29 May 2016

DÜŞKIRAN-14

                                                               TANIDIK BİR YABANCI



Her bakımdan kötü geçen bir günün ardından ayaklarım beni Medet'in küçük emlak dükkanına götürdü. Ankara'nın benimle zoru olduğuna inanıyordum artık. Kime sorsam, Ankara Ankara olalı böyle yoğun ve düzenli kar yağışı görmemişti... Kışını yanında taşıyan biriydim ben. Neredeysem; orada mevsim kış, iklim ayazdı.
Vakit geç olmamasına rağmen dükkan kapalıydı. Gündüz dükkan kapatma huyu yoktu Medet'in. Hasta olabileceğini düşünüp endişelendim. Koşarcasına karşıya geçip 5. kattaki dairesinin ziline bastım. Cevap gelmedi. Birkaç kez uzun uzun bastım, yine cevap yok. Aramak gelmiyordu içimden. İçeride olmadığını bilmeme rağmen içeride olduğuna; ama bir sebepten kapıyı açmadığına inanmak; yüksek ihtimalle doğru çıkacak olan tahminime inanmaktan daha iyi geliyordu. Arayamazdım. Arasam, duyup öğreneceğim şeye dayanamazdım. Şimdi hiç sırası değildi... Hiç. 
Binanın girişindeki basamaklardan ilkine oturup başımı duvara yasladım. Kapı hiç açılmayacakmış gibi kapalı, bina hiç kimse girip çıkmayacakmış gibi sessizdi. Nasılsa birazdan uyanıp dışarı çıkardı. Veya dışarıdan gelir eve girerdi. Yani öyle olsundu n'olur...
Düşünmeye koyuldum. En iyi konuşmacısı olduğum münazara topluluğundan, ekip arkadaşlarımın her müsabaka sonrası dışarı çıkıp aktivitelerde bulunmaları nedeniyle ayrılmak zorunda kalmıştım. Yemeğe, sinemaya, tiyatroya, bowlinge, paten kaymaya gidiyorlardı birlikte. Onlara katılmamam gittikçe dikkat çekmeye başlamış, şakayla karışık söylenir olmuşlardı. Bunlara ayıracak param yok diyemiyordum. Ve kaçınılmaz son gelip çatmıştı... Üzülerek ayrılmıştım grubumdan.
Başkaları için eğlence olan münazara etkinlikleri benim için okula bağlanmamı sağlayan temel nedendi. Yaşamımın o dönemine dek, konuşarak kendimi ifade etme fırsatını neredeyse hiç bulamamıştım. Ama, burada konu ne olursa olsun doğaçlama ve aralıksız biçimde dakikalarca konuşabiliyordum. O kadar çok kitap okumuştum ki her şeyden biraz anlıyordum ve hepsini ifade edecek kadar çok sözcük vardı zihnimde. Konuşuyor, konuştukça rahatlıyor, bir gruba ait olmanın mutluluğuyla güçleniyordum. Ama, hayatın bana merhamet etmeye niyeti yoktu. Her şey konuşmamam için planlanmıştı. Konuşmamalıydım ben. Bitimsiz, derin bir suskunluğun içine itilmeli; hep susmalıydım... Sahip olduğum tek konuşma olanağını da yine maddi zorluklar nedeniyle kaybetmiştim işte. Dünyayı ayaklarımın altından çekip alsalar ancak bu kadar üzülürdüm...
Orada öyle ne kadar kaldım bilmiyorum. En son hatırladığım şey ellerimin donmak üzere olduğu ve gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken hayal meyal karşımda beliren Medet'in yüzü...
