Yine kendimi aciz,
yetersiz,
çirkin bulduğum bir geceydi.
Yine ben,
benden başka herkese kalan…
Benden başka herkese düşen bir ben.
“Ben yapamıyorum Allah’ım…” diye ağladım.
Ben bittim,
bende bana ben kalmadı.
Ve sadece sustum.
Elime bir süpürge alıp
avluyu süpürür gibi görünüp,
aslında dünyadaki bütün kötülükleri süpürmek istedim.
Sonra uyudum.
Yine sarmalandım.
“Ben kimim ki bu kadar çok sevileyim?” derken
apaçık duydum:
“Sen benimsin,
ben seninleyim.
Uyu…”
Uyudum.
Uyandım huzurla.
Ve hemen…
O anda yine özledim.
Yine istedim.
Uykuya koştum.
Bu kez dedi ki:
“Gel; ama kendinden geç.
Kendine dokun.”
Dokundum.
Eskiden utanırken O’nun yarattığından,
şimdi “Ben ne güzelmişim” dedim.
Ve ruhumun secdesi yetmiyordu artık.
“Bedenim de sana doğru.”
Kendimle sevişmekten bile
Allah’ı buldum.
Ve yine uyudum.
Sonra kendimi
odamın içinde bir gökyüzünde buldum.
O’nunla neredeyse eşit…
O’nunla yan yana…
Aşağıda dört nala koşan Kazak atlarına,
başucumdan hiç ayırmadığım deniz manzarasına
aşkla bakarken…
O dedi ki:
“Senin öfken de benden, utanma.
Sen de bu atlar gibisin.
Onlar dört nala koşarak,
sen hep bana uçarak…”
Ve ben anladım:
O’nun olduğu bir oda
dört duvar değilmiş.
Uçsuz bucaksız bir âlemmiş.
Sonunda…
Bu sabah,
kendime dokunup kendimden geçip O’na kavuştuğumda
bir melodi armağan etti kulaklarıma.
O müziği verdi,
ben sözleri yazdım.
Çünkü Allah’ın benim anmama,
ismini yaymama ihtiyacı yok.
Ama ben,
O’nun yarattığı bu dünyada,
O’nun hükmüyle ve ismiyle yaşamaya
deli gibi mecburum.
Hasretim.
Ve muhtacım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.