AYAZ
Hayatımda bir dönüm noktasına uyandığımı biliyorum. Bu akşam Sarmaşık'a açılacağım. Biraz korkuyorum, biraz heyecanlıyım, biraz da sabırsız...
Serhat'ın kendince bana yaptığı iyilik, Sarmaşık'ı epey korkutmuş. Önceki akşam annem, abim, yengem ve çocuklarla sofraya oturmazdan evvel köşedeki bakkaldan ekmek almaya çıktım. Cep telefonum evdeydi. Apartmana birkaç metre kalmışken, bütün mahalle bizim ufaklığın sesiyle yankılanmaya başladı:
- Amcaaa! Seni bi kız aradı amcaaa! Amca duyuyor musun bi kız seni telefonla aradı abim şimdi kapattı telefonu. Koş amca kooşş!
Verdiği haberin benim için ne kadar önemli olduğunu bilmenin keyfiyle pencereden sarkmış var gücüyle bağırıyordu hınzır...
Arayanın Sarmaşık olduğunu hissetmemle kendimi telefonun başında bulmam bir oldu. Biz insanların da istedikleri zaman hiç farkına varmadan uçabildiğini öğrenmiştim bu sayede. Yanılmamıştım. Arayan oydu.
Neden bilmem bu kısa telefon konuşmasının benim için bir Milat olduğuna inanıyordum. Öğleden sonra işe geldiğinde Sarmaşık'ın "Uygunsan bu akşam iskender borcumu ödemek isterim." demesi hislerimi doğrular nitelikteydi. İstemez olur muydum hiç? İstemenin sözlük anlamı benim onu sabırla ve tutkuyla bekleyişim olarak değiştirilebilirdi.
- Öğretmeni yeğenime bir kitap ödev vermiş, nerede bulunur bilmiyorum. Sen edebiyat okuyorsun bilirsin. Bugün birlikte bakalım mı ona da?
- Kitabın adı ne? Belki bende vardır.
- Şeker Portakalı.
- Ah... Şeker Portakalı... Vardı tabii. Okuması için verdiğim birinde kaldı. İnsanlar ödünç aldıkları kitapları hem okumuyorlar hem de geri getirmiyorlar... Ne acı.
- Güzel kitap galiba.
- Güzel de laf mı? Bende çok ayrı bir yeri var. Olgunlar Çarşısı'na gideriz birlikte. Orada yoksa Adilhan Kitapçılar Çarşısı'na gideriz. Buluruz mutlaka.
- Sarmaşık ne diyorum baksana... Bugün bir bahane uydursan, erken çıksan? Biraz kendimize vakit ayırsak güzel olmaz mı?
- Bilmem ki... Cem izin vermez.
- Yok ya Cem iyi çocuktur, okulla ilgili acil işlerim var dersen izin verir. Ne de olsa o da senin gibi öğrenci.
- Aman usta, bu nasıl öğrencilik? Altında son model arabası, okul harçlığını çıkarsın diye mısır arabası, bir de maaşlı çalışanı var. Okula gittiği bile yok. Keşke ben de öyle öğrenci olsam...
- Olsun sen yine de bir sor.
- Peki sorar, sana haber veririm.
Aslında bugüne dair çok cümle vardı kafamda. Derin dondurucuda bekletilen gıdalar gibi bekletiyordum zihnimde hepsini. Birden anlamsızlaştılar. Daha güzel, daha kuvvetli cümlelere ihtiyacım varmış gibi geldi. Telaşlandım. Kalbimdeki kuşun bir o yana bir bu yana heyecanla kanatlanmasını engelleyemiyordum. Onu tutup durdurmak istercesine elimi kalbime götürdüm. Bana ne oluyordu böyle? Cümleler... Güzel cümleler bulmam lazım benim. Hemen şimdi. Kurup sakladıklarımdan daha güzelleri... Daha gerçek, daha taze cümleler...
Sarmaşık bir saat sonra geldi.
- Cem bugün iyi gününde. Ne yapacaksın diye sormadı bile. Git işlerini hallet bu akşamlık ben bakarım dedi.
- Bak gördün mü? Kaçta çıkabileceksin?
- Sen 6'da çıkıyordun değil mi?
- Evet.
- Durakta beni beklersin. Ben de 10 dakika sonra filan çıkarım. Yukarıdakiler birlikte çıktığımızı görürse bir ton laf eder.
- Tamam, tamam, tabii... Ben iş çıkışı seni durakta beklerim.
- Görüşürüz öyleyse.
- Görüşürüz.
Ne büyük mutfakları tek başıma çekip çevirdiğim oldu. Hastalıkta, yorgunlukta, mutsuzlukta karıncalar gibi çalıştım. Saatler hep dört nala geçerdi. Ellerim tıkır tıkır işlerken zamanın aktığını fark etmezdim. Güneşin doğuşunu da batışını da görmez, şikayet etmezdim hiç. Yırtmak istemediğim bir karanlıktı benimki. Zamanın başına buyruk davranmasından gocunmazdım. İlk kez akreple yelkovana hükmetmek, "Daha hızlı, daha hızlı!" diye haykırmak istiyordum. Sarmaşık'ı geleceğini bilerek beklemek nasıl bir şeydi? Bana geleceğini bilerek beklemek...
6'ya 5 kala üzerimi değiştim. Tam 6'da çıktım. Mısır arabasının önünden geçerken hep yaptığım gibi "İyi akşamlar Sarmaşık Hanım." dedim. Hızlı hızlı yürümeye başladım durağa doğru. İşkencem uzadıkça uzuyordu. Yol uzuyor, zaman uzuyor, hasret uzuyordu...
Durağa vardığımda birazdan bu otobüslerden birine onunla birlikte bineceğimi düşünerek gülümsüyordum. Keşke önceden bilseydim, güzel çiçekler alırdım ona. Etrafa bakındım, çiçekçi yoktu.
Yarım saat sonra geldi. Benim gibi hızlı hızlı yürüyordu. Omzuna astığı çantası, elinde kitapları, yürüdükçe dalgalanan uzun, siyah saçları ile bana doğru geliyordu. Bugün bitecekti bu iş. Bitmeliydi.
- Çok beklettim mi?
- Olur o kadar, sorun değil.
- O zaman önce Kızılay'a, Olgunlar Çarşısı'na gidelim. Şeker Portakalı için.
- Seni yormayacaksam eğer...
- Kitapların arasında mutluluktan başka şey hissetmiyorum ben.
- Tamam o halde. Kitabı alır, sonra nerede yiyeceğimize bakarız.
- Ben bir yer seçtim aslında. Oraya gideriz, beğenmezsen senin söylediğin bir yerde yeriz. Olur mu?
- Beğenirim beğenirim. Otobüs kartın var mı senin?
- Var. Senin?
- Benim de var. Her gün gel git yapınca tabii...
Mahcup, güldü. Derken otobüs geldi. Bindik. Kart basıp dosdoğru en arkaya yürüdü Sarmaşık. Ben de peşinden. En arka sıradaki çiftli koltuğun cam tarafına geçip oturdu. Yanına geçtim. Kalp atışlarımı duyup duymadığını merak ediyordum. Duymuyor gibiydi. Kızılay'a kadar 20 dakikalık yolumuz vardı. Konuşsam mı yoksa konuşmasını mı beklesem tedirginliği içinde kıvranırken, o söze girdi:
- Şeker Portakalı'nı okudun mu?
- Hayır.
Hiç kitap okuma fırsatım olmadı desem? Yok yok. Kendi ipimi çekmenin ne anlamı var? Normalde kitap okurmuşum da "o kitabı" okumamışım diye düşünsün...
- Yeğenin kaçıncı sınıfta?
- 6.
Tutuk tabanca gibi çat çat... Susup kalıyordum sonra. Yapma Adil. Bir daha ne zaman onunla yan yana oturup aynı yere seyahat edebileceksin?
- Yeğeninden sonra okursun belki sen de. Çok etkileyici bir kitap. Zaman zaman okuma ihtiyacı duyuyorum.
- Konusu ne?
- Çok bahsedip büyüyü bozmak istemem. Oldukça zeki, hassas bir çocuğun ailesi ve yetişkin bir arkadaşı ile yaşadıkları, bunların iç dünyasına yansımaları diyelim.
- Merak ettim. Oğuzhan'dan önce okurum bakarsın.
- Sonra senden özeti ister ve kitabı okumaz? Bırak önce o okusun.
- Haklısın.
Sarsıla sarsıla gidiyorduk. İçim onunla doluydu. Ne diyeceğimi, nasıl diyeceğimi düşünmeye çalışıyordum bir yandan. Gerçekten diyecek miydim? Diyebilecek miydim? Seni seviyorum demek istiyordum; ama bunu söylemek için çok erkendi. Korkmasını ya da ciddi olmadığımı düşünmesini istemezdim.
