FOTOĞRAF...
Nasıl çizersem çizeyim tatmin olmuyorum. Fotoğrafta
gördüklerimi kağıda dökemiyorum sanki. Silip çiziyorum… Silip çiziyorum… Tekrar
silip tekrar çiziyorum…
Lanet grip tam da gırtlağıma çökecek zamanı buldu. Başım
böyle ağrımasa, burnum inatla akmasa, boğazımda yumruk kadar bir şey canımı bu
denli yakmasa daha iyisini yapabilirdim belki…
Her anımı bu fotoğrafa bakarak geçirmek istiyorum. Dünüm,
bugünüm, yarınım küçücük bir fotoğrafa nasıl da sığıvermiş… Uzun, siyah
saçlarını arkasına atmış; bir tutamını yukarıdan ufacık bir tokayla tutturmuş.
İri, siyah gözleri kısık. Usulca soluna bakıyor bir şeyi görmeyi çok istermiş
ve göremiyormuş gibi. Siyah bir balıkçı kazak var üzerinde. Tebessüm etmiş.
Zoraki… İçtenliksiz… Hatta yalandan…
Tüm hayatımı bu fotoğrafa bakarak geçirmek istiyorum…
Sabah ilk iş olarak annemi doktor kontrolüne götürdüm.
Neyse ki merak edilecek hiçbir şey yokmuş. Öğleden sonra ise aniden bastıran
hastalığıma rağmen misafirliğe gelmiş yeğenlerimi de yanıma katıp semtin
neredeyse tüm fotoğrafçılarını gezdim. Amacım, daha rahat ve daha güzel
çizebilmek için fotoğrafı büyütmekti; ancak vesikalık olduğu için istediğim
boyuta geldiği takdirde her detayın dağılacağını söyledi hepsi…
Annem küçük bir fotoğrafı karşıma alıp hasta halime
aldırmadan ciddiyetle çizmemden anlamış olsa gerek. Bir yandan üzerimi örtüyor,
bana nane limon getiriyor diğer yandan da fotoğraftaki kızın ne kadar güzel olduğundan
söz ediyor. Neyse ki şimdilik özel bir durum olup olmadığını sormadı; çünkü
verecek bir cevabım yok kendi duygularımdan başka.
Çocuklar iki yanımda ilgiyle beni seyrediyor, arada da
fikir veriyorlar. Azarlıyorlar desem daha doğru…
-- Amca
burnu benzemedi.
- Amca
burası böyle mi ya baksana!
- Amca
saçında toka var görmüyor musun!
- O
tarafa bakmamış ki!
Onların çocuksu heyecanına benim aşk acemiliğim karışıyor…
Çocuk yüreklerinin bembeyaz sularında bu çizgilerin benim için ne kadar önemli
olduğunu anlıyor ve kim bu kız diye sorma gereği bile duymadan yalnızca iyi
çizebilmem için destek olmaya çalışıyorlar… Küçük arkadaşlarım…
Resim çizmek bugüne dek yalnızca sıkıldığımda kendimi
oyalamak için yaptığım bir şey olmuştu. En çok da askerde nöbetteyken
çizmiştim. Gazetede, dergide gördüğüm güzel kadınların resimlerini çizerdim.
Bunu cinsel bir açlığın etkisiyle değil, yalnızlık hissiyle dolup taştığımdan,
bir gün hayatıma girecek olan kadını ete kemiğe büründürme isteğimden dolayı
yapardım.
Hep uzun, siyah saçlı kadınları çiziyordum çünkü. İri
gözleri olanları. Özellikle de boş boş bakanları değil, bakışlarında birçok
anlam bulduklarımı…
Ve bunu biliyordum ben… İçimde bir yerlerde bir ses hep o
resimlerdeki hayali, bir gün karşımda buluvereceğimi söylüyordu. Hiç
beklemediğim bir anda değil hep beklediğim anlardan birinde… Hiç beklemediğim
bir yerde değil, nefes aldığım her saniye neresi olduğuna aldırmadan beklediğim
yerlerden birinde…
O fotoğrafla saatler geçirdiğimin farkına bile varmamışım.
Annem yemek getirdiğinde bir rüyadan silkinir gibi silkindim. Son rötuşları da
yaptıktan sonra kutsal bir şeyi kaldırır gibi hürmetle kaldırıp dosyaya
koydum. Dosyayı da özenle çekmeceye yerleştirmemin ardından kalp çarpıntıları
içinde uykusuz geçeceğini o andan itibaren bildiğim uzun bir geceye doğru yola
koyuldum…
*****
Sabahı sabah ettim. Artık işe gitmiyordum sanki. Bir mabede
gider gibi şevkle, saygıyla, iştahla koşuyordum mutfağıma. Her yerde
Sarmaşık’ın izleri vardı çünkü. Tabaklarda, çatallarda, kaşıklarda, sandalyede,
masada, tezgahta. Şu bardakla su içti az evvel. Yukarı çıkarken duvara dokundu.
Masaya ismini karalamış… Konuşurken hep şu köşeye yaslanıyor örneğin… Her yerde
bir iz.
Resmi kimsenin görmesini istemediğimden dolaplardan birinin
üstüne kaldırdım gider gitmez. Saatler vardı işe gelmesine. Geçmek bilmeyen
saatler… Sakız gibi uzayan, insanı zıvanadan çıkaran, oyunbaz saatler... Her
saniye biraz daha heyecanlanmama, terlememe sebep olan korkunç saatler…
Bütün umudum bu resimdi. Bir bağdı aramızdaki. Sarsılmaz
bir köprü inşa edebileceğim bir bağ. Ona ulaşamıyordum bir türlü. Konuşurken,
yüzüne bakarken... Hep başka bir yerde gibiydi. Bulunduğu her yerde herkes ille
de bir eksikti. Gözlerinin çukurlarındaki ışıklar, sesinin titrek koyları ele
veriyordu hep. Ulaşamıyordum…
Tek istediğim “Seni seviyorum.” diyebilmek ve bir şans elde
etmekti. İşte bu resim o umudun ta kendisiydi. Sabaha kadar bin çeşit tepki
canlandırmıştım zihnimde. O her zamanki ulaşılmazlığıyla gelecek, bütün
ilgisizliğiyle bana bakacak, beni görmeyecek; ama uzattığım resmi eline alıp
baktığında gözleri ışıldayacak ve mutluluk içerisinde boynuma atılacaktı…
Saçmalama Adil.
En güzel olan kurgu en saçma ve imkansız olanı.
Elbette boynuma atlamayacak ya da yanağıma bir öpücük
kondurmayacaktı. Biliyordum bunu; ama hayali bile güzeldi.
Ya da mutfağa iner inmez bana doğru yürüyecek ve çok
meraklı çok heyecanlı bir şekilde “Adil Usta nerede benim resmim?” diye
soracak. Ben de gururla resmi ona uzatacağım. Alıp hayran hayran seyrettikten
sonra bana teşekkür edecek. Onu yemeğe davet edeceğim ve çorap söküğü gibi sürecek her şey…
Bu ve buna benzer birçok senaryo kurguladım, gerçekte olanı
hariç…
Geldi işte… Kitaplarını ve çantasını bıraktı, koşar
adımlarla yukarı çıktı tekrar. Mısır tencerelerini getirip yıkadı uzun uzun.
Merhaba bile dememişti bu kez… Hay aksi şeytan.
Ve yine koşar adımlarla işinin başına gitti. Bu, yemeğe dek
aşağı inmeyeceği anlamına geliyor. Kalbimden bir mızrak geçti sanki; ama
umutsuzluğa düşmek yok. Belli ki Cem’den azar işitti. Moralini bozan bir şeyler
olmasa mutlaka selam verirdi. Eminim, canı sıkkın. Birazdan, yemeğe indiğinde
resmi soracak ve görünce de neşesi yerine gelecek… Evet evet öyle olacak, başka
ne olabilir ki.
- Serhat
ne işin var senin o tarafta! Bulaşıkhaneye geç kalabalık etme burada.
- Usta
bu ne sinir sabahtan beri. Bir şey yapmıyorum dolanıyorum öyle.
- Git
yerinde dolan, şu tabağını da al masadan. Hatta ufak tefek eksikler var baharat
maharat. Bi koşu al gel.
- Ya
usta alırız acelen ne?
- Müşteri
senin keyfini mi bekleyecek? Git diyorsam git.
- Tamam
sinir yapma gidiyoruz. Ne lazım söyle.
Serhat da gitti. Baharatçı buraya uzak. O sırada belki
biraz konuşuruz… Tabii aşağı inerse…
Bekledim. Aklımı bir türlü işime veremiyordum, sabrımın
sınırlarındaydım üstelik. İnsene hadi. Hadi insene artık yemeğe. Acıkmadın mı?
İnsan resmini merak etmez mi? Ne yapıyorsun o arabanın başında öyle!
Yukarı, mısır arabasının başına gittim. Patronların hoşuna
gitmeyecekti o yoğunluğun ortasında mutfaktan ayrılmam; ama o an hiçbir şeyi
umursamıyordum bir tek şey dışında.
- Sarmaşık
Hanım?
- Efendim?
- Yemeğe
inmiyor musunuz sonra işten güçten fırsat bulamazsınız.
- Tamam
usta geliyorum.
Onu bu kadar uzak hissettiğimde fark etmeden “siz” demeye
başlıyordum… Biraz da kırgınlığımı göstermek için tabii. Tavşan dağa küsmüş…
Son zamanlarda personel için patates ve pirinç pilavından
başka yemek çıkaramıyordum. Malzeme yoktu, almıyorlardı. Eldekilerle bunlar
yapılıyordu. Garsonlar, komiler, Serhat hatta ben bile bundan şikayetçiydik;
ama onun mızmızlandığını hiç görmemiştim. Severek yiyordu yemeğini. “Cem
istediğini sipariş et, dükkanla anlaşmalıyız demedi mi sana? Ne yapayım ne
istersin?” dediğimde reddediyor, hepimizle birlikte aynı yemeği yiyordu. İçim
eziliyordu onu patates pirinç kaşıklarken görünce. Biraz anne oluyordum biraz
baba. Büyümüş, ihtiyarlamış, kocaman halleriyle küçük kız çocuğumdu sanki. Onu
sessizce yemeğini yer görünce bütün gerginliğim, kırgınlığım uçup gitmişti
yine…
- Resmi
sormuyorsun?
- Resim
mi? Ne resmi?
İşte bunu kurgulamamıştım. Hiç
hayal etmemiştim…
- Hani
bana fotoğrafını vermiştin karakalem resmini çizeyim diye?
- A
sahi… Kusura bakma lütfen, gerçekten unutmuşum. Çizdin mi?
- Çizdim.
- Görebilir
miyim?
Nezaketen sorulan bir görebilir miyim… Görebilirsin tabii.
Görebilesin diye hasta yatağımda saatlerce kalem oynattım…
İçimden bir sürü kuş göç ederken dolabın üstündeki dosyayı
alıp Sarmaşık’a uzattım. A-4 kağıdı çıkardı, iki eliyle tutup şöyle bir baktı
resme. Gözlerinin bebeğinde ışık yanmadı. Her santimini ezberlediğim
fotoğrafındaki gibi zoraki bir tebessüm kondurdu dudaklarına, yarım yamalak…
- Eline
sağlık usta, çok güzel olmuş.
dedi ve kağıdı dosyaya koyup masaya bıraktı. Kalktı, ellerini
yıkadı. Kuruladı alelacele. Dosyayı aldı ve gitti.
Geride kırılmış umudum, aşkım, bir fotoğraf bir de ben kaldık…
(sürecek)
Adil'in sanırım biraz daha zamana ihtiyacı var. Sarmaşık da zor bir süreçten geçiyor. Yoksa bu tertemiz sevgiyi görmezden gelemezdi...
YanıtlaSilÇok doğru :) Adil de bunu bilmediği için üzülüyor haliyle...
SilHiçbir zaman beklediğimiz gibi olmaz ama bu en kötü en üzücü senaryo olmuş :( oldukça başarılı bir hikaye..
YanıtlaSilHiçbir zaman beklediğimiz, hayal ettiğimiz gibi olmaz maalesef. Adil'in biraz fazladan beklediği, istediği gibi olmamış :) Teşekkür ederim beğenmene çok sevindim. Bir bütün halinde bakmak istersen Kavgakıran etiketinden ulaşabilirsin.
SilNasıl unutur adam hasta hasta o kadar emek vermiş.Yazık çok üzüldüm.
YanıtlaSilİnsanlık hali, unutmuş işte :)
SilBu yazini, daha dogrusu bu bölümü okuyunca , "Kavgakiran" basligi da daha öncesinde birkac yerde gözüme takilinca bunun bir öykü serisi oldugunu anlayip (hic birsey kacmaz benden, cok zekiyimdir):)) hemen etiketi aradim buldum (dedim ya hani):) ve en basindan okudum hikayeyi. Hizli gectim, aslinda daha detayli bir sekilde en bastan okumam lazim, daha sakin bir zaminimda.
YanıtlaSilBircok yorumu bile okudum (yorumlari okumayi da cok severim):)
Hep böyle bir yazma kabiliyetim olsun isterim oldum olasi. Gipta ettim size... "cok güzel, cok mükemmel bir anlatiminiz var" demek yetersiz ve siradan kalacak. Hani demistim ya bir yorumumda size "buram buram edebiyat kokuyor yazilariniz " diye? Iste tam da böyle hissediyorum herseferinde. Dokunuyor, sürüklüyor ve etkiliyor....
Bu "Kavgakiran" adinda bir kitap olacak degil mi? Lütfen olmali:)
Elinize ve o sahane hayal gücünüze...en önemlisi, yüreginize saglik.
