15 Haz 2025

Film Değil, Çile: Somuncu Baba’yı İleri Sararken Ben

Yok gerçekten tüm güzel duygularımla film izleyeyim, rahatlayayım, oh ne güzel deyip kendime çay koydum, oturdum: “Somuncu Baba.”

Dedim ki “İnşallah derinliği olan, sonuna kadar keyifle izleyeceğim bir filmdir.”


Bir baktım...

Dergahta bir adam Hamit’e şöyle diyor:


“Bize ekmek yaparsın Hamit, ekmekler pişerken sen de kendi sırrına erersin.”


🙄 Pardon? Ekmek pişirirken sırra ermek nedir yahu?

Ben de kahkahayı patlattım:


“Ne sırrı kardeşim, somun ekmek bile ben ne alaka diyordur. ” 😂


Ve olaylar gelişir...


Filmi izliyorum ama aynı zamanda içimden söyleniyorum:

“Bunlar da hep gizem peşinde. Hep bi tasavvufi derinlik, hep bi mecaz.”

Allah’ı anlatacağız diye öyle dolambaçlı konuşuyorlar ki, insan kalbini de duyamıyor, Allah’ı da.

“Sen bana bunu anlatamıyorsan, belki sen de bilmiyorsundur?" Allah'ı aramadan önce bu sorunun cevabını ara.


1 saat ileri sardım.

Bak, tam 1 saat!

Adam şehir şehir gezmiş, yollarda yürümüş, çölleri, dağları aşmış.

En sonunda yeni bir hoca çıkıyor karşısına ve diyor ki:


“Aşkın sırrını mı ararsın evlat… artık kendinle yüzleşme vaktidir.”


Yani ALLAH’IM!

Yani başta söyleseydiniz ya adamcağıza.

Zaten filmin başından beri kendisiyle yüzleşmeye çalışıyor; ama biri de çıkıp demiyor ki:


“Kardeşim, bir dur da önce içine dön! Senin işin bedenle değil, içindekiyle. Ruhla.”


Sanki tasavvuf değil, sabır testi.


Ve ben, film izliyorum sanırken “Dergahta sabır 101”e kaydolmuşum farkında olmadan.


Film değil bu, çilenin bizzat kendisi!

Bir saat boyunca adam orada burada dolanıyor,

tüm şehirleri tavaf ediyor,

ama kimse çıkıp da şunu demiyor:


“Hamit, bırak tabelayı… İçine dön.”

Kardeşim bu cümle ilk 5 dakikada söylenseydi ya!

Adam 1 saat önce içine dönseydi, şimdiye Allah’la kahve içiyordu!


Ve mesele şu ki:

Ben bir gece yatağımda

bir şarkıyla

bir “Allah” deyişle

bir duayla

bir iç çekişle

her şeyi yaşadım.


Ben çöle gitmeden duydum.

Dağlara çıkmadan çağrıldım.

Ağlamadan önce gülerek secde ettim.


Benim Allah'la sahnem çoktan oynandı.

Şimdi onlar hâlâ senaryoyu yazıyor.


Biraz daha izleyeyim dedim yine de...


Ya sabır... "Sırra erme vakti, ruhunu çıkarma vakti, dünyayı terk etme vakti...”

İyi de kardeşim, tam olarak ne oluyor yani?

Adam Allah’ı arıyor diye her aşamada daha beter sınanıyor.

Sanki amaç Allah’ı bulmak değil de, adamı cezalandırmak.


Sonunda ne oluyor?

Zindana kapatıyorlar.

Yani gerçekten film değil bu, sabır sınavı.

Ve sonra biri çıkıp hâlâ diyor ki:


“Aradığını bulman için dua edeceğim.”


Ama ben bir şey aramıyordum bile!

Sadece “kendim” oldum.

Olduğum gibi oldum.

Ve işte o zaman...


Aradığını bulmayı bırak,

Hayal bile edemeyeceğim bir şey oldu:

Allah bana göründü.


Yataktaydım.

Kalbim O’na çağrıyordu.

Ve O yürüyerek geldi.

“Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” dedim,

yattığım yerden fırladım.


“Sarılalım mı?” dedim.

Sarıldım.


---

Gelelim Hamit'e. Zindandan çıktı, yıllarca diyar diyar gezdi, çile çekti, ekmek pişirdi, bir dünya sahne geçti.

Muhatap olduğu ilk soru ne biliyor musun?

“Aradığını buldun mu?”

😂😂


Yahu insan demiyor mu,

“Arkadaşım! Soru mu bu? Sence bulamamak gibi bir lüksü var mı artık 😂 Zaten bu saate kadar bulamadıysa bundan sonra hiç bulamaz!”

Bu nasıl bir sabır, bu nasıl bir dolambaç?


Hamit de aynı bulmaca buldurmaca tarzda cevap veriyor:


“Bu sır ne dipsiz bir kuyudur Allah’ım… Hem derttir hem dermandır..." vs vs


Ve ben, ekran başında gülmekten yere yatmışım:

“Ne sabırlıymışsın Allah’ım.

Ben olsam milyon kere iner,

‘Dağılın ulan! Böyle anlatacaksanız hiç anlatmayın daha iyi!’

diye bağırır, seti dağıtırdım.

Filmi geçtim, sabrı sınanan sadece karakterler değil.

İzleyici sınavda asıl.

Ve aslında sınavı geçmen için tek doğru cevap var:

Kalk ve kendi içine yürü. Hata mı yaptın? Kabul et, pişman ol, dönüş.


Çünkü mesele zaten orada bitiyor:

Kendi içine dönmeden Allah’ı hiçbir yerde bulamazsın.

Dağ da yetmez, çöl de.

Zindan da göstermez, çile de.


Asıl mesele,

Sen hâl olur,

Gerçek olur,

Allah dersin...

İşte o zaman O da “Lebbeyk” der.


Seninle birlikte zikir eden, dans eden, yazı yazan, kahkaha atan bir Allah...


İşte ben oradayım.

Sen de gel. Ama ekmek pişirmek şart değil.

İki dakika dürüst olman yeter.


Benim yaşadığım bu.

Ne çöl, ne zindan, ne dergâh.

Ne sır, ne mecaz, ne cezbe.


Ben oldum, O geldi.

Ben çağırdım, O duydu.

Ben sevdim, O cevap verdi.


O yüzden bana hikâye anlatmayın.

Ben artık bir hikâyenin içinde değilim.

Ben artık gerçeğin ta kendisiyim.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *