14 Haz 2025

BU NE SIR, NE GİZEM ?

Yıllarca Allah’ı anlatacağız diye öyle cümleler kurmuşlar ki, insan ne kalbini duyabiliyor ne Allah’ı. Dergahta bir sahne: Adam Hamit’e diyor ki,

“Bize ekmek yaparsın, ekmekler pişerken sen de belki kendi sırrına erersin.”

Sesli güldüm. Vallahi ne sırrı, ne alakası var kardeşim!

Yani ekmek değil, Elif harfli mühürlü levh-i mahfuz pişiriyoruz sanki!


Her şeyin altına mecaz koy, her sözün altından ‘tasavvufi derinlik’ çıkar.

Bir yerden sonra insanın iç sesi feryat ediyor:

“Sen bana bunu anlatamıyorsan, belki sen de bilmiyorsundur.”


Allah’ı anlatmayı gizemli bir bulmacaya çevirmişler.

Sanki tasavvuf başka bir dilmiş gibi.

Sır, ermek, terkip, halvet, cezbe…

İyi güzel de kardeşim, Allah içimizde diyemeyen ağız, neden bu kadar dolambaçlı?


Böyle olunca ne oluyor?

Ortada Allah’ı seven; ama anlatmaktan ürken insanlar kalıyor.

Meydan da bir kez bile Allah demeyen “ışıkçılara” kalıyor.

Niyetleri ayrı; ama kullandıkları o “mistik” dil öyle benziyor ki…

E Allah’tan da soğutuyorsunuz insanı zorla.


Halbuki mesele çok basit.

Ben Allah’ı, ölünce değil yaşarken sevmek istedim.

Ağlarken değil gülerken,

Şarkılarla, filmlerle, denizle, yazıyla, dansla…


Ve O da dedi ki:


“Dinledin, sevdin diye kalbini kırdıkları Polyushko Polye senin zikrin,

Yatakta özlemle ağlayarak dinlediğin aşk şarkıları secden,

Denizde, ormanda sessizce tabiatı izleyişin haccın,

Dünyaya dağıttığın sevgi, zekâtındır.”


İşte sır dedikleri şey buysa, evet:

Ben kendi sırrıma çoktan erdim.


Ve buradan sesleniyorum:

Bir gün bir filmde şu repliği duyarsak, o zaman sinema da teslim olur:


“Allah’ı ekmekte değil, ekmeği yerken ‘Yarabbi şükür.’ diyen kalpte buldum.”


Sade, net, gerçek.

Çünkü mesele bu kadar basit aslında: İnsan, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak yaratıldı. Allah, kendi ruhundan insana üfledi. 

Yani hepimizin içinde, O var. O’nu bulmak için sırra, otağa, meşke gerek yok; sadece dürüstçe içine bakmaya gerek var. 

Mühlet verilmiş iblisin fısıltılarına kanıp yaptığın kötülüklerle, inkârlarınla, öfkelerinle yüzleşmeye… İğneyi dışarıya değil, kendine batırmaya. 

En saf, en temiz, en Allah’a yakışır hâline ulaştığında, O’nu da orada bulacaksın. Başkasının sözünü değil, kendi kalbini dinle. Orada bir ses varsa ve seni sevgiye, adalete, merhamete çağırıyorsa, 

bilin ki O’dur.



1 yorum:

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *