekler...
O gün de bu duyguyu yoğun bir biçimde
yaşayınca internetle çok aram olmasa da bir blog açmaya karar verdim. Nasıl
yapılacağını bilmemekle beraber Bismillah deyip kolları sıvadım ve sağ olsun
blogger’ın da beni yönlendirmesiyle SÖZ SANATI’na sahip oldum.
Şarkıcılar şarkılarından “Hepsi bebeğim gibi.”
diye bahsedince alaycı alaycı gülen biriyim ben. Şimdi onlara benzeyecek
olduğumu bilsem de benim için özel bir çocuktan farksız olan bu bloğu ifade
edecek daha uygun bir söz bulamıyorum. Henüz doğurduğum, büyüse de büyümese de,
çoğalsa da ıpıssız kalsa da benim için daima bu kıymette kalacak biricik
bebeğim oldu SÖZ SANATI.
Burada paylaştığım her satır, ÖZEL. Bazen
yıllar önce yazılmış bir şiir, bazen şuursuzca bir çırpıda yazılıp bırakılmış
öylesine bir yazı, bazen bir tek kişiye adanmış satırlar, bazen bir öykü, bazen
o bazen bu… Hepsi eşit derecede özel.
Bu
blog neden yazılmıyor?
Bu blog yazdıklarım birileri tarafından okunup
bir eleştirmenmişçesine orası burası irdelensin değiştirilmeye çalışılsın diye
yazılmıyor.
Bu
blog, buyurun bakın bakalım güzel yazmış mıyım yazmamış mıyım düşüncesiyle
yazılmıyor.
Bu
blog, okuduklarının dışında saçmasapan şeyler arayan art niyetli insanların laf
olsun diye söylenmiş sözleriyle didiklenmek için yazılmıyor.
Ne
bileyim bir Dostoyevski edasıyla yazılmıyor. Herkes gibi, patik ören, makyaj
ürünü tanıtan, birbirinden güzel kıyafetler tasarlayıp dikip bunları
başkalarıyla paylaşan ya da sadece günlük tutan herkes gibi son derece masumane
bir şekilde yazılıyor. Sadece paylaşmak için yazılıyor. Sunmak için yazılıyor.
Biliyorum yaşamımın her döneminde olduğu gibi,
aklımdakileri bu kadar çıplaklıkla söylediğim için yine kabalıkla, sertlikle
filan itham edileceğim; ama dediğim gibi artık talimliyim ve bu itham pek
dokunmuyor.
İşin öz kısmına gelirsek, yazdıklarıma zaman
ayırıp okumayı ve yorum yapmayı seçen “bazı” insanlara bir çift lafım var.
Nasıl yazdığımla değil ne yazdığımla
ilgilenirseniz bu bloğun neden yazılmadığı konusunda kendimi ifade etmiş
olacağım ve yorumlarınız da benim için anlam kazanacak.
Yani şu meşhur program gibi düşünün. Bu tarz
benim. Bu kalem benim. Ben böyle yazıyorum. Ben bir gazeteye eşsiz çarpıcı
şeyler sunmak zorunda olan biri değilim, büyük bir yazar değilim, çok iyi
yazıyorum iddiası olan biri zaten değilim. Her blog yazarı gibi kendi dünyasını
ayırmanın peşinde olan bir vatandaşım. Yazmak bana külfet değil ki. Havadan
sudan daha lazım olan, şekerden daha tatlı gelen bir şey. İşte aynı böyle
uykudan bile daha güzel gelen bir şey. Pasta yapmayı seven, kıyafet dikmekten
hoşlanan, yemek yaparken dünyayı unutan, makyajdan anlayan ve bundan konuşan
herkes gibi bir blog yazarıyım ben… Tek fark bu bloğun kelimelerle uğraşıyor
olması.
Yani bana “Şunu kötü yazıyorsun şiirde iyisin
öyküde fena değilsin şunda cart bunda curt”la gelmeyin YAYIMLAMIYORUM artık
anlaşıldığı üzere. Yayımlamıyorum; çünkü sana gelene kadar benim yazdıklarımı
okuyacak değerlendirecek, tanıdık, bildik, güvendik yığınla insan mevcut zaten.