Ne kadar güzel bir yorum ve ne kadar ihtiyaç duyduğum bir sırada... Öncelikle çok, çok teşekkür ederim. Baştan okumanız çok gurur verici. Zaman bulduğunuzda detaylıca da okursunuz inşallah :) Ama, iyi bir okuyucunun şöyle bir okumasının da gayet yeterli olacağını kendimden biliyorum, bu nedenle zaten okuduğunuzu düşünüyorum. İnşallah kitap olur bir gün neden olmasın. Bir fırsat, uygun bir zemin denk gelirse olur tabii ki. Yazacak daha çok şeyim var çünkü :) Bu güzel yorum için tekrar tekrar teşekkür ederim. Sevgi ve saygılarımla.
SilAdile uzuluyorum uzulmesine de Sarmasika da kizamiyorum ki... Tam boyle ince ince planlarsin da o plan sekteye ugrar ya iste o his cok tahammul sinirlarini zorlayan bir his :)
YanıtlaSilDeğil mi ama ya... Ben de kızamıyorum hiç; çünkü dediğin gibi o sekteye uğramanın arka planı var, görünmez engelleri, hesap edilmemiş sebepleri var, var da var :) Tabii, o sekteye uğrama hissini de es geçemeyiz. İki taraf için de üzücü.
SilEn güzel bölümlerden biri olmuş bana göre.Kitap olursa daha önce okumuştum demem hemen alırım haberin olsun.Kalemine sağlık.
YanıtlaSilTabii, kitap olunca okuyacak insan da lazım :) Aklımda bulunsun :) Teşekkür ederim, beğenmene sevindim.
SilBlog kesf etk geliyorum bloguma beklerim takipteyim
YanıtlaSilMerhaba hoş geldiniz, takipleştik sizinle zaten :) Kalemderi olarak listenizdeyim, görüşmek üzere.
SilAdil'in bu heyecanının kursağında kalmasına üzüldüm ama Sarmaşık bu güzel sevgiyi fark edip karşılık verir diye umuyorum.Ona da hak vermek lazım çok zor bir hayatı var aşka meşke ayıracak zamanı yoktur belki de.Yine şiir gibi bir yazı olmuş edebiyata doyuyor insan kalemine sağlık.
YanıtlaSilEvet, aşka ayıracak zamanı da, enerjisi de yok gibi :) Adil sabırlı olmalı, bakalım ilerleyen bölümler ne gösterecek... Beğenmene çok sevindim, teşekkür ederim :)
SilBlogunuzu takipteyim benim blogumada beklerimm.. sevgilerr..
YanıtlaSilhttp://setenayileguzellik.blogspot.com.tr/
Merhaba Setenay, hoş geldin. Bloğunu izlemeye aldım, görüşmek üzere :)
SilÇok güzel yazıyorsun. En az iki saattir blogundayım. Öykünün okuduğum ilk bölümleri de dahil olmak üzere bütün bölümlerini yeniden okudum. Profesyonel bir kalemden, usta bir kalemden çıkmış bir roman okuyor gibi zevkle okudum. Ne güzel betimlemeler, ne şahane benzetmeler... Ve bir aşk ancak bu kadar güzel anlatılabilir. Bayıldım. Yazmalısın, bir gün çok iyi yerlerde olacaksın,
YanıtlaSileminim.
Kalemine yüreğine sağlık.
Sevgiler
Hep övülmeyi bekleyen biri değilimdir; ama bazen gerçekten tıkanıyorum ve artık yazamıyor muyum diye endişelenmeye hatta korkmaya başlıyorum. İşte o çok kritik sıralarda bu kadar güzel, bu kadar destekleyici sözler okumak yenilenmemi sağlıyor ve o tıkanma anlarında geri dönüp bunları tekrar tekrar okuyorum. Yani aslında sadece yorum yazmadınız, görüşlerinizi belirtmediniz. Eğer bir gün gerçekten yazarak bir yerlere ulaşacaksam, beni durduğum ve düşmek üzere olduğum yerde tazeleyip yine yola çıkardınız. Çok teşekkür ederim.
SilEmeğinize sağlık blogunuzu yeni keşfettim ve çok keyif aldım :)
YanıtlaSilBenimde bloguma uğrarsanız sevinirim sevgiler...
Hoş geldiniz, bloğumu beğendiğinize çok sevindim. Ben de sitenizi ziyaret ettim, görüşmek üzere :)
SilSarmaşığın o kadar derdi korkusu var ki.Resim mi kalır aklında. Adil de çok belli edemiyor ki zaten.
YanıtlaSilUnutması gerçekten de çok doğal. Dediğin gibi, o kadar derdi, korkusu var ki...
SilUnutması gerçekten de çok doğal. Dediğin gibi, o kadar derdi, korkusu var ki...
Sil