Beni söylene söylene yukarı, eve götürmüş; girer girmez de koşarak kombiyi açmıştı. Neden habersiz geldin? Neden geldiğinde aramadın? Neden o soğukta bekledin? Aklını mı kaçırdın? İnsan bir telefon etmez mi? Donarak ölmek mi istiyorsun? Zile basmadın mı? Evde olmadığımı anlamadın mı? Sordukça soruyor, kızdıkça daha da kızıyordu... Bu sırada kombinin başucuna geniş bir minder koymuş, oturmama yardım etmiş, ellerimi avuçlarının arasına alarak ovalamaya başlamıştı.
- Ne kadar zamandır bekliyorsun?
- Bilmiyorum.
- Donmaktan kıl payı kurtulduğuna göre epeydir bekliyor olmalısın. Ah Sarmaşık ah, niye aramadın beni niye...
- Ne zaman sığınmak istersen gel, aramana gerek yok demiştin bana.
- Yok tabii güzelim, bir yere gitmeyeyim seni bekleyeyim diye dedim. İyi mi oldu şimdi böyle? Hasta olacaksın, ellerin donmuş, yüzün kireç gibi, burnun patlıcana dönmüş.
Uzanıp burnuma küçük bir öpücük kondurdu. 
- Donmuş deli kız, donmuş... Sen iyice ısın, ben çay demlemeye gidiyorum.
Beni yavaşça kombiye iterek:
- Yaklaş biraz daha, hah şöyle. Güzelce ısın. Hasta olacaksın iyi mi oldu böyle...
Rakı kokusu yoktu üstünde. Demek ki içmeye gitmemişti... Bu düşünce bana iyi gelmiş olacak ki daha iyi hissetmeye başlamıştım kendimi. İşleri vardı dışarıda belli ki. Evden dışarı adım attığı her seferinde gidip körkütük sarhoş olacak hali yoktu ya? En kötüsüne öylesine alışmıştım ki işinde gücünde koşturan adamı ne hallerde düşünmüştüm... Gidip boynuna atılmamak için zor tutuyordum kendimi...
Az sonra elinde çay tepsisiyle geldi. 
- Biraz daha iyisin değil mi? Niye aramadın ki? Erken dönerdim.
- Reha'yla olduğunu düşündüm.
- İçtiğimi düşündün yani?
Yüzüne bir gölge düştü. Evet öyle düşündüm. Öyle düşünmem için geçerli sebeplerim var çünkü. Öyle düşündürtecek kadar içiyorsun sen...
Sessizce çay içmeye koyulduk. Akşam olmuştu bile. Olduğum yerde yadırgıyordum kendimi; ama ayrılamıyordum oradan. Bin tane ben burada ne yapıyorum'un ortasında, onun gözlerini dolduran siyah bebeklerine bakıyor; çayı höpürdetmeden içişini izliyordum dikkatle. 
- Ne oldu bugün? Bir şey olmuş belli.
Ona kısaca münazara topluluğu konusunu anlattım. En az benim kadar üzüldü. Ne dese faydasız olacağını bildiğinden sustu bir süre. 
- Senin de canını sıktım af edersin.
- Canımı bile sıkamayacaksan ben niye varım be güzelim... Şimdi sana yardım etmek istesem, kabul etmeyecek bir de üstüne kızacaksın. Ne yapabiliriz onu düşünüyorum.
- Yardım derken para vermeyi kastediyorsan tabii kızarım. Para istemeye gelmedim ben. Konuşmak, dertleşmek için geldim.
- Konuşmak da bir şeyi çözmüyor ki. Bu sorun hep yakanda olacak. Zaten hassas, kırılgan bir şeysin daha ne kadar dayanırsın bilmiyorum.
Onu bu yüzden seviyordum. Bilmiyorum, bir şey yapamam, konuşmak çözüm değil deyip fırtınada tek başıma bırakmıyordu beni. Sarıp sarmalıyordu hiç değilse. Sevgisiyle kuşatıyor, saldırıdan en az yarayla kurtulmam için benimle çabalıyordu.