Yayımlamıyorum; çünkü sen art niyet sahibi bir bireysin, masum okuyucu ya da
blog ziyaretçisi değilsin. Benim için bir daha buraya uğramaman evla o derece art
niyetlisin yani. Bırakın Allah aşkına kendini geliştirmek, eleştiriye açık
olmak zırvalarını. Sevmiyorum ben. Ne bilinir ki insanın kimseye mahal
vermeyecek kadar kendine iğne batırmadığı? Çuvaldıza hacet yok belki ne
biliyorsun? Onu da geçtim başkasına ön yargı, eleştiriye açık olmak,
tarafsızlık gibi hassas konularda ahkam kesen bireylerin bu ahkam
kestikleri konularda diğerlerine açık ara fark attıklarına sayısız kez tanık
olmuş bir insanım ben. Bana fıkra gibi geliyor ninni gibi geliyor artık bu
zırvalar. “Yav he he.” deyip geçilecek tipler başka şey değil.
Hem ne diyorum? Ben bilmem ne gazetesinin başyazarı,
filanca derginin köşe sahibesi değilim arkadaş ya. Daha bir aylık bir bloğun
sahibiyim ve yazmayı sevdiğim, yazdıklarımın okunmasını da istediğim için
paylaşan biriyim altı üstü. Yeri gelecek aynen böyle “Bu çöplük benim.” diye öteceğim
yeri gelecek gelip burada ağlayacağım yeri gelecek hiçbir anlam ifade
etmeksizin sadece yazacağım ne biliyorsun? Neden kendi kendine edebiyat
eleştirmeni tribine giriyorsun ki? Kaç kitap okudun hayatında? Hiç eleştiri
yazısı yazmışlığın onu da geçtim okumuşluğun var mı? 5 tane şair say desem
cidden sayabilir misin? Öykü denen tür nasıl ortaya çıkmış bunu kim büyütmüş? Senin
sosyal ağlardan adını sanını ve de üç beş dizesini ezberlediğin hangi şair
hangi yazar “eleştiriye açıklık, ön yargısızlık, tarafsızlık, yılda bir şiir
yazmak” gibi dil klişesi vasıflara sahipti? Neredeyse hiçbiri. Okusan
tanısan zaten dünyanın en büyük yazarlarının bile senden benden fazla ya da
eksik olmadığını bilirdin. Çoğu bencil, ukala, küstah, acı çekmeyi seven,
hastalıklı, takıntılı, sorunlu insanlar. Çoğunun komik acınası zayıflıkları var
kendi ağızlarıyla ballandıra ballandıra anlattıkları. Hiç de iddia ettiğin gibi
peygamber vasıflı ermişler, dervişler yok ortada. Neyse işte bunlar işin
başka bir boyutu elbette.
Kimse senin safsatalarına sen istiyorsun diye
kafa sallamak zorunda değil. Seversen gelip okursun sevmezsen gelmez ve
okumazsın, karışık bir şey yok ortada değil mi? Ya da bir şeyler söylemek
istersen gerçekçi olursun okuyucu gibi davranır ve “Ahmet Bey de kendini
öldürmeyeydi iyiydi.” “Ayşe de evi terk etmeseydi keşke.” filan gibi ne bileyim
belli sınırlar içinde düşüncelerini yazarsın ya da şöyle düşün okuduğun her
şeye söyleyecek bir şey bulmak zorunda değilsin. Söylemek için –iyi veya kötü-
kendini zorluyorsan zaten “masum okuyucu” değilsin...
Takibinde olduğum bir blog sahibesine yorum
bırakırken karşıma çıkan not nasıl hoşuma gidiyor anlatamam. “İyi, güzel
şeylerden söz et. Gerisi her yerde var.” Bu değildi tam olarak; ama içeriği
kesinlikle bu.
Yok
kendini geliştirmekmiş yok bilmem neymiş… Yaratıcı yazarlık kursuna giderdim
öyle bir derdim olsa. Kendimi geliştirmek için sana neden ihtiyacım olsun ki?
Sen, tanımadığım etmediğim vatandaş, neyine güvenip de benim gelişimime katkıda
bulunabileceğin gibi bir fikre kapıldın??? Ben kendimi geliştirmek için bu yaşa
kadar seni mi bekledim? Hayır tabii ki.
Art niyetsiz olduğundan adım gibi emin olduğum
insanlarla muhatap olmak istiyorum artık; çünkü çok haklı bir biçimde yorgunum.
Enerji tüketemem her cümlesinin her
harfinden fenalık akan kişilerle. YOK SAYARIM. Ötelerim fişlerim ayrı koyarım
hiç de üzülmem. Sapasağlam bir yalnızlıkta yanımda bulduğum 3 olur 5 olur ne
olursa artık, ama yüreğinin art niyetsizliğinden kendim gibi emin olduğum
insanlarla, onlar olmasa da onlarsız, 1 kişilik yürürüm de yaşarım da hiç sorun
değil.
Ben nasıl ki kimsenin emeklerine, beğenilerine
şekil vermeye çalışmıyor; sevdiğim yerde duraklıyor sevmediğim yerde
ilerliyorsam, başkalarından da aynı tavrı görmeyi umut ediyorum. Hiç kimse
kendisine höt höt eden ne idüğü belirsiz insanları gülücükle karşılayıp kucaklamak
zorunda değil. Bunu iddia eden insan, ona minicik bir eleştiride bulunan ilk
kişiyi tüfekle kovalarken görüldü, o derece.
Yazmak böyle bir şey işte. Gece diye
başlıyorsun sabaha karşı’da buluyorsun kendini. Buraya, bana ait bir blogda
benim tarafımdan yazılmış özel satırlar okuduğunun farkında olarak, “eleştirmen”
değil “okuyucu” olduğunu idrak etmiş bir şekilde gelip giden herkese teşekkür
ediyorum ki onların şu yazıyla zerre ilgisi yok zaten.
“Blog neden yazılır?” kısmına açıklık
getiremediğimi biliyorum; ama özetlersem kim neden yazıyorsa gerekçe odur işte.
Sorgulamak ne bana düşer ne başkasına. Sevdin mi? Ziyaret eder bakarsın okursun
filan. Sevmedinse uzaklaşırsın kimse seni zorlayamaz bitti bu kadar.
Sevmediğin bir yazarın kitabını almadığın,
beğenmediğin bir kazağı alıp giymediğin gibi aynı…
Gidip
o yazara “Şunu şöyle yazsan şu kadar zamanda yazsan daha iyi olurdu.” ya da o
fabrikaya “Şurayı şöyle imal etseymişsiniz ne iyi olurmuş.” demediğiniz gibi.
Bitirirken fark ettim, SÖZ SANATI 40 GÜNLÜK
olmuş bu arada…
İyi
ki doğdun bebek. Kırkın da çıktı işte…
Blogger çok geliştirdi beni mesela.Bu benim aşırı acemiliğimden kaynaklanıyor büyük ihtimal.Yazmasam rahatlayamıyorum.Yük oluyor bana o yüzden yazıyorum.Paylaşmak da ayrı bir mutluluk bence.Çok seviyorum senin yazılarını okumayı.Kalemini de çok beğeniyorum.
YanıtlaSilNeden mi blog yazarız?
YanıtlaSilBence...
Çünkü yalnızız
Çünkü reel alemde pek de düşüncelerimizi, ilgilerimizi paylaşabilecek bir çevreye sahip değiliz
Çünkü daha geniş kitlelere ulaşmak istiyoruz
Çünkü yazmak bizi rahatlatıyor
Çünkü bas bas bağırmak için gök kubbe kapılarını sonuna dek açmışken, bir bilgisayar ekranında açılan pencereden dünyaya haykırmayı tercih ediyoruz
Çünkü bizim gibi düşünen insanlara bu yol ile ulaşmak daha kolay
Aklıma gelen nedenler bunlar.
Sen hiç kimseye aldırma canım benim. Kaleminde sözcükler dökülsün dilediğin gibi. Hepsi çok özel, hepsi çok anlamlı emin ol. Söz Sanatı' nın nice 40 günlerine birlikte şahit olabilmek dileğiyle :)
Offf... ne güzel....ne güzel bir yazi olmus bu. Icimin yaglari eridi okurken adeta:) Ellerine saglik!
YanıtlaSilBirileri eski yazılarda gezinmiş :) Tüm yorumlara cevap vermiştim aslında; ama bir sebepten yazdıklarımı silmem icap etti. Yeri gelmişken bunu da izah edeyim dedim, burnu havada görünmek istemem :)
SilAyrıca tekrar okudum da yazıyı biraz sert yazmışım gibi geldi :) Ama, o dönem sık geliyordu öyle yorumlar. İyice canım sıkılmıştı. Bu yazıdan sonra kesildiklerini düşünürsek yazmak zorunda kalmışım diyelim :) Çok teşekkür ederim eski yazılara zaman ayırmışsın. Hayırlı sabahlar :)