Otobüsten inene dek az konuşup çok sustuk. Kızılay'da defalarca bulunmuş olmama rağmen burada bir kitapçılar çarşısı olduğundan haberim yoktu. Sarmaşık sevdiği için mi yoksa gerçekten güzel olduğu için mi bilmem, kitapların sepetlerden, raflardan, tezgahlardan sokaklara taştığı, hiçbiri tüccara benzemeyen ekseriyetle genç çocukların seslerinin yankılandığı, kitap kokusu diye bir koku olduğunu içime çeke çeke teyit ettiğim bu çarşıyı ben de sevdim.
Şeker Portakalı'nı sorduğumuz ilk tezgahta bulup satın aldık. Kitap pırıl pırıldı, buna karşılık da bir o kadar ucuz. Sarmaşık kutsal bir kitaba dokunurcasına dokunuyordu Şeker Portakalı'na. Kitaplarla aramı düzeltmem gerektiğini anlıyordum.
- Acıktın mı?
- Eh işte. Sen?
- Ben de öyle. Seçtiğim yer buraya yakın. Bir sonraki sokakta. Gidelim istersen.
- Gidelim.
Çok beklediğim bir finali izlemek üzereymişim gibi buruk bir heyecan vardı içimde. Kafamda senaryolar dönüyordu; ama mutlak bir mutlu son istiyordum.
Lades borcunu ödemek için beni götürdüğü yer oldukça lüks görünüyordu. En az bir haftalık harçlığını bırakmadan çıkamazdı buradan dışarı. Benim ödememe izin vermeme ihtimalini de hesaba katınca:
- Başka bir yere mi gitsek acaba? diye sordum.
- Niye? Bildiğin bir yer mi burası? Sevmiyor musun?
- Yok daha önce hiç gelmedim. Soğuk göründü biraz o yüzden.
Cevap vermeden içeri yürüdü. Üst kata çıktık. Heybetli bir kestane ağacının yemyeşil dallarıyla pencereden uzanarak eşlik ettiği ahşap ve çok şık bir masaya oturduk. Sokak hem yanıbaşımızda hem çok uzağımızdaydı. Hala ısrarla kendi ödemek isterse, bütün harçlığını buraya bırakmak zorunda kalacağını, zor duruma düşeceğini düşünüyor, üzülüyordum.
Sipariş verdikten sonra pencereden dışarıyı seyretmeye koyulduk. Böyle bir konudan söz etmek için nasıl bir giriş yapılırdı? Bir aşk acemisiydim ben. Hissettiklerim yıllanmış ağaçlar gibi köklü olsa da, aşk halim bir fidan gibi deneyimsizdi.
Yemekten sonra konuşmaya karar verdim. Ne onun ne de benim lokmalarımız boğazımıza dizilmesindi.
Yemek sırasında işten, Serhat'tan, Cem'den konuştuk. Havadan sudan, şuradan buradan. Kaçınılmaz son, iyi veya kötü, yaklaşıyordu.
Garson boşları alıp giderken çay istedik. Çay böyle önemli mevzularda iyi bir yoldaş oluyordu.
Çaylarımız geldi. Boğazımı temizlerken çay kaşığıyla bardağın içinde bir girdap oluşturmaya başladım. O ise iri, kara gözlerini yüzüme dikmiş; daha önce hiç görmediğim kadar açık açık bana bakıyordu.
- Seninle ne zamandır konuşmak istediğim bir konu var.
Boğazımı temizledim. Sözlerim boğazımdaki girinti ve çıkıntılara takılarak pürüzlü çıkabilirdi.
- Birlikte çalıştığımız zaman zarfı içinde az da olsa beni tanıdığını düşünüyorum. Şimdiye kadar bir ayıbım, yanlış bulduğun bir davranışım oldu mu?
Endişeyle susup cevabını duymak için dikkat kesildim.
- Olmadı.
Bugün bir şey vardı Sarmaşık'ta. Bu akşam bir şey, kesin bir şey vardı. O şeyin lehime olması için dualar ediyordum.
- Teşekkür ederim. Şimdi söyleyeceklerimi buna dayanarak söyleyeceğim çünkü.
Meydan okur gibi bakmaya çalışsa da bana şiir gibi gelen büyük, siyah bakışlar...