- Bu gece burada kal. Seni yalnız bırakmak gelmiyor içimden.
Gitmek isteyen kimdi zaten... Hep onunla kalsam, hep öyle kalsak, birbirini seven, anlayan, birlikte susmaktan bile sıkılmayan iki insan olarak... Ne güzel olurdu.
- Olur, dedim.
Yemek yedik. Televizyonda ne var ne yoksa seyrettik birlikte. Başımı göğsüne koyup dinlendim. Az yıllara sığmış büyük yaralar kanattım etine. Vücudumun ve kalbimin olanca ağırlığıyla çöktüm hayatına. Olanca gücümle kalbinin ağırlığını sırtladım. Yaralarımızı açtık karşılıklı. Susarak anlaştık. Susarak hafifledik. Susarak çare olduk dinmek bilmeyen ağrılarımıza.
Uyumuşum. Uykunun nasıl tatlı bir şey olduğunu hatırlamış olarak gözlerimi açtığımda, beni uyandırmamak için kıpırdamamış olan Medet'in kaskatı kesildiğini fark ettim. Güldüm.
- Uyandın mı kara kız?
- Uyandım. Yazık sana, parmağını bile kıpırdatmamışsın.
- Çok güzel uyuyordun çok. Uyandırmaktan çekindim.
- Ben mi güzel uyuyordum? Hadi canım sen de. Kim bilir nasıl horlamışımdır.
- Yemin ederim melek gibiydin. Hatta o kadar sessizdin ki bir ara nefes alıp almadığını kontrol etme ihtiyacı hissettim.
Göğsüne sokuldum iyice. O güne dek yaşadığım en güzel andı. Oda sıcaktı. Yüreğim sıcaktı. Medet'in yüreği... Sımsıcaktı...
Sonra yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Dudaklarını dudaklarımda hissetmemle onu itip ayağa fırlamam bir oldu.
- Ne yapıyorsun?
- Özür dilerim, özür dilerim.
- Bu kadar incelik, bu kadar özen bunun için miydi yani?
- Değil tabii ki. Sadece öpmek geldi içimden; ama hata ettim özür dilerim.
- Ben gidiyorum.
Kapıya yöneldim. Beni kolumdan tutup kendine çevirdi.
- Sarmaşık özür dilerim. Seviyorum, ilgi duyuyorum, öpmek istedim sadece. İnan başka bir niyetim yoktu.
O ana kadar bana öyle güzel, öyle ince davranmıştı ki, uygun olduğunu düşündüğü bir zamanda küçük bir öpücüğe karşı koyamamasını anlayabiliyordum aslında. Ben sonrasından ürkmüştüm. En iyisi hiç başlamamak, başlamasına izin vermemekti.
Kalkanlarımı indirdiğimi gören Medet biraz rahatlamıştı.
- Böyle bir günde, sen bunca şeyle uğraşırken benim öpücük derdinde olmam doğru değil; ama bir an işte... Tutamadım kendimi ne yapayım. Sana söz veriyorum bir daha olmayacak. Ne yapmamı istersin, nasıl affettireyim kendimi?
- Tamam, unutalım. Ben de aşırı tepki gösterdim zaten. Sanki tecavüze yeltenmişsin gibi...
- Kendimi senin güvenini kullanan bir alçak gibi hissediyorum. Bir şey yap. Bir şey yap eşitleyelim durumu, hadi.
Şaşırdım.
- Nasıl yani bir şey yap???
- Seni ne rahatlatacaksa işte. Öfkeni bitirecek, bunu olmamış saymana yarayacak ne varsa onu işte.
- Yok öyle bir şey. Tamam, unutalım diyorum.
Geri geri gidip koltuğa oturdu. 
- Gel vur bana.
Duyduğum şeyi doğru duyduğuma emin olmak için:
- Vurayım mı? diye sordum.
- Evet, gel bütün gücünle vur.
- Daha neler... Tabii ki sana vurmayacağım.
- İyi gelecek göreceksin. Gel bir tokat at içinden geldiği gibi.
- Medet korkuyorum senden. Keser misin şunu?
- Korkacak bir şey yok. İnan senin için söylüyorum. Bir de ben hesabı kapatılmamış sıkıntılar vermek istemiyorum. Gel ne kadar kızdıysan öyle vur.
- Kızmadım.
- Kızdın. Gözlerinde okudum ne kadar kızdığını. Onu bir yana bırak, hayal kırıklığına uğrattım seni. Eşşek gibi pişmanım, bir tokadı hak ettim.
- Etmedin tabii ki. Kimse tokadı, şiddeti hak etmez. Kes şunu diyorum sana!
- Bana vurmak istiyorsun Sarmaşık. Bana vursan sana iyi geleceğini biliyorsun. O zaman neden vurmuyorsun? Ne engelliyor seni? Vur diyorum. Okkalı bir tokat at bana, kapansın mesele.
O an ona tokat atmamı öyle çok istiyordu ki... Neden diye düşünmek aklımın ucundan bile geçmedi. Benim için değil, daha çok kendi için ister gibiydi bunu. Kendi içindeki pişmanlığı, acıyı, üzüntüyü dindirmek için. Yalnızca o anın pişmanlığını değil, bütün yaşamının pişmanlığını dindirmek için hem de.
Ağır ağır yaklaştım yanına. Gözlerimiz buluştu. Başıyla hadi diye işaret etti. Hazırım... 
Sağ elimle şiddetli bir tokat attım. Şaşkınlığım, öfkem ve endişem bir araya gelmiş, Medet'in yanağında korkunç bir sesle patlamıştı... O kadar şiddetli vurmak istememiştim; ama yaşananlar bu noktaya sürüklemişti meseleyi. 
- Medet, af edersin. Çok çok özür dilerim.
- Çekil.
- Ama, sen söyledin vurmamı? Israr ettin? Tetikledin beni?
- Çekil diyorum. 
- Medet benim aklımda bile yoktu, vur dedin.
Ağlıyordum. Absürd bir komedinin ortasında anlamsızca ağlıyordum.
Gözleri kan çanağına dönmüş, alnındaki damarlar şişmiş, her hücresi öfkeyle dolmuştu. Kendini tutmasa bana zarar verecek kadar kızmıştı ve sebebini anlamıyordum bile.
- Bana vur diye yalvardın neredeyse? Neler oluyor hiçbir şey anlamıyorum. Ne bu şimdi?
Duvar gibiydi. Kıpırdamıyor, bana bakmıyor, konuşmuyordu. Boynuna sarıldım.
- Yüzüme bak! Neyin var senin? Ne var içinde, ne taşıyorsun söylesene!
Ses soluk yok.
Yanağından, alnından, burnundan, en son dudaklarından öptüm... Yine kıpırdamadı. Ağlamamın şiddeti artınca kayıtsız kalamayarak ellerimi tuttu. Yanına oturttu yavaşça.
- Vur dedin, tokat at dedin, benim için yap dedin... diye konuşmaya çalışıyordum hıçkırıklar arasında.
Bir şey söylemeden sımsıkı sarıldı bana. Öyle sıkı sarıldı ki, istesem de istemesem de hep böyle sıkı sarılacağını anladım. Nefes aldırmayarak... Anlatmayarak... Anlamama izin vermeyerek... Yaşanmış olanların öfkesiyle kavrulduğunu hissettirir, yaşanacaklar namına şimdiden özür dilercesine... Af beklercesine... Beni seven, beni çok seven bir yabancı gibi tanıdık bir merhametsizlikle sarıldı.
Onu her ne için cezalandırmamı istedi ve sonra her ne için bundan acı duyduysa... Hiç bilmedim ben. 

