Seninle neyiz biliyorum…
Seninle iki çarpı işaretiyiz, hiddetli. Seninle, ayrı cephelerde aynı düşmanla
çarpışan savaşçılarız. Uykusuz geçen geceler ve sabahlara kadar içilen kahveyiz
seninle. Sonuna nokta koyulmayan cümleleriz. Hep başlayan hiç bitmeyen
sessizlikleriz. Kimsesiz kalmış çocuklardan halliceyiz seninle. Çiçeksiz
vazolar, sarmaşıksız pencereler, sahipsiz besteleriz. Terk edilmiş bebekleriz
seninle. Seninle neyiz biliyorum… iki paralel çizgiyiz. İki tren rayıyız.
Sınırları kırmızıyla çizilmiş iki komşu ülkeyiz. Dili başka. Rengi başka.
İklimi başka… Seninle nafile kıvrılıp giden iki soru işaretiyiz. Suyuz, yönsüz.
Yönü belli olsa rüzgardan yana fakir. Rüzgara doysa mavisi eksik. Tut ki mavisi
tamam seyredeni yok…
Seninle neyiz biliyorum. Hiçbir zaman
yolları kesişmeyecek yolcularız. Suretimiz aslımızdan hep daha beyaz. İki
süvari. Sürüyoruz atlarımızı göğün yere kavuştuğu çizgiye. İki dağ… hep
kendisinden fazlasına göre kar verilen. Yağmur. Ne vakit lazım olsa usulca
çiseleyen, ne vakit dert edinsek boşanırcasına bardaktan… yağan… şakak kemiğine
dayanmış bir namlu ucu. Gururu örselenmiş yaşamak davasında. Haksızca intiharın
eşiğinde. Belki de çoktan ölmüş. Seninle duası dudağında eskimiş özlemli bir
anneyiz. Zamansız bir yangında oğul yitirmiş… çiğ damlasıyız. Hangi yeşilden
damlasak yeni bir tabiat başlatıyoruz. Hangi taşa değsek çiçek açtırıyoruz ama…
kuruyup gidiyoruz ondan sonra…
Sen benim labirentimsin. Girişini bildiğim
çıkışını bulamadığım. Sen benim sevmişliğimsin bir zamanlar dünyayı, hayatı ve
insanları. Sen benim inanması çok zaman alan düşümsün gece gündüz her saniye
gördüğüm. Kanıma işleyen zehirsin sen arınmak hiç istemediğim…
Seninle neyiz biliyorum acılar çocuğu. Hiç
kimsem. Seninle neyiz biliyorum. Bile isteye ateşte kaybolan pervane gibi bir
şey. Celladına tutulan kurbanlar gibi. Mevsimler gibi hepsi birbirini kovalayan
ve hiçbiri galip gelmeyen, mevsimler gibi. Çünkü herkesin her şeyi var biliyor
musun? Benim bir tek sen ve sen de yoksun. Ne vakittir içinde çiçekler açmayan
unutulmuş bir bahçeyiz seninle biliyorum. Seninle geleni yüzyıllar önce
kesilmiş bir mezar kalıntısı. Ne vakittir ardı sıra gökkuşağı gelmeyen sağanak
yağmur… seninle çok yabancı…
Gurbetimsin. Ne vakit bir evin ışıkları
yansa perdeleri kapansa, ne vakit bir çocuk kahkahası işitilse odalardan, ne
vakit bir hayat başlasa sil baştan, hatırlamak istemediğim her şeysin. Sen
benim kim olduğumsun. Düşe kalka yaşamışlığım. Hiç olmak istemediğim, olmaktan
sıyrılamadığımsın. Gerçeksin. Ben sana her baktığımda ne kadar kirlendiğimi
hatırlıyorum. Gözlerine her daldığımda kendimden utanıyorum. Ve her yandığımda
kendi gözyaşlarımla, yüreğimden af diliyorum… İzlerimsin. Sağır sessizliğimsin.
Çekingenliğimsin. Aymazlığımsın bazen. Arsızlığımsın. Bazen aşikar ettiğim
bazen gizlediğim sırrımsın. Sıcak iklimlere göç eden kuşlarımsın. Temize çekemediğim
yaşlarımsın. Çok koyup olduramadığım az koyup dolduramadığım boşlarımsın sen… Çocukluğunda
büyüyen, büyüdükçe çocuklaşan tuhaflığımsın. Sen benim benden habersiz harlanan
yangınımsın. Ben sende tükeniyorum, sende ben yok oluyorum ama olsun…
Sen benim ilk isyanımsın. Kaderime…
Tanrı’ma… Uğruna savaşmaya hak bulmadığımsın kendimde. Çekilip çekilip
döndüğümsün. İnanıp inanıp caydığımsın. Tutulup tutulup kaldığımsın sen…
Sevdiğimsin… Anlamadığımsın… Tanımadığımsın… Yüzmeyi beceremediğim boğulup
gittiğimsin…
Seninle neyiz biliyorum. Güneşle ay.
Geceyle gündüz. Yerle gök. Ateşle su. Hiç yakışmadığım, hiç yakışmayacağım, bu
yüzden işte heves bile etmediğim tertemiz bir sayfasın sen. Sen bütün suçu
masum olmak olan bir çocuksun. Ben bütün masumiyeti kirlendiğini bilmek olan
öylece biri…
Vakit gece yarısı… Sokaktan çer çöp toplayan
çingene sesleri geliyor. Çöp kamyonu çingenelerden arta kalanları toplayacak
birazdan. Birçok kedi karnını doyurdu ve rüyaya gitti çoktan. Çocuklar uykuya
düştü. Sofralar kurulup kaldırıldı tasasız hanelerde. Ekmeğin verdiği yetkiye
dayanarak helal kahkahalarla çınlıyor evlerin içi. Herkes ne rahat. Her şey
nasıl intizamlı… Yaşamak nasıl basit nasıl da zor bir yandan…
Bir türkü yükseldi hangi derdin koynundan
taşıp geliyor bilmem, dinliyorum. Gözlerim bulutlanıyor. İçimi efkar basıyor. “Şu Metris’in önü bir uzun alan Bir tek seni sevdim gerisi yalan…” Sahi… Bir tek
seni sevdim… Gerisi yalan…
Seninle neyiz biliyorum. Ne vakittir içinde
çiçekler açmayan unutulmuş bir bahçeyiz seninle. Seninle geleni yüzyıllar önce
kesilmiş bir mezar kalıntısı. Ne vakittir ardı sıra gökkuşağı gelmeyen sağanak
yağmur… Seninle çok yabancı… yani sanki hiçbir şey…
(Haklı çıkmış olmanın acıtan gururuyla...)
(Haklı çıkmış olmanın acıtan gururuyla...)
Mükemmel yazıyorsun kalemine hayran kaldım :))
YanıtlaSil