Bundan
1.5-2 sene kadar önce insanların işlerine geldiğinde nasıl da devlet
aşkıyla yanıp tutuştuğunu; ancak işlerine gelmediğinde nasıl koyu muhalif olduklarını
bizzat gördüm ve hukuk karşısında yüzde yüz haklı olduğum bir davada
mübalağalar, iftiralar sonucu cezalandırıldım. O gün “El alemin enayisi ben miyim? Başkalarının mesul olup da yapmadığı
şeyleri yapmak için uğraşırken başım belaya girsin; etrafımda değil bir destek
çıkan aksine düşmanlıkla yüzüme bakan bağırıp çağıran, yanar döner insanlar
göreyim olacak iş mi?” demiş ve artık herkes gibi etliye sütlüye karışmadan yaşamaya
karar vermiştim. Verdiğim karara da harfiyen uydum geçen zamanda. Siyaseti
takip etmeyi bıraktım. Beynimi boşalttım. Haksızlık, zulüm, eziyet, işkence
namına ne varsa; görüp öfkelenebileceğim, yeniden bir şeyler yapma arzusuyla
dolup taşabileceğim ne varsa irtibatı kestim. Hani herkese önerirler ya; kendini
uyuştur, haber izleme, komedi filmleri seyret, neşeli insanlarla görüş, hatta
hobi edin filan… O tip bir insana döndüm o sırada işte.
Sonra
ne fark ettim biliyor musunuz? Öfkem geçtikçe, ben bir şeylere kızmamak,
haksızlıkları görüp köpürmemek, hiçbir şey yapmayan hiçbir şey demeyen
insanları görüp daha da köpürmemek için elimi eteğimi düşünceden, sözden ve
yaşananlardan çektikçe; o kızdığım insanlardan biri olup çıkmışım. Bilmiyorum
hayatta bundan daha fena bir ceza var mıdır? Evet, ben yapılması gerekeni yapması
gerektiği halde yapmayanlar yüzünden cezalandırıldım, kimse benden yana olmadı hatta
ve hatta herkes kendi paçasını kurtarmaya baktı… Olacak şey değil. Ama,
olmayacak bir şey daha var ki kenara çekilip onların arasına karışmakla bırak
kendimi kurtarmayı; bana yapılan haksızlığı ve ayıbı bilerek veya bilmeyerek ben
de başkalarına yapmaya başlamışım…
Hala çok kızgınım öyle insanlara. Hala. Nefretli bir kızgınlık değil bu sitemli bir kızgınlık. Lale Müldür’ün dediği gibi “Evlerine ve yemeklerine kapanan insanlardan biri olup çıktı” sanki herkes… Kimsenin acısı sıkıntısı kimsenin umurunda değil. En umurunda olduğunu söyleyen, iki dakika göz atıp bir ah-vah edip kendi yoluna koyuluyor. Dünya yanıyor ama farkında mısınız? Senin, benim, hepimizin eşit ölçüde sorumluluk sahibi olduğu bir çıkarlar savaşında bedeni lime lime edilen sayısız çocuk… Vahşete karşı ne zaman duyarsızlaştı bu toplum? Elleri, gözleri bağlı insanların kılıçla ağır ağır, yavaş yavaş, parça parça kesilmesine duyarsızlaşmak… Kulağa korkunç geliyor. Hem yapılan hem de bir o kadar bu yapılana kayıtsız kalacak noktaya gelmiş olmak.
Hala çok kızgınım öyle insanlara. Hala. Nefretli bir kızgınlık değil bu sitemli bir kızgınlık. Lale Müldür’ün dediği gibi “Evlerine ve yemeklerine kapanan insanlardan biri olup çıktı” sanki herkes… Kimsenin acısı sıkıntısı kimsenin umurunda değil. En umurunda olduğunu söyleyen, iki dakika göz atıp bir ah-vah edip kendi yoluna koyuluyor. Dünya yanıyor ama farkında mısınız? Senin, benim, hepimizin eşit ölçüde sorumluluk sahibi olduğu bir çıkarlar savaşında bedeni lime lime edilen sayısız çocuk… Vahşete karşı ne zaman duyarsızlaştı bu toplum? Elleri, gözleri bağlı insanların kılıçla ağır ağır, yavaş yavaş, parça parça kesilmesine duyarsızlaşmak… Kulağa korkunç geliyor. Hem yapılan hem de bir o kadar bu yapılana kayıtsız kalacak noktaya gelmiş olmak.
Savunma
mekanizmasını can yeleği edinmiş insanlar diyecekler ki “Ben ne yapabilirim?”
İşte herkes böyle kapanıyor evlerine ve yemeklerine. Hiçbir şey yapmak
istemeyişini, hiçbir şey yapmaya gücü ve imkanı olmadığı bahanesiyle örtbas
ederek. Gülüyorum ben buna acı acı. Benim hayatımda uğradığım en büyük
haksızlığı cebimde sadece 3,75 tl olduğu bir günde bir şeyler yapmaya çalışıyor
olmam nedeniyle yaşamış olmam; üstüne başına yeni bir kıyafet alamayan
insanların bile bir şeyler yapabiliyor oluşu; ama yapmak istemeyenlerin
bahaneleri bana acı acı gülme yetkisi veriyor maalesef.
Üzülün
evet. Üzülmeye devam edin. Bakın. Öylece bakın. Boş boş. Aslında zerre kadar
umursamayarak. Size dokunan herhangi bir şey olmadığı sürece sorun görmeyerek.
