Her insanın hayatında vardır hüzün saatleri. Kedere baş
eğmek ve tedbirsiz yakalanmakla başlar öfkeyi kudurtan hırs. Ağır ağır,
kurnazca yerleşir zaten en ufak bir yıkımda bölünen yüreklerimize. Sadakatinden
şüphe edilmeyen vefakar şarkıları en hassas duyguların nağmesinden yıkmaya
başlar. Şarkı da işlemez artık yalnızlık oyununa.
Bir de sevmeye meyilli olanı vardır acının. Acı çekmek,
esaretten zevk alan muhteşem beyinlerin tek uğraşıdır. Yani gözlerini bir
noktaya dikerek mükemmel hüzünler yaşayan ve ağlarken izleyicisini de
beraberinde ağlatan çocuklu kadınlar gibi...
Oysa asıl hüzün yalnızlık
korkusuyla taştan bir kadın heykelini canlanmış zannetmektir. Sözlerini bilmek
bir yana, ezgisini bile duymadığımız içli şarkılara eşlik etmeye çabalamaktır.
Ve en kötüsü güzel günlerimiz, hayata alıştığımız saatler, bir de umudu sevmeye
başladığımız an gelip çattığında ufacık bir tebessüm konduramamaktır
dudaklarımıza. Dedim ya, ağlayıp ağlayıp kedere baş eğmek ve tedbirsiz
yakalanmaktır yağmurlu gökyüzüne. Yani öfkeni kendince yaşamaktır. Yani hiç
kimseyi bir nebze olsun anlamadan herkesin seni anlamasını istemektir. Yani
yalnızlığındır. Acizliğindir.
Hani o zaman ölmeye bile mecaliniz yoktur desem yeridir.
Hani o zaman kelimeler kifayetsiz değil, lüzumsuzdur desem yeridir. Hani
hayatın içine balıklama atlayan insanlara bakar da kendinize acıdığınızı fark
etmeden onlara acırsınız desem, o da yeridir.
Sonra bir zaman gelir, hüznünüze ortak olacak insanlar
aramaya başlarsınız. Ama ne hazindir ki hiçbir beden, kendine ait olmayan bir
kederi kendine aitmişçesine taşımaz. Sefaletin ihtişamından yoksundur. En
azından kamburunu çıkarır, gözlerine manasız bakışlar yerleştirir ve alnını
kırıştırır. Başkasının kederini insan bence sade ve sadece bu şekilde taşır.
İşte acı veren tek şey budur. İnsanların içinde yalnız
kalmaktır saati ve süresi bilinen bir mekanda. Kendi başına olmayı
arzulamaktır. Kendi başına olduğunda da öyle olmamayı. Vadesi dolmuş bir
senedin süresini kanunsuz yollardan uzatmaya çalışmak ne ise, yalnızlığından
soyutlanamamış bir bedeni kitlelere mahkum etmek de aynı şeydir. Öyle bir
gecedir ki aydınlık sizi incitir. Öyle bir gecedir ki değil bir ışık, uzaklarda
bir yerlerde var olduğunu bildiğiniz aydınlık kırıntısı bile rahatsız eder
sizi. İşte bu kadar çok, bu kadar mükemmel, bu kadar koyudur yalnızlığınız.
Ama, ağlamak zamanında gülmek mecburiyetinde de kalır
insan. Bir tebessüm parçasından dünyaya yayılan o neşe kıvılcımını ve o aslı
hüzün dolu parlak kristali yakalayamadan dudaklarınızı neşeyle oynatmak zorunda
kalışınız… Yazık, esaretinin farkında olmadan ayağındaki prangayla muhabbet
eden sersem mahkuma dönersin o an. Düşüncesiz, kafasız, saf…
Ağlayan kalbin dudağındaki tebessüm pek bir komik oluyor
değil mi…
“Bana karşı yapılan hataları neden affetmek zorundayım?”
diye düşündüm hep. Yanlışlarıma gülüp geçen, yanılgılarıma, yanıldıklarımla
birlikte bana hayat hakkı tanımayan bir dünyada varlığını hatalarıyla köreltmiş
insanları neden affetmek zorundayım? Neden bu insanları felaketler zincirinin
en kritik halkasında kendileri duruyorken bile düğümü çözmeleri için
yüreklendirmek zorundayım?
Zorunda mıyım?
Doğrusu bu ya, perdeli ayaklarıyla koşmaya çalışan aptal
bir ördek ya da solungaçlarıyla uçmayı deneyen zavallı bir balık var benim de
yüreğimde. Benim de yüreğimde yüzemeyen bir tavşan.
Hepinizde olduğu gibi…
Yine kelimelerle dans yine çok içten bir yazı.Farklı anlatım tarzın var çok beğeniyorum.bazen de kıskanıyorum.Kalemine sağlık ama Kavgakıran'ı da merakla bekliyorum:)
YanıtlaSilKıskanman bana her anlamda destek olmanı engellemiyor :) Bıkmadan usanmadan dinliyorsun yazdıklarımı. Tekrar tekrar dinliyorsun ve öf bile demiyorsun. Bin defa aynı şeyleri soruyorum sabırla cevaplıyorsun. Yazarken ne kadar çekilmez olursam olayım hep hoşgörüyle davranıyor hatta kafamı boşaltmam için beni güldürüyorsun. Ayrıca resim için teşekkür ederim tekrar. Kavgakıran'ı geciktirmekten en çok senin beklediğini bildiğim için üzgünüm. Anlattıklarıma giremediğim günlerdi. İlk fırsatta yazacağım ve her yazdığımı yaptığım gibi ilk sana okuyacağım :) İyi ki varsın... Ama, sahiden iyi ki.
SilÇok güzel yazı.Tebrikler.
YanıtlaSilTeşekkür ederim :) "Can Kenarı" da çok güzel :)
SilBuram buram edebiyat kokan, cok derin bir yazi.
YanıtlaSilElinize saglik.
Beğenmenize çok sevindim, çok teşekkür ederim :)
Silönceden de belirttiğim gibi bu yazılar, böyle burada kalmamalı. yazınızı okurken kitaptan okuyor gibi düşününce, bazı cümlelerinizin özellikle altını çizmek istiyorum ama olmuyor. Aklımda kalanları var emin olun. bu arada, internete işyerinden giriyorum. ve sosyal ağlar sadece öğle aralarında açık. facebook ve twitter hesabınızı yeni görebildim ve takibe aldım. duygularınıza sağlık.
YanıtlaSilİnşallah o da kısmet olur :) Çok önemsiyorum insanların yazdıklarımda altını çizmek istedikleri cümleler bulduklarını söylemesini. Çok ciddi bir beğeni ölçüsü olarak algılıyorum. Takibi gördüm, geri döndüm ben de, hesabınıza girince görürsünüz zaten. Bu güzel yorum için çok teşekkür ederim.
SilBazı yerleri iki üç kere okudum ve o yerlerde kendi duygularımı hissettim.Kalemine yüreğine sağlık.
YanıtlaSilBazı hislere tercüman olabildiğime sevindim :) Teşekkür ederim.
SilYüreğimizdeki o balığa bir söz geçirebilsek daha az üzüleceğiz değil mi.
YanıtlaSilYaraları yara bandı yapmaya çalıştıkça kaybedeceğiz. Ve bu hep böyle gidecek.
Özlemişim yazılarını okumayı, kalemine sağlık :)
Aynen öyle :) Solungaçlarla uçamayacağını bile bile denemekten vazgeçmiyor ya da istemekten... Sonuç da ister istemez hep hüsran. Ben de seni gördüğüme çok sevindim, çok teşekkür ederim :)
SilKelimelerin akrobatısın sen:) Neden herkesi ben affetmek zorundayım diye sormuşsun ben de bugün bununla ilgili bir yazı yazacaktım ben de. Neden affetmeyi karşımızdaki kişiye iyilikmiş gibi düşünüyoruz. "Affetmek iyi insanların intikamıdır" nerden duydum bilmiyorum bu sözü ama yürekten inanıyorum. Affetmek bize iyi gelir affettiğimiz kişiye değil. Bunu anlarsak, hazmedersek(ki biliyorum çok zor) çok daha huzurlu insanlar oluruz. Sevgiler....
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim :) Ben de hatırlıyorum o sözü, Dostoyevski'ye ait sanırım. Sizin de belirttiğiniz gibi bu fikri ve hissi benimsemek zor; ama benimsendiği takdirde birçok şeye iyi geleceği çok yarayı iyileştireceği kesin :) İnşallah bir gün affetmenin iyileştirici yanını özümseyebilirim. Gerçekten isterim bunu. Sevgiler...
SilDerin anlamlar barındıran çok güzel bir yazı olmuş tebrikler.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim sevgili Kitap Cumhuriyetim, beğendiğine sevindim.
Sil