- Sarmaşık, seni yakından tanımıyorum. Sen de beni tanımıyorsun. Ama, ilk gördüğüm andan beri çok güzel, çok temiz hisler besliyorum sana karşı ve birbirimizi tanıyabilmemiz, arkadaşlık etmemiz için bana bir şans vermeni istiyorum.
Aslında seni deli gibi seviyorum... Bir sebebe ihtiyacım bile yok.
Kelimelerle alamadığım karşılığı yüzünde okuyabilmek için cesaretimi toplayarak yüzüne baktım. Kızgın değildi. Daha çok üzgündü. Bir iç hesaplaşma yaşıyordu sanki. Bazen bana, bazen kestane ağacının misafir dallarına, bazen masada belirli bir noktaya bakıyor ve susuyordu.
- Sana herkesin böyle yaklaştığını az çok tahmin edebiliyorum. Sadece biraz zaman içinde, onlardan biri olmadığımı gösterebilirim. İnan içimde bir kötülük kırıntısı bile yok. Sevgi var. Çıkarsız, kendini ispata hazır bir sevgi. Ne dersin? Deneyebilir miyiz?
- ...
- Susuyorsun?
Susuyorsun Sarmaşık. Susma.
Derin bir iç çekti. Gözlerini kısarak sokağa, akmakta olan kalabalığa sevmediği bir tanıdığa bakar gibi baktı. Tırnaklarıyla masada bir noktayı kazıdı. Geçmek bilmeyen saniyeler her yerimi kavurmaya, zihnimi bulandırmaya başlamıştı.
Sonra yeniden yüzüme baktı. Yüzünün haritasından dört mevsim yedi iklim geçti. Sonra ayazda durdu...
- Adil ben evliyim,
dedi.
Adil
ben
evliyim.
Üç kelimeyi de doğru duymuştum. Ben evliyim. Yani hayır? Yani olamaz? Yani beni sevemezsin...
Hayal kırıklığı, üzüntü ve umutsuzluk kuşatmıştı varlığımı. Yine de, onu kıracak bir şey söylerim korkusuyla sustum... Anlatması için zamanı ona bıraktım. Sözü ona bıraktım.
Sustum.
Kaderimi ona bıraktım.
(sürecek)
Güzel bir yazı başarılarının devamını dilerim.
YanıtlaSilKendi bloguma beklerim.
Teşekkür ederim Serdar Bey.
SilÇay kaşığı bir bardak çayda girdap oluşturabiliyor değil mi ? Takıldım kaldım orda...İyi geldi bu güzel yakınlaşma :)))
YanıtlaSilKritik durumlarda evet hocam :) Aslında yakınlaşmadan ziyade bir uzaklaşma var gibi; ama bekleyelim görelim :)
SilPeki bekleyelim görelim bakalım :)
SilSana komik bir şey söyleyeyim mi ben o baştaki kitap muhabbeti,buluşma ,iç sesleri okurken gözümde siz canlandınız ,Yunus ,sen,tamam oldu bu iş,bu kesin Yunus dedim,böyle pek bi mutlu oldum,hahaha o evliyim dediği kısmı nasıl göremedim,Allahım olumlu düşündüğüm için göremedim mi,görmek mi istemedim ya da sen yeni mi ekledin ,itiraf et :))))
SilOlsun hocam gözünüzden kaçmış :)
SilVay anasini sayin seyirciler!! Fidan n'aptin sen??:)
YanıtlaSilEvliymis demek ha... demek o yüzdenmis o Adil'le ilgili kivranmalari, cekinmeleri. Birazcik aralandi sanki Sarmasigin sir perdesi. Ama bundan sonrakiler daha da heyecanli olacak simdi.
"Yüzünün haritasindan dört mevsim, yedi iklim gecti. Sonra ayazda durdu..." Senin su betimlemelerine hastayim.
Bir de bu arada... Bu Kavgakiran'in basliklarindaki A ve S harflerinin anlamini ve bazen neden o harflerin eksik oldugunu dün sevgili Zeugma'nin bir yorumunda ögernmis oldum iyi mi?:) Hep takiliyordu kafama ama birtürlü soramiyordum:)
Bence sadece bir anlatici gözünden degil de, bazi bölümleri hem Adil'in hem de Sarmasigin gözünden yazman öyle güzel ve hikayeyi öyle zenginlestiriyor ki. Okudugum bazi romanlarda da bu tarz anlatimlari severim.
