Bir yokuşun bitip diğerinin başladığı, çok da canayakın sayılmayan suratsız bir coğrafya... İnsanlarının nadiren tebessüm etmesine, çoğunlukla ezeli birer düşmanmış gibi öfkeyle bakmasına şaşmamalı.
Yokuşbaşlarından birinde yer alan büyük benzin istasyonunun, yıllar önce korkunç bir şekilde patladığı ve bu patlama sonucu birçok insanın öldüğü söyleniyor. Caddenin hemen kenarındaki bu benzin istasyonu, içerilere dalmaya tenezzül etmeyen, aracına yakıt alıp tam gaz yola devam eden, çirkin konduların yanıbaşından süzülüp heybetli gökdelenlerine doğru yola koyulan kalantorların uğrak mekanı.
Bir gün yine patlar mı? Kimse bilmiyor.
Ortalıkta pek kadın yok. Geceler zaten erkeklerin. Gündüzleri ise ekmek almaya, ara sıra da bir komşuya çaya gitmek dışında burunlarını dahi çıkarmıyorlar kapıdan. Kadınsız, boş, asık yüzlü bir sokak... Sağlı sollu yukarılara tırmanan mahalle basamakları, üst üste binmiş evlerin ortalığa saçılmış mahremiyeti...
Şiddetli erkek kokusu...
Sarmaşık işten çıktığında hava kararmış, zaten hırçın bir ölüye benzeyen mahalle karanlığa gömüldükten sonra daha bir ürkütücü hale gelmiş oluyor. Sabahları, ülkenin en büyük en havalı okullarından birine; oradan çıkıp oldukça lüks bir caddede lüks bir kafede çalışmaya gitmek ve en son da oradan çıkıp bu kaderine terk edilmiş mahalledeki evine gelmek her gün başka bir travma adeta.
Bir yandan herkes gibi "iyi" görünmeye çabalamak, öte yandan yaşamının acımasız gerçekleriyle mücadele etmek zorunda olmak an be an zorlaşıyor. Yurtta kalırken arkadaşlarının verdiği eskileri olmasa, üzerine giyecek doğru dürüst bir giysisi bile yok.
Bir zamanlar gecesini gündüzüne katarak başını gömdüğü kitaplarına artık ne vakti var ne hevesi.
Zaten daha şimdiden, hayatın kitaplardaki gibi olmadığını idrak etmesine yetecek kadar acı çekti.
Basamaklar, bitmek bilmeyen basamaklar... Sonunda değil onca yorgunluğa ve tere değecek bir güzellik sunmak; tek bir umut bile vadetmeyen köşe bucak dağılmış dik kafalı, aksi bakışlı, hoyrat kenar mahalle basamakları...
Etrafını kuşatmış gecekonduların arasından Sarmaşık'ın evine yükselen, hiçbiri tam olmayan, eski püskü, kırık dökük, 12 adet, yine basamaklar yine basamaklar...
12 basamak sonra usulca sağa kayarak çürük tahta kapının ardında ona açılan hayat, bir o kadar daha basamakla başka başka insanların var olma savaşı verdiği bir arenaya dönüşüyor. Basamaklar önlü artlı, sağlı sollu, hepsi acımasızca birbirine benzeyen insanlardan örülü geniş bir ağ gibi.
Her gece, koltuklarında kendinden usanmış hayatları taşıyan arabalarla, çer çöp içindeki yolları korkunç bir gürültüyle arşınlayan ağzı bozuk, yaygaracı, belinde kelebeği, sustalısı; kime neye olduğunu bilmeden hiç bitmeyen bir isyanda kavrulan erkekler....
Her yokuş başına ve her toz tanesine sinmiş bir öfke hali.
Yaşamı boyunca bir gürültü sağanağı içinde boğulmuş ve ondan daima nefret etmiş biri için çok fazla ses var.
Yukarılardan, sağdan soldan, çürük duvarların ardındaki kim bilir hangi dudaklardan dökülen kinci küfürler... Sokaktan geçen arabalar ve arabalardan yankılanan arabesk şarkılar... Acı bebek ağlayışları... Gıcırdayan tahtalar, her biri kendine özgü tiz sesiyle ortalığı curcunaya veren envai çeşit böcek... Gecenin ayrı homurdanışı gündüzün ayrı...
Çok ses var. Bunca sese nazaran da çok yalnızlık.
Her sesten bir başka korkuyordu Sarmaşık. Sabahları gün henüz ışırken, tabanlarının kuvvetine göre bazen 30 bazen 45 dakika süren ıssız bir yolda yürürken işittiklerinden... Geceleri dışarıdan gelen şiddetli kavga seslerinden... Mahalleye dönüş yolunda takip edildiğini düşündüren gizemli ayak seslerinden... Köpek ulumalarından, komşu kadın uğultularından, çocuk çığlıklarından bile.
Her sesin ayrı yorgunuydu. Beyni, bir girdaba dönüyordu an be an. Damla damla biriken bir okyanustu. Tane tane yükselen bir duvar. Zihni bitkin bir hamaldı. Düşüncelerin, sıkıntıların, haksızlıkların ve acıların hamalı.