Hatta bu üzüntülerden nemalanmayı çok çok iyi bilerek. İyi insan kılıklarıyla,
etliye sütlüye bulaşmadan, mağaza vitrinlerinden, restoran zincirlerinden,
yemelerden içmelerden, gezmelerden tozmalardan başınızı alamayarak… Can sıkıcı
bir şey gördü mü bakan, üzülen, ama hala bakan… Israrla sadece bakan insanlar
olarak… Devam edin.
Ya da…
Farkına
varın artık. Korkarak yaşamamızı istiyorlar bizim. Susarak. Göz yumarak. İnsanlıktan
çıkmamızı, insanlığımızdan utanmamızı istiyorlar. Korkarak yaşanacak ve
sonlanacak bir hayatın anlamsızlığını düşünün. Göz yumarak ve kendine saygı
duymayarak yaşamanın azabını düşünün. Hiç yaşamamış olmak bundan yeğ değil
midir?
Bir insanın her şeyini alabilirsiniz. Malını, mülkünü,
ailesini, özgürlüğünü, onurunu, şerefini, her şeyini. Bir tek şey var ki onu
yetmiş iki millet bir araya gelseniz çekip alamazsınız: o insanın kendine olan
inancını.
Bedeniyle sınırlı bir varlık olduğunu düşünüp bunu
sorgusuz sualsiz kabul edene acırım. Beden, akıbeti ortada ve hiç kimse
tarafından değiştirilemeyecek olan bir araçtır. Beden, ruhun dünyaya açılan
kapısından başka hiçbir şey değildir. Aslolan ruhtur. Onun kalıpları yoktur.
Onun dayatmaları yoktur. Onu, kısacık
dünya serüveninde kendinden başka hiç kimse yargılayamaz. O zaten şahsiyet
mücadelesini yaparken kendine nasıl gerekiyorsa öyle muamele eder. Ruh
özgürdür. Ruhun özgürlüğü ele geçirilemez. Ruhun özgürlüğünün sınırları yoktur.
Dilediğine inanır. Dilediğini benimser. Dilediği için çarpışır. Dilediğinden
vazgeçer. Dilediğine gider. Dilediğinden döner. Onu, bir noktadan başka bir
noktaya sınırlandırmaya çalışmak nafile bir uğraştır. Sınırlı ve aciz olan
bedendir. Üstelik bedenin yalnız kendi sınırları yoktur. Başkalarının dayattığı
doğru ve yanlışlarla “zorunda kaldıkları” vardır.
Haksız yere idam edilenler oldu dünya tarihinde.
Hayatının baharında sorgusuz sualsiz katledilenler oldu. Oluyor. Ve ne yazık ki
olacak. Yapmadıkları şeylerle suçlanarak parmaklıklar ardında çürümeye terk
edilen masum insanlar oldu. Oluyor. Olacak. İşkence görenler, işkencede ölenler
oldu. Oluyor. Olacak. Anasının ak sütü gibi helal olan hakkını istiyor diye
hayale sığmayacak cezalara çarptırılanlar oldu. Dünya tarihinde soykırımlar
oldu. Açlıkla, soğukla, işkenceyle, korkunç cinayetlerle soyu eritildi
insanların.
Canına varana dek her şeyleri alındı onların. Her
şeyleri.
Bir tek şeyleri alınamadı ve dünya durdukça da
alınamazdı: kendilerine olan inançları. İnsanların kurduğu devlet kanunlarında
yargılanarak, çoğu kez yargılanmadan bile, hüküm giyip öldürülen, mahkum
edilen, hapse atılan, onuruna, şerefine leke sürülen bu insanlar son
nefeslerini verene dek, kendi vicdanlarında masum ve rahat değil miydi?
Hangisinin ruhuna hükmedilebildi söyleyin bana. Hangi zincirler etten daha
fazlasına işleyebildi? Hangisi etine zulmettiler diye kendine olan inancını
kaybetti, hangisi küçüldü? Bedeni ortadan kalktı gitti de biz hangisini
unuttuk?
İnandığını yaşayan insan büyüktür. Yaşadığına inanan
değil. Yaşamak zorunda kaldığına inanan hiç değil.
Bize zulmedebilirler. Bize haksızlık edebilirler. Bize
yalan söyleyebilirler. Bizi aç bırakabilirler, bizi üşütebilirler, bize
gülebilirler, bizimle alay edebilirler, bize insana yakışmayan ne varsa onunla
işkence edebilirler. Bizi suçlayabilir, mahkum edebilir, hatta öldürebilirler.
Bizden her şeyimizi alabilirler evet. Malımızı, mülkümüzü, ailemizi,
şerefimizi, onurumuzu, özgürlüğümüzü, canımıza varana dek her şeyimizi.
Kendimize olan inancımızı alamazlar ama. Ruhumuzun özgürlüğüne dokunamazlar.
Yaklaşamazlar bile.
İşte bu yüzden,
Susma. Suya sabuna dokunmadığım zamanlarda rahat
kaldım; ama temiz kalamadım sen de kalamazsın. Kendine inanmaya, saygı duymaya
devam edemezsin. Bir gün canını yakarlar, etrafına bakar kimseyi bulamazsın.
Susma. O sitemkar öfkeyi sıcak tut. Öfkeni sıcak tut ki seni, beni kendine
benzetmek için var gücüyle çalışan bu hissizleşmiş, tekdüzeleşmiş kitleye
karışıp kendi kendinde asimile olma.
Bırak seni korkutsunlar; ama korkarak yaşama.
Korkarak yaşamayalım.
Not: Görsel www.cumhuriyet.com'dan alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.