Gözümde hep bir kitap canlaniyor okudukca. "Kavgakiran" adinda harika bir roman. Ve bu kitabi ben bir gün elimde tutacagim insallah...ilk sayfasinda yazarin bana özel bir imzasiyla....:)
Evliymiş ve dediğin gibi bu yüzden yaklaşamıyormuş Adil'e. Bana bakar mısın yalnız, sanki yazan ben değilmişim de sizin gibi dışarıdan takip ediyormuşum gibi bahsediyorum :) Betimlemelerimi beğendiğine sevindim. A ve S olayı en başından beri var, ben anlaşıldığını düşünüyordum; ama sen tabii başlarda yoktun, henüz tanışmamıştık. Normal bunu yeni öğrenmen :) Sen çok güzel okuyorsun biliyor musun? Bazı şeyleri tek taraflı vermek mümkün olmuyor. Aynı durumları iki taraf farklı açılardan farklı şekillerde yaşıyor ve olayların gidişini çok etkiliyor bu farklılıklar. Teşekkür ederim güzel ifadelerin için. Anlatımı zengin bulman şahane :) İnşallah öyle bir şey olursa imzalı birini sana büyük bir zevkle armağan ederim şüphen olmasın :) Sevgiler.
SilYok artık!!
YanıtlaSilMaalesef sevgili arkeo rehber :(
SilBu yazıları kitaplaştırmanız lazım emin olun çok okunur :)
YanıtlaSilÖnce bir yazayım da sonrası Allah kerim :) Kısmetse olur, teşekkür ederim.
SilNe oluyor ne oldu bişey mi kaçırdım ben?Gerçekten evli mi?Onun için adil'e yaklaşamamış.nasıl nedeenn?Öbür bölümü hemen yazar mısın ben çatlarım ya
YanıtlaSilİnsanın ve dünyanın halleri işte... Aslında bir şey kaçırmadın, bu bölümde okuduğun kadar geçti bu konu. Bir de sonrası olacak tabii. Çok bekletmem merak etme :)
Sil"Bir aşk acemisiydim ben.Hissettiklerim yıllanmış ağaçlar gibi köklü olsa da aşk halim bir fidan gibi deneyimsizdi."Harika bir anlatım.Beğendiğim çok cümle var ama kopyalama yok:(
YanıtlaSilA evet, bence de güzel cümle kurmuşum :) Kopyalama bir tür önlem. Ne kadar işe yarar yazıların çalınmasını engellemekte bilemem tabii; ama tedbir bizden takdir Allah'tan :)
SilAşağıdaki "Dil Yarası" bölümünü içimde ince bir sızı hissederek okuyup geçmişe kısa bir yolculuk yaptım. Ne çok Saim Hoca/ların hayatımızdan gelip geçtiğini düşündüm. Dil yarası ve fiziki yaralar erimesi mümkün bir buz dağının altında nice kalpleri kanatır, kanatmıştır Kalemderi kardeşim.
YanıtlaSilAma yaş aldıkça ve buz dağı eridikçe kanayan yaraların kabuk tutup nasırlaştığına da inanırım. Hayatı tek başına omuzlayarak Arap kimliği ile verdiği mücadelenin, öncelikle Adil Usta ve Serhat gibi önemli figürlerin ona kattığı tecrübe değerleri farkındalığının öyküye dönüşmesi, Fidan için ne büyük bir hazine...
O iki katlı, ismini çok iyi bildiğim Ankara'nın en eski iskendercisinde aynı lezzetleri tadarcasına, "Ayaz" bölümünü aynı lezette bir solukta okudum. Hele Türk aile değerlerine ters ve sakıncalı bulunarak, örümcek kafalarca yasaklar listesine alınan Vasconcolos'un Şeker Portakalı kitabı ismini duyunca.:) Ve Cem'in izin vermeme olasılığı ile aşağılara indikçe olayların sürprizlerle dolu çok değişik mecralara evrildiğini gördüm. Kaderin neler getireceğini merak ederek ve umutsuz hayal kırıklıklarının aşk kıvılcımları içinde yeni ufuklara yelken açacağını düşünerek, yeni bölümü beklemedeyim.:)
Ben de diğer yorumcular gibi, bu yaşanmışlıklar dolu öykünün bir roman veya film senaryosu olacağı konusunda hemfikirim. Benim keşkelerle dolu bir kitap bastırma serüvenim var... ne zaman istersen yardımcı olacağımı bilmeni isterim.
