30 Oca 2015

ÖFKENİ SICAK TUT KARDEŞİM


Bundan 1.5-2  sene kadar önce insanların işlerine geldiğinde nasıl da devlet aşkıyla yanıp tutuştuğunu; ancak işlerine gelmediğinde nasıl koyu muhalif olduklarını bizzat gördüm ve hukuk karşısında yüzde yüz haklı olduğum bir davada mübalağalar, iftiralar sonucu cezalandırıldım. O gün “El alemin enayisi ben miyim? Başkalarının mesul olup da yapmadığı şeyleri yapmak için uğraşırken başım belaya girsin; etrafımda değil bir destek çıkan aksine düşmanlıkla yüzüme bakan bağırıp çağıran, yanar döner insanlar göreyim olacak iş mi?” demiş ve artık herkes gibi etliye sütlüye karışmadan yaşamaya karar vermiştim. Verdiğim karara da harfiyen uydum geçen zamanda. Siyaseti takip etmeyi bıraktım. Beynimi boşalttım. Haksızlık, zulüm, eziyet, işkence namına ne varsa; görüp öfkelenebileceğim, yeniden bir şeyler yapma arzusuyla dolup taşabileceğim ne varsa irtibatı kestim. Hani herkese önerirler ya; kendini uyuştur, haber izleme, komedi filmleri seyret, neşeli insanlarla görüş, hatta hobi edin filan… O tip bir insana döndüm o sırada işte.

Sonra ne fark ettim biliyor musunuz? Öfkem geçtikçe, ben bir şeylere kızmamak, haksızlıkları görüp köpürmemek, hiçbir şey yapmayan hiçbir şey demeyen insanları görüp daha da köpürmemek için elimi eteğimi düşünceden, sözden ve yaşananlardan çektikçe; o kızdığım insanlardan biri olup çıkmışım. Bilmiyorum hayatta bundan daha fena bir ceza var mıdır? Evet, ben yapılması gerekeni yapması gerektiği halde yapmayanlar yüzünden cezalandırıldım, kimse benden yana olmadı hatta ve hatta herkes kendi paçasını kurtarmaya baktı… Olacak şey değil. Ama, olmayacak bir şey daha var ki kenara çekilip onların arasına karışmakla bırak kendimi kurtarmayı; bana yapılan haksızlığı ve ayıbı bilerek veya bilmeyerek ben de başkalarına yapmaya başlamışım… 

Hala çok kızgınım öyle insanlara. Hala. Nefretli bir kızgınlık değil bu sitemli bir kızgınlık. Lale Müldür’ün dediği gibi “Evlerine ve yemeklerine kapanan insanlardan biri olup çıktı” sanki herkes… Kimsenin acısı sıkıntısı kimsenin umurunda değil. En umurunda olduğunu söyleyen, iki dakika göz atıp bir ah-vah edip kendi yoluna koyuluyor. Dünya yanıyor ama farkında mısınız? Senin, benim, hepimizin eşit ölçüde sorumluluk sahibi olduğu bir çıkarlar savaşında bedeni lime lime edilen sayısız çocuk… Vahşete karşı ne zaman duyarsızlaştı bu toplum? Elleri, gözleri bağlı insanların kılıçla ağır ağır, yavaş yavaş, parça parça kesilmesine duyarsızlaşmak…  Kulağa korkunç geliyor.  Hem yapılan hem de bir o kadar bu yapılana kayıtsız kalacak noktaya gelmiş olmak.

Savunma mekanizmasını can yeleği edinmiş insanlar diyecekler ki “Ben ne yapabilirim?” İşte herkes böyle kapanıyor evlerine ve yemeklerine. Hiçbir şey yapmak istemeyişini, hiçbir şey yapmaya gücü ve imkanı olmadığı bahanesiyle örtbas ederek. Gülüyorum ben buna acı acı. Benim hayatımda uğradığım en büyük haksızlığı cebimde sadece 3,75 tl olduğu bir günde bir şeyler yapmaya çalışıyor olmam nedeniyle yaşamış olmam; üstüne başına yeni bir kıyafet alamayan insanların bile bir şeyler yapabiliyor oluşu; ama yapmak istemeyenlerin bahaneleri bana acı acı gülme yetkisi veriyor maalesef.

Üzülün evet. Üzülmeye devam edin. Bakın. Öylece bakın. Boş boş. Aslında zerre kadar umursamayarak. Size dokunan herhangi bir şey olmadığı sürece sorun görmeyerek. Hatta bu üzüntülerden nemalanmayı çok çok iyi bilerek. İyi insan kılıklarıyla, etliye sütlüye bulaşmadan, mağaza vitrinlerinden, restoran zincirlerinden, yemelerden içmelerden, gezmelerden tozmalardan başınızı alamayarak… Can sıkıcı bir şey gördü mü bakan, üzülen, ama hala bakan… Israrla sadece bakan insanlar olarak… Devam edin.

Ya da…

Farkına varın artık. Korkarak yaşamamızı istiyorlar bizim. Susarak. Göz yumarak. İnsanlıktan çıkmamızı, insanlığımızdan utanmamızı istiyorlar. Korkarak yaşanacak ve sonlanacak bir hayatın anlamsızlığını düşünün. Göz yumarak ve kendine saygı duymayarak yaşamanın azabını düşünün. Hiç yaşamamış olmak bundan yeğ değil midir?

Bir insanın her şeyini alabilirsiniz. Malını, mülkünü, ailesini, özgürlüğünü, onurunu, şerefini, her şeyini. Bir tek şey var ki onu yetmiş iki millet bir araya gelseniz çekip alamazsınız: o insanın kendine olan inancını.

Bedeniyle sınırlı bir varlık olduğunu düşünüp bunu sorgusuz sualsiz kabul edene acırım. Beden, akıbeti ortada ve hiç kimse tarafından değiştirilemeyecek olan bir araçtır. Beden, ruhun dünyaya açılan kapısından başka hiçbir şey değildir. Aslolan ruhtur. Onun kalıpları yoktur. Onun dayatmaları yoktur. Onu,  kısacık dünya serüveninde kendinden başka hiç kimse yargılayamaz. O zaten şahsiyet mücadelesini yaparken kendine nasıl gerekiyorsa öyle muamele eder. Ruh özgürdür. Ruhun özgürlüğü ele geçirilemez. Ruhun özgürlüğünün sınırları yoktur. Dilediğine inanır. Dilediğini benimser. Dilediği için çarpışır. Dilediğinden vazgeçer. Dilediğine gider. Dilediğinden döner. Onu, bir noktadan başka bir noktaya sınırlandırmaya çalışmak nafile bir uğraştır. Sınırlı ve aciz olan bedendir. Üstelik bedenin yalnız kendi sınırları yoktur. Başkalarının dayattığı doğru ve yanlışlarla “zorunda kaldıkları” vardır.

Haksız yere idam edilenler oldu dünya tarihinde. Hayatının baharında sorgusuz sualsiz katledilenler oldu. Oluyor. Ve ne yazık ki olacak. Yapmadıkları şeylerle suçlanarak parmaklıklar ardında çürümeye terk edilen masum insanlar oldu. Oluyor. Olacak. İşkence görenler, işkencede ölenler oldu. Oluyor. Olacak. Anasının ak sütü gibi helal olan hakkını istiyor diye hayale sığmayacak cezalara çarptırılanlar oldu. Dünya tarihinde soykırımlar oldu. Açlıkla, soğukla, işkenceyle, korkunç cinayetlerle soyu eritildi insanların.

Canına varana dek her şeyleri alındı onların. Her şeyleri.

Bir tek şeyleri alınamadı ve dünya durdukça da alınamazdı: kendilerine olan inançları. İnsanların kurduğu devlet kanunlarında yargılanarak, çoğu kez yargılanmadan bile, hüküm giyip öldürülen, mahkum edilen, hapse atılan, onuruna, şerefine leke sürülen bu insanlar son nefeslerini verene dek, kendi vicdanlarında masum ve rahat değil miydi? Hangisinin ruhuna hükmedilebildi söyleyin bana. Hangi zincirler etten daha fazlasına işleyebildi? Hangisi etine zulmettiler diye kendine olan inancını kaybetti, hangisi küçüldü? Bedeni ortadan kalktı gitti de biz hangisini unuttuk?

İnandığını yaşayan insan büyüktür. Yaşadığına inanan değil. Yaşamak zorunda kaldığına inanan hiç değil.

Bize zulmedebilirler. Bize haksızlık edebilirler. Bize yalan söyleyebilirler. Bizi aç bırakabilirler, bizi üşütebilirler, bize gülebilirler, bizimle alay edebilirler, bize insana yakışmayan ne varsa onunla işkence edebilirler. Bizi suçlayabilir, mahkum edebilir, hatta öldürebilirler. Bizden her şeyimizi alabilirler evet. Malımızı, mülkümüzü, ailemizi, şerefimizi, onurumuzu, özgürlüğümüzü, canımıza varana dek her şeyimizi. Kendimize olan inancımızı alamazlar ama. Ruhumuzun özgürlüğüne dokunamazlar. Yaklaşamazlar bile.

İşte bu yüzden,

Susma. Suya sabuna dokunmadığım zamanlarda rahat kaldım; ama temiz kalamadım sen de kalamazsın. Kendine inanmaya, saygı duymaya devam edemezsin. Bir gün canını yakarlar, etrafına bakar kimseyi bulamazsın. Susma. O sitemkar öfkeyi sıcak tut. Öfkeni sıcak tut ki seni, beni kendine benzetmek için var gücüyle çalışan bu hissizleşmiş, tekdüzeleşmiş kitleye karışıp kendi kendinde asimile olma.

Bırak seni korkutsunlar; ama korkarak yaşama.

Korkarak yaşamayalım.


Not: Görsel www.cumhuriyet.com'dan alıntıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *