Anlatmanın sırası değil biliyorum; ama sırasını
beklemekten yoruldum. Zaman bana ne konuşmak ne de yaşamak için pek sıra
vermedi, vermiyor. Görünürde genç bir insanım çünkü. Özünde ise hayata olan
neredeyse tüm ilgisini kaybetmiş, yorgun bir ruh hamalı. Zihnim yaşadığım onca
kötü anıyı tam anlamıyla derinlere itip gömmeden hatırladığım kadarını yazmak
istiyorum. Hiçbir şey olmamış gibi devam etmek istesen de edemiyorsun ey insan.
Birikenler ağır geliyor, alıp götürmüş olduklarının telafisi yok… Ve benim dört
yanlışlarım bir doğruları değil, bir yanlışlarım dört doğruları silip attığı
için belki de, beni Yaratan’dan başka hiç kimseye zerre hesap verme yükümlülüğü
duymuyorum.
Şimdilerde Ankara’ya pek kar yağmıyor. Kışlar katlanılır
derecede soğuk. O zaman öyle değildi. Deli gibi kar yağardı şehrime. Kaldığım
gecekonduda her gece ertesi gün doğru düzgün çalışabileceğim, kimsenin bana
sarkmayacağı kimse beni iğrenç iğrenç süzmeden ekmeğimi kazanabileceğim bir
yandan da okula gidebileceğim bir iş bulmanın hayaliyle yatardım. Kaç iş
değiştirdiğimi sayamıyordum bile. Ankete çıksam dert, mısır satsam dert,
garsonluk yapsam dert… Köpek gibi çalışsam bile ille de o.. çocuğunun biri
çıkıp asılıyordu. Çok güzel olduğumdan filan değil, yalnız olduğumdan. Halim
tavrım mahzun olduğundan. Çalışmam gerektiğinden… Onlar kötü olduğundan ya da
kısacası.
Parasızlıktan ne arkadaşlarımla bir yere çıkabiliyordum ne de doğru
düzgün geçinebiliyordum. O zamanlar yalnızlaştım ben bu kadar işte. O zamanlar
bu kadar öfke doldum insanlara. Anlatsam roman olacak senelerimi çürütüp
karşılığında yalnızca kötülük gördüğüm ve onları en gizli hücrelerine kadar
tanıyıp anladığım için. Velhasıl kelam. İğrenç bir Ankara kışı gecesi
gecekondumda sabaha kadar ağladığımı hatırlıyorum. Çok yalnızdım. Laf olsun
diye değil tam anlamıyla yalnızdım. İşsizdim, parasızdım, doğru dürüst yemek
yiyemiyordum. Tek istediğim yaşamımı sürdürüp okuluma gidebilmekti insan gibi.
Ama olmuyordu işte… İzin vermiyorlardı. İnsan gibi çalışmama, yaşamama,
konaklamama bile izin vermiyorlardı. İntihar etmeyi düşünüyordum ciddi ciddi.
Güçsüzdüm çünkü. Çare de göremiyordum. Nasıl yapacağıma karar veremiyordum
sadece. Sonra uyuyakaldım. Ertesi sabah uyanıp kaldığım yerden ağlamaya devam
ettim. Tüm bunları tekrar tekrar anlatacak gücüm yok neden orada kalıyordum
neden ağlıyordum neden vs Garip Bir Zafer’de anlatmıştım bunları. O yüzden o
yüzlerden işte.
Öğlene doğru kapı çaldı güm güm. Kalktım. Açtım. Geleni
umursamadım. Yüzüne bile bakmadan yerime döndüm. Ağlamaya devam ettim.
Sorularına cevap vermedim. Onu yine önemsemedim. Aşkla meşkle uğraşacak halim
mi vardı benim… Hep yaptığım gibi kovmadım terslemedim; çok güçsüzdüm çünkü. Sadece
varlığını duymadım ve gitti. Saatlerce ağladım. Saatlerce. Akşama kadar. Tüm
hayallerimin tuzla buz oluşuna, hayatın acımasızlığına, insanların kötülüğüne, okula
gidecek bile param olmayışına, kimsesizliğe, kimse tarafından anlaşılmayışa,
ait olmadığım bir zamanda yaşıyormuşum hissine, genç bir bedende ihtiyar bir
ruh taşıyor oluşuma, neye elimi uzattımsa kuruyup kalışına, ileride diye diye
nerede olduğunu bir türlü göremediğim mutluluk düşlerimin uçup gitmesine…
Deliler gibi ağladım. Bu bana iyi geldiğinden olsa gerek akşam olduğunda
toparlandım biraz. Açlığımı fark ettim. O leş, tozlu, örümcekli gecekondu
odasının ortasında Allah’a emanet duran dandik sobanın üstündeki siyah poşeti
fark ettim. Açtım. İçinden şu dışarıda satılan pişmiş tavuklardan çıktı paket
haliyle. Meyve. Muz… Muz benim en sevdiğim meyvedir. O an uyandım işte. O an
anladım. Doğru insanı, iyi insanı, çıkarsız insanı anladım. Allah’ın bana bu
şekilde yardım ettiğini, yol gösterdiğini anladım. Peşimde umutsuzca dolanan,
her adım atışında şiddetle kovulan, horlanan, görmezden gelinen, yok sayılan
adamın İNSAN olduğunu anladım. Şefkati hatırladım. İyiliği. Her şeyin
bitmediğini. Ağlayarak yemek yedim. Lokmalarıma gözyaşlarım karışıyordu. Sonra,
aradan biraz zaman geçip de “O gün hiç alakası yokken, seni geri dönülmez
şekilde ite kaka etrafımdan kovmuşken, sana bir kez bile doğru düzgün
davranmamışken, o karda kışta 3 saatlik yoldan gelerek bana niye yemek
getirdin?” diye sordum. “Akşam evde tavuk pişmişti, boğazımdan geçmedi…” dedi.
Hiçbir şeyimdi. Hiçbir şey verdiğimdi. Bir umut kırıntısı bile göstermediğim,
Ankara sokaklarında köpek azarlar gibi bağırıp çağırdığım, bütün kötülüklerin
hıncını hırsını zalimce kendisinden çıkardığım, o sabrettikçe hırçınlığın
çirkefliğin dozunu arttırdığım, karşılığında ise sadece iyilik gördüğümdü… İnsandı
işte. Bir gecekondudan bir gecekonduya onun bunun verdiği eşyalarımı gık
demeden taşıyan, mahallenin tepelere çıkan iğrenç 70 basamağını kan ter içinde
çıkan, teşekkür bile beklemeden basıp gidendi sonra. Bazen ailemdi. Bazen
kardeşimdi. Bazen sevgilimdi. Bazen düşmanımdı. Bazen katilimdi. Bazen
maktulümdü… Hayata bir tek tebessümümü görmek için cebindeki tüm parasıyla
gidip beyaz bir elbise almıştı. İncesu’nun o iğrenç uzun caddesinde parça
pinçik etmiştim ellerimle. Suratına fırlatıp def ol git diye bağırmıştım. Onun
bana acımasını istemiyordum. Kimsenin bana acımasını istemiyordum. Savaşıyordum
işte, savaşamadığım yerde de ölürdüm…
Sevgiyi unuttuğum için belki de, duyduğu
şeyin acıma değil sevgi olduğunu anlayamıyordum… Kim kimi böyle sevebilir ki?
Sen olsan inanır mısın mesela? Onca yıkımdan onca yanılgıdan sonra inanır
mıydın? Kendi ailenden, kendi çevrenden bile doğru dürüst görmediğin o duyguyu
bir yabancıda böyle safça göreceğini düşünür müydün? Öyle uzun zaman
düşünemedim ki. Öyle çok tırmaladım, öyle çok acı çektirdim ki… Bana yapılan
her kötülüğün yaşatılan her acının bedelini öyle ağır ödettim ki… Gider
diyordum nasılsa. Ortalıktan kaybolur herkes gibi. Buna dayanamaz artık. Bu
kadarına da susacak değil ya. Şuna eyvallah etmesi imkansız. Bu son radde
artık. Bardak taştı, bitti gitti… Hiç bitmedi. Hiç taşmadı o bardak. Hiç
gitmedi…
Hastalığın salgın günlerinde kuş gribi olmuştum. Astım hastası olduğum için de o tozlu
topraklı konduda ölecekmişim gibi hasta yatıyordum. Geldi. Git sana da
bulaşacak dedim. Gitmedi. Sabaha kadar baş ucumda durdu. O viraneyi temizledi.
Yemek yaptı. Zorla bana yedirdi. Çamaşırlarımı yıkadı eliyle. Evet yaptı bunu…
İğrenç hayatımı katlanılır kılmaya çalıştı hep. Ateşim çok yüksekti. Bir ara
gözlerimi açıp ağlayarak yanıma çağırdım. Geldi. “Bunca şey yapıyorsun ama bana
değmez. Bir gün bunu anlayacaksın nasılsa. Lütfen bana ahirette hakkını helal
edeceğine söz verir misin?” dedim. “Ne olursa ya da olmazsa söz, hakkım helal
olsun.” dedi. “Niye uğraşıyorsun ne zorun var, beni kendine yük ettiğin yeter.”
dedim. “Deveye hörgücü yük müdür?” dedi…O gün bugündür ne çok severim o deyişi
ben… Deveye hörgücü yük müdür...
Savaştım evet. Yine de yalnız savaştım. Ama, içten içe
hep güç aldım o varlıktan. Artık hiçbir acının beni öldürmeyeceğini, bana ölümü
düşündürtmeyeceğini anladığım o ana kadar… Tüm bunları yaşadım; çünkü bu yüreği
hak edebilmem gerekiyordu. Anlayabilmem gerekiyordu. Sonraki zamanlarda
yapacağım her şeyi, her kötülüğü, her tahammülü imkansız şeyi önceden yapmam
gerekiyordu. Görmem gerekiyordu karşımdaki beyaz varlığı. Ona inanmam, ona
güvenmem, onu sevmem gerekiyordu… Tüm bunları yaşadım; çünkü sahip olmadığım
olamadığım her şeyin yerine, o veriliyordu…
Artık hayatın biraz yorgunu biraz da dinginiyim.
Neredeyse hiçbir şeye ağız dolusu şaşırmıyor ya da gülmüyorum. Hiçbir kötülük
beni değil yıkmak sendeletmiyor bile. İnsanların uğruna savaştığı garip şeylere
anlamadan bakıyorum. İyi şeyler yapmaya çalışıyor, onun dışında henüz
söyleyemediğim birçok şeyin taslağını çiziyorum kafamda. Başka bir insan oldum.
Daha iyi biri bana sorarsan. Daha dingin. Daha sakin. Daha kendine yeten. Daha
yalnız evet ama ne zaman yalnız değildim ki…
Beyaz boneli çocuk’un kirli ve çirkin bir şeye, temiz ve
güzel bir şeye adarmışçasına hayatını adayışının satırları bunlar. Unutturmak
isteyen herkesi ve her şeyi dibine kadar unutacağım. Ama, bunları son nefesime
kadar unutmayacağım. Dünyaya harika bir yere bakarmış gibi bakabilmek için
fazla çirkinlik görmüş biriyim ben. İnsanları muhteşem varlıklarmış gibi
görebilmek için fazla yakından tanımış biri. Ve daha hiçbir şey anlatmadım
bile…
kalemine hayranım
YanıtlaSilTeşekkür ederim :)
Sil