Dostluk ve sevgilerimle...
Bitmez o Saim Hocalar bitmez... Açtıkları yaralardan habersiz azalacakları yerde çoğala çoğala geleceğe yürürler maalesef. Bazı kanamalar tamamen diniyor, yaraları büsbütün geçiyor, bazıları da ölene dek kalıyor. Mesele şu ki birçok yara üst üste açılınca bunlar kapanmak bilmiyor işte :) Şeker Portakalı'nda bile olmayan ahlakı dışında sakıncalı birtakım şeyler bulan zihniyetler beni de tiksindiriyor inanın. Kitap okumayan insanların "okunabilir-okunamaz" diye kitaplar hakkında ahkam kestiği tahammülü zor zamanlar... Hikaye konusunda çok haklısınız, hayat da böyledir zaten. Biz kendimizce birtakım şeyleri engel veya kolaylık olarak görürüz, bir de bakarız ki sandığımızın tam tersi imiş... Hayal kırıklığı neye dönüşecek acaba? Göreceğiz :)
SilSizden ve diğer blogger arkadaşlardan bunu duymak ne kadar güzel anlatamam. Blog yazmaya başlarken aklımda kitap konusu yoktu; ama zaman içerisinde böyle bir fikir filizlenmeye başlamadı dersem yalan olur. Ancak ne zaman olur nasıl olur gerçekten bilmiyorum. Hatta olur mu onu da bilmiyorum :) Eğer böyle bir şey söz konusu olursa bu düşünceli ve dostane yardım önerinizi mutlaka göz önünde bulunduracağımı belirtmek isterim. Kitabınızı bastırma serüveninizi umarım bir blog yayını olarak bizimle paylaşırsınız, yani sizin için sakıncası yoksa. Şu an bana o kadar uzak bir konu ki, bir fikir edinir ve sizin deneyimlerinizden istifade ederim-ederiz. Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim. Dostluk ve sevgiyle.
"Aslında bu güne dair çok cümle vardı kafamda.Derin dondurucuda bekletilen gıdalar gibi bekletiyordum zihnimde hepsini" Ah Adil bilmezmisin ? hayatın sana karşı hep bir planı vardır hiçbir zaman senini planına uymaz. Sarmaşık'ın Adil'e olan mesafesi şimdi daha da netlik kazandı.Yoksa Adil'i anlamaması mümkün mü?Sarmaşık neden bu kadar yalnız ve sıkıntı içinde resmen hayata karşı tek başına savaşıyor.Dayanabilmesine şaşırmamak elde değil devamını heyecanla bekliyorum hatta hemen yaz:) kaleminin gücüne hayran olmamak mümkün değil yüreğine sağlık
YanıtlaSilDeğil mi ama? Bin tane plan yaparsın biri ya tutar ya tutmaz. Hayat hep burnunun dikine gider. Bölümler ilerledikçe soruların cevapları gelecek diye düşünüyorum. Çok teşekkür ederim, sevgiler.
SilTopu topu iki bölümüne bakamadım neler olmuş.Artık yavaş yavaş dumanlar sisler kalkıyor mu ne?Git gide daha güzel yazıyorsun benden demesi.Kalemine sağlık.
YanıtlaSilOlabilir :) İnsan yazdıkça yazası geliyor ve daha derinlerine girmeye başlıyor hikayenin. Teşekkür ederim.
SilAh! zavallı Sarmaşık... Neler yaşadı kimbilir? Evliyim diyor ama hayatta yapayalnız. Belki zorla evlendirildi, taciz ve baskıya uğradı dayanamadı. Bundandır belki ürkekliği, kimseye güvenememesi. Okumaktı belki en büyük hayali. Kaçtı ailesinden bilmediği bu büyük şehre geldi hayalini gerçekleştirmek için. Kim bilir...
YanıtlaSilOkumaya başladığımda ve buluşmaya karar verdiklerinde nasıl da sevinmiştim, oldu bu iş. Sarmaşık Adil'in duygularının farkında, o da seviyor, yaşasın! diye. :) :) Ama altından çapanoğlu çıktı. Olsun sevgi hangi engel karşısında yılmış ki..? Bakalım neler olacak sonraki bölümlerde. Çok çok güzel gidiyor. Devamını merakla bekliyor olacağım. Çabuk yaz e mi <3 :)
Sevgiler
Saydıklarınız olabilir de olmayabilir de :) Şimdilik sadece evli olduğunu biliyoruz; ama tek başına olduğuna bakılırsa bunlardan biri veya bir benzeri yaşanmış olabilir. Bunları Sarmaşık'tan dinleyeceğiz... Çok teşekkür ederim yorumunuz için, ilk fırsatta yazacağım. Sevgiler.
SilHikâyenin kahramanlarına dair özellikler çok netleşmeye başladı. Adil'in duyguları aktarılırken şaşırdım. Birebir hissetmişsin adeta ve sihirli kaleminle kelimelere dökmüşsün. Bir ara otobüste giderken yanındaki Adil değil de sanki bendim. Onun yerine içimden ben dualar ediyordum neredeyse, teklifini kabul etse diye :) Adil gerçek aşkı yaşıyor gerçekten de.
YanıtlaSilGeçen bölümde Arap oluşuna ne kadar şaşırdıysam ''evli'' olduğunu söylemene 5 misli şaşırdığımı söylemeliyim. Ama Sarmaşık neden yalnız? Kocası nerede? İşte bu soruların yanıtını bulmak mümkün değil. Cezaevinde olabilir mi? Ya da onu bırakıp kayıplara mı karışmış? Sözün özü; çook heyecanlı bir bölümdü...
Kalemine yüreğine sağlık. Sevgiler:)
Adil'i anlatabilmek, yansıtabilmek çok güzel. Hikayenin bu noktası yani onun hissettiği şeyin gerçek aşk olması her şeyin akışını etkiliyor çünkü. Bunu belirttiğin için teşekkür ederim :) Sarmaşık'a dair tahminleriniz tabii ki olabilir. İnsanın aklına çok şey gelir, doğal bu. Evli; ama yalnız. Nedenini düşünür insan, merak eder. Kısa süre sonra cevapları birlikte bulacağız. Çok teşekkür ederim, sevgiler :)
Silgüzel bir hikaye
YanıtlaSilTeşekkür ederim pasaklıkontes.
SilDün kendimi Kavgakıran'a çok kaptırmışım, iş çıkışı servisi kaçırıyordum az kalsın :) Sarmaşık evliymiş demek... Normal bir evlilik olmadığı aşikar. Buna mecbur kılan nedeni ben de herkes gibi çok merak ettim. Bir sonraki bölüm Kavgakıran'ın gelmiş geçmiş en heyecanlı bölümü olacak. Dizi fragmanı gibi sen de pasajlar mı yayınlasan bir sonraki bölümlerle ilgili acaba? Yine nur topu gibi uçuk kaçık bir yorumum oldu sanırım. Neyse sonuç olarak ailecek severek takip ediyoruz Fidan Hanım :):)
YanıtlaSilServise dikkat, kaçırmaya gelmez :) Şaka bir yana teşekkür ederim, çok hoşuma gitti yazdıklarımı kağıt üzerinde görmek. Pasaj konusunu düşünmedim dersem yalan olur :)) Umarım kafamdakileri yazıya layığıyla aktarabilirim ve beklediğinize değer... Tekrar teşekkür ederim, sevgiler.
SilŞeker Portakalı başucu kitabım.. Şimdi benden uzakta olsa da kavuşacağız..
YanıtlaSilSarmaşık Gramofon Cafe'ye gitsin. Bize orayı anlatsın. Kaleminden Gramofon betimlemeleri dökülsün isterdim ki biraz olsun özlemim dinsin..
Naçizane bir talep tabiki bu yanlış anlaşılmak istemem..
Bu arada mimledim seni bloğumda haberin olsun :)
Hep söylerim. Şeker Portakalı'nı seviyor olması bir insanı sevmem için yeterli sebep... İlerleyen zamanlarda belki Gramofon Kafe'ye de gider ve anlatırlar kim bilir:) Bloğunu ziyaret ettim, mim için çok teşekkür ederim.
SilOkudum ve memnun ayrılıyorum. Sevgiler.
YanıtlaSilO zaman yine beklerim :) Teşekkür ederim, sevgiler.
SilNe nasıl yani. Yanlış mı okudum evlimiymis. Ben de tam seviniyordum ne güzel Adil açılacak diye.
YanıtlaSilGaribim Adil... Evliymiş Sarmaşık evet.
Sil