Çok ses var. Çok korku. Çok da yalnızlık. Olmaması gereken her şey.
Koyu sessizliğin ortasında hepsi başka bir yönden gelerek ortada buluşamayıp bir dövüş de bunun için başlatan çıldırtan gürültüler...
Sarmaşık'a kavga dövüş içinde geçen yaşamını hatırlatıp durmaktan başka bir işe yaramıyorlardı.
Dövüşmekten birbirini tanıyıp sevmeye fırsat bulamayan kalabalık ailesini. Her taraf alt edilemez bir sayıca fazlalıkla kuşatılmış olmasına rağmen yüreğini basan kimsesizlik duygusunu. Ve şöyle bir bakacak olursak gerçekten de kimsesiz oluşunu.
Hayatının ne kadarını geçireceğini bilmediği yeni yeri hakkındaki gözlemleri böyleydi. Aksini istese de gördükleri, duydukları umut vadeden şeyler değildi.
Kalkıp televizyonu açtı. Satın aldığı pilot kumandanın, viranesine alışıldık sesler getireceğini umuyordu. Anlardı böyle ayar işlerinden. Yapılabilir bir şeyse yapabilirdi. Gel gör ki kumanda iş görmüyordu. Ne yaptı ne ettiyse televizyonun iyi kötü bir şeyler göstermesini sağlayamamıştı.
Bunu daha sonra düşünecekti.
"Çok ses var." diye geçirdi aklından tekrar. Yere oturdu. Neye baktığını bilmeden gözlerini dikti karşıya.
Seslerin yorgunuydu.
Bir köpek inatla uluyordu dışarıda. Bir bebek karanlığı yırtarcasına ağlıyordu ne zamandır.
Sarhoş nidaları çarpıyordu yakınlara bir yerlere.
Susturucusuz bir araba geziyordu sokakta bağıra bağıra.
Bir o yana...
Bir bu yana...
( sürecek )
Merhaba Kalemderi! Yeni keşfettim burayı ben, bundan sonra uğrayacağım... :) sevgiler...
YanıtlaSilMerhaba hoş geldin :) Tabii çok mutlu olurum, görüşmek üzere.
SilEvet, hayat kitaplarda okunduğu gibi değil. Veya filmlerdeki gibi...
YanıtlaSilSarmaşık gerçek hayat ile yüz yüze, tek başına...
Hayat herkese yüzünü farklı gösteriyor. Sarmaşık'ı ise epey zorluyor.
Kitaplarda ve filmlerde acılar bile neredeyse güzel :) Gerçek hayat hiç öyle değil maalesef ve senin de altını çizdiğin üzere Sarmaşık'ı herkesi zorladığından biraz daha fazla zorluyor :( Sevgiler :)
SilSevgili arkadaşım, insanların ruh hallerini, sokağın tasvirini nasıl anlatmış, nasıl harika betimlemeler, benzetmeler yapmışsın, bunun roman olması gerekir, iltifat olsun diye değil samimi hislerimi gerçek duygularımı yazıyorum. Çok canlı tasvir yeteneğin var, bu bir yetenek ve bir romanda en gerekli şey...hakikaten o anlattığın tiplerle dolu sokakları, mahalleleri biliyorum sevgisizlikten başkalarının - yazdığın gibi- tebessümünü, mutlu olmasını istemezler ve o yüzden herkesle önce tanışıp, samimi olup bir iki ay bilemedin 6 ay sonra kavga gürültü kıskançlık haset ile nefret edip düşman olurlar.....nefretten, kavgadan beslenirler adeta....böyle sokakta dolaşıp hır çıksın diye volta atarlar:) birisi ile kavga etmeden duramazlar...ve işte bu anlattığın tipler var ya tipik akp seçmeni!!!!!! ay yine siyasete geldim ben yahu huyum kurusun her şeyde siyaset aklıma geliyor :)) kalemine sağlık canım...harikasın.
YanıtlaSilOf ne güldüm o tipik akp seçmeni kısmında :))) Ama, bir şey söyleyeyim mi? Çok, çok doğru bir tespit. Konuyu açarsak uzun uzadıya örneklendirebilir, temellendirebiliriz. Yani inan kuru kuruya 'tipik akp seçmeni' olayı değil. Güldüm; ama öte yandan çok hoşuma gitti; çünkü aynı şeyi defalarca söylemişimdir. Valla eğer bir gün kitap olayına girersem, kısmet olursa gerçekten de Kavgakıran'ın kitaplaşmasını isterim. Şu an beni ayrıca yüreklendirmiş bulunuyorsun. Öyle bir iddiam yok tabii, olsa güzel olur diyorum :) Çok güzel bir yorum. Özenin, dikkatin ve desteğin için sonsuz teşekkürler.