(sürecek)

18 yorum:

  1. Bu sefer çok açtın arayı :( Ama sana bişey diyim mi iyi olduğunu görünce aman diyorum yazmasın da varsın iyi olsun.. Bölüme gelirsem Medet git gide canımı sıkıyor, aklı başında birisi gibi davranmıyor bence..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne güzel bir insansın sen :) İyiyim merak etme canım benim. Her ne kadar ben kaleme alıyor olsam da, bence de aklı başında tavırlar değil bunlar...

      Sil
  2. Medet çok enteresan bir karakter. Sarmaşık'ı da kendi karmaşasına sürüklemesinden korkuyorum. Öykün, bu yağmurlu bahar gününde bana kışı hissettirdi. Yazı bittiğinde üşüyordum zira :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Galiba çok geç :( Karmaşanın göbeğine sürükledi bile çoktan... Ama, üşüdüysen tamamdır :) Teşekkür ederim canım, sevgiler.

      Sil
  3. Medetle güzel başlayan bişeyn güzel gitmesi imkansız gibi görünüyor. İnşallah bu gerçeği sarmaşık ta görür geç olmadan :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Keşke inşallah'la maşallah'la olsaydı bazı şeyler Sedacım... Teşekkür ederim yorumun için, sevgiler.

      Sil
  4. Medet konusunda başka şekilde düşünen biri çıkacağını hiç sanmıyorum.Biraz garip bir tip yani neyi ne zaman neden yapacağı pek belli olmuyor. Kafasına kırk tilki dönüyor gibi bişi. Kıza zorla kendine tokat attırıp sonra tokat attığı için kızmasından belli. Sarmaşığı daha zor günler mi bekliyor acaba? Yine çok akıcı ve çok etkileyici yazmışsın senden beklendiği gibi. Kalemine sağlık..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Neyi ne zaman, neden yapacağı pek belli olmuyor." kısmı, yeterince hayat tecrübesi olan biri için aslında birçok ipucu veriyor; ama Sarmaşık duygusal anlamda olgun biri olsa da bunun getirebileceklerini görecek kadar hayat deneyimine sahip değil. Sanırım, evet daha zor günler bekliyor onu. Çok teşekkür ederim, sevgiler.

      Sil
  5. Malesef elde olmayan şeyler yüzünden 3-4 bölümünü okuyamadım bunu da okumadımki olayları karıştırmayayım. Allahtan az yazmışsın :) Okudukça yorum yazarım ben görüşürüz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merak etmeye başlamıştım :) Hoş geldin. Tabii ne zaman fırsat bulursan o zaman okursun, görüşürüz.

      Sil
  6. Medet bir yandan Sarmaşık'ın yalnızlığına ilaç olup yaralarını sarıyor hissi uyandırırken, diğer taraftan da onun kalbinde daha derin yaralar mı açmaya çalışıyor?
    Eminim Sarmaşık dipsiz kuyulardan çıkmaya çalışırken bu kadar yalnız ve çaresiz olmasaydı Medet'in yanında durmazdı.. Aslında Sarmaşık da biliyor Medet'le uyumlu bir çift olmadıklarını. Tutarsız davranışları, sürekli içki içiyor olması, gizli saklı, esrarlı yanlarının olması, arkadaş çevresi... Sanırım Sarmaşık kafasındaki soru işaretlerine rağmen elini tutan bu tek ele tutunuyor...

    Yalnız yazılarınla ilgili bir eleştirim olacak.. Ne kadar uzun görünürse görünsün, o kadar akıcı ki; hemen bitiveriyor..:)Bitince alıyor beni bir merak..:)

    Bir de okuyucuya yaşıyormuş hissi veren anlatımın yok mu; o daha anlamlı kılıyor okumayı... Başarılar diliyorum. sevgiyle kal..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yine mutluluk verici, güven aşılayan, özel bir yorum :) Tespitlerin, çıkarımların da her zamanki gibi 12'den vuruyor. Çok teşekkür ederim, sevgiler.

      Sil
  7. Medet in dengesizliği tam gaz devam ediyor. Sarmaşık için üzülmekten hasta olucam :D Ben de arayı çok açmamanı istiyorum haddim olmayarak. Merak ediyorum neler olacağını, her zamanki gibi mükemmel anlatım, kalemine sağlık ..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne yazık ki devam ediyor evet :( Her fırsatta yazmaya çalışıyorum, çok teşekkür ederim sevgiler.

      Sil
  8. Merhabalar.
    Sayfanızı ziyaret etmek için uğradığım da Düşkıran'ın 14. bölümünü paylaştığınızı gördüm ve okudum. Sarmaşık ile emlak komisyonculuğu yapan Medet'in arasında geçenlerden her ikisini de yüzeysel olarak tanımak mümkün oldu. Bu tür ilişkilerde kadınlarımız gerçekten çok daha samimi. Kadının güvenebileceğine inandığı erkek için yapamayacağı şey yoktur. Ama erkeklerimiz öyle değildir. Gerçek hayatta bunun sayısız örnekleri vardır. Geçenlerde şöyle bir söyleyiş okumuştum: "Kafasına koyduğunu yapana kadın, işine geldiğini yapana da erkek denir" diye. İşte ben bu bölümde bu söylemi doğrulayan şeyleri gördüm sanıyorum. Tabi kalemin sahibi olarak siz daha iyi bilirsiniz.

    Bu güzel paylaşım için kaleminize ve yüreğinize sağlık ve mutluluklar dilerim. Selam ve dualarımla birlikte en Güzel'e emanet olun efendim, saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Recep Bey, hoş geldiniz :) O söze sosyal medyada ben de rastladım ve benim de hoşuma gitmişti :) Tespiti her iki cins de onaylıyorsa ne yazık ki doğrudur :)) Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim, saygılarımla.

      Sil

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *