Önce şehir merkezindeki eve yerleştik. Biraz dinlendikten sonra alışveriş yaparak Medet'in sözünü ettiği portakal bahçesine doğru yola koyulduk. O bahçeyi ve oradaki evi öyle çok anlatmıştı ki daha görmeden sevmiştim.
Vardığımızda karşılaştığım manzara haksız olmadığımı ortaya koyar nitelikteydi. Portakal, mandalina ve limon ağaçlarıyla dolu kocaman bir bahçe, ortasında küçük, şirin bir ev... Olanca cömertliğiyle etrafı ısıtan ve aydınlatan güneş... Bahçenin hemen yanı başında da bütün bunları tamamlarcasına coşkuyla akan bir dere... O an bana "Artık burada yaşayacağız Sarmaşık." dese hiç düşünmeden boynuna atılırdım.
Bu evde çok güzel günler geçirdik. Bahçeyle ilgilendik, mangal yaptık, uzun yürüyüşlere çıktık, tepelere tırmandık... Her şey, ilk fırsatta toz duman olacağını haykırırcasına güzeldi.
Bu küçük çaplı cennetten ayrılmakta epey zorlansam da Medet merkezde de vakit geçirmemizi istiyordu. Bense onun da en az benim kadar mutlu olmasını istiyordum. Merkezdeki eve döndük.
Akşam yemeği için dışarda olduğumuz bir gece:
- Balayında olduğumuza göre bir iki kadeh yuvarlayabilirim herhalde, değil mi? dedi.
İçimden bir ses şaka yollu da olsa "Hayır" dememem gerektiğini söylüyordu. Zoraki güldüm.
- Tabii, dedim.
O akşam, evlilik telaşının orta yerinde unuttuğum bir gerçekle yüzleştirdi beni içtiği her kadeh. Sarhoş olmadı, aksine keyiflendi. Bense bir yandan içimi kasıp kavuran endişelerle boğuşurken bir yandan da Medet onları anlamasın diye gülümsemeye çalışıyordum...
***
Ertesi gün küçük bir meseleden doğan büyük bir tartışmanın içinde bulduk kendimizi. Birbirimize başka şeyler için kızıyor, bambaşka şeyler söylüyorduk... Bir müddet bağrıştıktan sonra Medet bana şiddetli bir tokat attı. Sendeledim. Bunu beklemiyordum. Yüzüne bakakaldım. Söylenecek herhangi bir şeyin nasıl da anlamsız olacağını düşündüm. Bir şeylerin bittiğini bir şeylerinse henüz başladığını hissediyordum. O ise tokadı atar atmaz pişman olmuş, af dilemeye başlamıştı; ama çok anlamsızdı.
Hızla çıktım evden. Nereye olduğunu bilmeden yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm... Öfkem dinmiyor, hatta çoğalıyordu. Böyle olmamalıydı. Bu olmamalıydı...
Ne üstümde para vardı ne yanımda telefonum. İnsan bilmediği bir şehirde, bu vaziyette en çok ne kadar yürüyebilirse o kadar yürüdükten sonra nasıl olup da bulduğuma kendim de şaşarak evin yolunu tuttum.
Medet defalarca özür diledi. Ne kadar pişman olduğunu anlatırken çok samimi görünüyordu. Bana sımsıkı sarıldığında onu sevmeseydim ve affetmek istemiyor olsaydım ne yapabileceğimi düşünüyordum, şimdi yaptığımdan başka...
Böyle başladı.
(sürecek)
Sürer mi? :)
YanıtlaSilÜzücü....
YanıtlaSilMedet'e çok kızdım. Kısa ama güzel bir bölümdü kalemine sağlık.
YanıtlaSilOlacakla öleceğe çare yok durumunu yazmışsın.Hayatın bazı bölümleri süpriz değil göz göre göre gelior bizse öylece beklemekten başka birşey yapamıyoruz.Benim hislerim bunlar.
YanıtlaSilYazılarınız son derece özgün, beğeniyle okudum. Başarılarınızın devamını dilerim.
YanıtlaSilAlıcı bir üslubunuz var.Tebrik ederim.
YanıtlaSilsayfamı atladınız yazarken
YanıtlaSil