Silİnşallah olur ilk ben alırım:) İsminin 'kavgakıran' ın yani hikayesini, niye bu ismi koyduğunu bilmiyorum ama romanını inşallah çıkartmadan önce zaten editörler daha böyle albenili, daha okura cazip gelecek isimler buluyorlar:) - belki sana ters gelecektir ama bu onların işi :) ben eleştirirken yapıcı olmak adına sevmediğim noktaları söylerim - sen de bana söyle, söylersen sevinirim ayrıca- kavgakıran adında bir roman görürsem almam mesela:))))o yüzden şimdiden fiyakalı bir isim düşün. Çok mu kötüyüm ben yahu böyle pat pat içimden geçeni söylüyorum kusura bakma kırdıysam. :(
SilYo gayet doğru bir noktaya değindin. İsim bulma konusunda yazarken olduğu kadar rahat değilimdir zaten. Kavgakıran olmasının bir sebebi var tabii ki. Bölümler ilerledikçe anlatmaya çalışacağım. Ama, değiştirmezdim öyle bir durum söz konusu olsaydı. İsim konusunda iyi değilsem de bir şekilde o ismi seçmiş ve koymuşum. Sen de sanırım es geçerdin; ama sağlık olsun ne yapalım :) Bu hikayeyi Kavgakıran olarak seviyorum...
Sil"Çığlık" resmi yazıya ne güzel uymuş. Seslerin karmaşası bazen nasıl da rahatsız edicidir. Sesler beynimizde yankılanır, iniş çıkışlarla korkunç bir tempoda devam eder. Yazınızda bunu tam yaşatmışsınız.
YanıtlaSilEvet, resme rastladığımda ben de çok uygun olacağını düşündüm; nitekim uygun bulmanıza da çok sevindim :) Kesinlikle birbirine karışan ayarsız, inişli çıkışlı seslerin beyinde oluşturduğu hasarın haddi hesabı yok :) Sizi gördüğüme çok sevindim sevgili Makbule Abalı. Büyüklük ve incelik göstererek yeniden yazılarıma zaman ayırmanız onur verici. Teşekkür ediyorum, sevgi ve saygılarımı sunuyorum :)
Silkelimelerinizin sanata dönüştüğü yazınız, yine sizden bekleneceği gibi özenli ve mükemmel.
YanıtlaSilSiz de yine sizden bekleneceği üzere zarif ve destekçisiniz sevgili Sercan Bey :) Çok teşekkür ederim.
SilÇok güzel tasvirler var.Kızın bu mahalledeki çaresizliği derinden hissediliyor.
YanıtlaSilEvet, söz konusu ortamda yaşadığı şeyin adı tam anlamıyla çaresizlik sahiden. Teşekkür ederim.
SilBen de tam tersine ismini çok beğeniyorum. Dalgakıran isminden üretmişsin akılda kalıcı ve özel. Bence hayatında hiç kitap satılır mı diye birşey yapma samimiyetin kalmaz. Kalemine sağlık.
YanıtlaSilVar olmayan bir kitap hakkında konuşmak iyice garip gelmeye başladı açıkçası. Zaman, kader, kısmet vs. diyelim. İsmi ben de seviyorum hiçbir gerekçeyle değiştireceğimi sanmıyorum. Teşekkür ederim.
SilYine kelimelerle dans etmişsin. Yamaç mahalleleri üst üste kondular,sevgisiz insanlar,amaçsız düşmanlıklar ve gece gündüz çığlığı bitmez dakikalar ne güzel anlatmışsın.Nefeslerini ensemde hissettim o kadar içine çekiyor. canına sağlık:)
YanıtlaSilBeğendiğine sevindim, çok teşekkürler.
SilBen daha hala ailesini anlatmanı bekliyorum.Kızı niye bu halde bırakıyorlar.
YanıtlaSilİlerleyen bölümlerde anlarız. Bakalım nedenmiş.
SilSarmaşık'ı okurken kendimi film karelerinin içindeymiş gibi hissediyorum. Ankara'nın varoş mahallelerinden birindeki o ürkütücü evine gidip gelişi çok net. Ev gözümün önüne Ankara Kalesi civarındaki yıkık dökük evlerden biri olarak beliriyor. Sarmaşık ceylan gözlü bir güzel. Ve oldukça zeki bir kız (Gözlem yeteneği de süper bu arada). Hayatı tüm gerçekliği ve acımasızlığıyla yaşıyor. Olanca zorluğun içinde olmasına rağmen dimdik ayakta, ancak bir taraftan da her an pes ediverecekmiş gibi...
YanıtlaSilSizin yorumlarınızı okumak gerçekten çok keyif veriyor bana. Tahlilleriniz, tespitleriniz 12'den vuruyor çünkü. Burada da bilhassa "her an pes edecekmiş gibi" tespiti gerçekten etkileyici. Özenle, önemle okuyorsunuz çok teşekkür ederim. Saygılarımla.
SilSarmaşık benim misafirim olsun da biraz kafa dinlesin :)
YanıtlaSilKeşke bu ince düşünceli daveti ona iletmenin bir yolu olsaydı...
SilÖnceden Ankara'da yaşıyordum ben. Ankara kalesinin o civarlari gördükçe üzülürdüm. Nasıl yaşıyorlar ki buralarda diye. Tek başına bir kız için çok zor şartlar.
YanıtlaSilZor şartlar altında yaşadığını bile bilmeden yaşamaya çalışan insanlar... Kelimenin tam anlamıyla "zor".
Sil