20 Oca 2016

KAVGAKIRAN S-9

                                                                  DİL YARASI


Hayat yeterince sıkıntım olmadığına karar vermiş olmalı ki Osmanlıca dersi veren adamın haftada altı saat  beni yerden yere çalmasını izliyor ve dinliyorum. 
İlk dersinde bazı Arapça sözcükler sıralayarak ne anlama geldiklerini bilip bilmediğimizi sordu. Bildiğimi söyledim. Hepsinin Türkçesini sayarken evet takdir edilmeyi bekliyordum. Yoksa niye sorsundu?
Sözümü bitirdiğimde sınıfa dönerek:
- İşte bu arkadaşınız gibi salak olmayın. Bildiğiniz bütün çarşı pazar Arapçası kelimelerini unutun. Kenar mahallede öğrendiğiniz şey dil değil. Anlaştık mı?
dediğinde başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü.
- Arap mısın sen?
- Evet.
- Tahmin etmiştim.
"Tahmin etmiştim." i hakaret eder gibi söylemişti. 
O gün ders çıkışında dersi alttan alan deneyimliler "Takma ya, şaka yapıyor. Zamanla tanıyacaksın Saim Hoca'yı. O öyledir biraz. Sivri dillidir; ama kalbi tertemizdir. Bak biraz zaman geçsin nasıl seveceksin." diye teselli etmeye çalıştı beni. 
Teselli olmadım, olamadım. "Dili sivri; ama kalbi tertemiz..." Bu sözü doğup büyüdüğüm evde öyle çok duymuştum ki. Babam ne zaman 8'i küfürden oluşan 10 cümle kursa, öfkelendiğinde bir kıza söylenmeyecek sözlerle kalbimi paralasa bir köşeye gider hıçkıra hıçkıra ağlardım ve ablalarım bana şöyle derdi:
- Hala alışamadın mı? Babam böyledir işte. Ne varsa dilinde var, yoksa kalbi tertemiz...
Alışamadım. Hiç alışamadım...
Dil yarası başka yaralara benzemiyordu. Hançerden sivriydi kelimeler. İnsanın kulaklarında patlıyor, her harfi her parçası yüreğine saplanıp orada kalıyordu. Kalbim dil yaralarıyla doluydu. Erimesi mümkün olmayan bir buz dağının altında bir kalbim vardı benim. Orada bir yerde olduğunu hiç unutmuyordum; ama ona nasıl ulaşacağıma dair artık fikrim yoktu.
Gün geçtikçe beni derse kaldırmaz oldu Saim Hoca. Yokmuşum gibi davranıyordu. Varlığımın farkında olduğuna dair bir işaret verdiğinde ise bu genelde tahtaya kaldırıp bir şeyler sormak, verdiğim cevaplarla eğlenmek, sonra küçümseyen sözlerle görünmezliğime göndermekti. Zaten hiçbir yerine tutunamadığım okulumdan hızla soğuyordum. Hiç kimsenin bana yaklaşmamasına anlam veremiyor, zaman zaman cesaret edip birileriyle arkadaşlık etmeye çalıştığımdaysa yüksekten bakan yüz ifadelerine toslayıp kabuğuma daha sıkı kapanıyordum.
Hayatımda gördüğüm en güzel yerdi okul. Rengarenk ağaçlarla, yemyeşil çimlerle, cıvıl cıvıl kuşlarla kaplı uçsuz bucaksız bir dünya... Başka koşullar altında görseydim cennet olduğuna yemin edebileceğim bir yeri benim için itinayla cehenneme çeviriyorlardı...
O gün iş çıkışı Osmanlıca kitabımı koyduğum yerde bulamadığımda çılgına dönme sebebim buydu. Beni azarlamak ve aşağılamak için bahaneye bile ihtiyacı olmayan birine vereceğim geçerli bir sebep idam fermanımı imzaladığım anlamına geliyordu. Ertesi sabah tam 3 saati aşağılanarak, iğnelenerek, azarlanarak geçirecektim.
Düşüncesi bile korkunçtu...
Derslere gitmemeyi düşünüyordum, bir yandan da buna cesaret edemeyeceğimi. Ertesi gün, bir dahaki ders, öteki hafta gitmesem bir gün mutlaka gitmem gerekecekti. Öfkesi ve nefreti inanılmaz boyutlardayken bunları biriktirmesini göze alamazdım.
Mutfağa geçip Serhat'a Osmanlıca kitabımı görüp görmediğini sordum. Görmediğini söylerken öyle imalı gülüyordu ki sakladığını düşündüm.
- Serhat şakanın hiç sırası değil. Yarın derste lazım o kitap bana. Nereye sakladın?
- Saklamadım ki.
- Niye öyle gülüyorsun o zaman?
- Senin kitabı Adil Usta götürdü galiba. Giderken elinde kitap vardı.
- Daha neler... Adil Usta ne yapsın benim ders kitabımı?
- Bilmem artık, kendisine soracaksın.
Adil Usta ne yapsın benim kitabımı, niye eve götürsün? Mantığım bu soruyla yankılanıp dursa da, zihnimi rahat bırakmayan ertesi sabah görüntüleri beni buna inanmaya mecbur bırakıyordu.
- Adil Usta'yı nereden bulayım ben bu saatte? Off...
Bir tahta kasanın üzerine oturup başımı ellerimin arasına aldım. Baş ağrılarımı dindirmenin bir yolunu bulamıyordum artık. Parmaklarımla alnıma, şakaklarıma ne kadar basınç uygularsam acımın o kadar azalacağına inanmak istiyordum. Oysa ağrının şiddetini artırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Buna düşünmek denirse, düşünebildiğim tek şey derste kalbimin nasıl defalarca daha kırılacağı ve sonra bir kitap daha satın almak zorunda kalacağımdı...
Serhat halime acımış olacak ki seslendi:
- Ustanın telefonu var bende, ara sor istersen.
Kitap ondaysa bir şekilde bana ulaştıracağını umarak "Olur." dedim. Verdiği numarayı tuşlarken içimden bildiğim tüm duaları okuyordum...
- Alo?
- Merhaba. Adil Usta'yı aramıştım ben?
- Amcam evde yok.
- Ne zaman gelir?
- Markete gitti, 10 dakika içinde gelir.
- Ben birazdan arayayım o zaman. İyi akşamlar.
- İyi akşamlar.
Telefonu kapatırken ellerimin titrediğini fark edip ben bile kendime acıdım...
Aynı dakika içinde telefonum çaldı. Adil Usta arıyordu.
- Sarmaşık sen misin? Beni aramışsın?
- Benim usta, kusura bakma bu saatte rahatsız ediyorum. Osmanlıca kitabımı bulamıyorum Serhat da çıkarken elinde gördüğünü söylüyor. Kitap sende mi?
- Hayır bende değil. Sağa sola iyice baktın mı? Belki düşmüş, dibe köşeye itilmiştir?
- Baktım; ama bir daha bakayım. Kusura bakma n'olur. Yarın derste gerekmese...
- Yok canım ne kusuru. Birileri eşyasını alırken yere düşmüştür o, merak etme orada bir yerdedir.
- Peki, teşekkür ederim. İyi akşamlar.
- İyi akşamlar.
Serhat karşımda ağız dolusu gülüyordu. 
- O almamış, lütfen doğru söyle sen mi sakladın? Böyle şaka mı olur? Hiç komik değil.
- Yok diyorum ya niye saklayayım senin kitabını?
Bana yine kimseden hayır yoktu. Ustaların soyunma odası olarak kullandığı daracık bir alandı eşyalarımı bıraktığım yer. Koca kitap yerde olsa görmez miydim hiç? Yine de, bir ümitle her yanı didik didik etmeye başladım. Bir kıyafet yığınının altında bulduğum kitaba çölde su bulan birinin heyecanıyla atladım.
- Bak günahımı almışsın, iş önlüğünü çıkaran kitabın üstüne atmış.
- Ben buraya koymamıştım; ama neyse. Buldum ya ona bak sen.
- Usta ne diyor usta?
- Ne diyecek? Senin yüzünden akşamın bu saatinde telaşlandırdım adamı. Ne işi olsun benim ders kitabımla, niye alıp götürsün?
- Hadi bakalım, geçmiş olsun.
Durumum için söylenebilecek en uygun sözdü "Geçmiş olsun." Kısacık bir zaman içinde korkudan ölmenin kıyısına dek gitmiş, ecelle bir müddet cebelleşip parmak uçlarımda gerisin geri dönmüştüm...
Beni hiç tanımayan, tanımaya çalışmamış olan, bana dair tek bilgisi "Arap"lığım olan 60'lı yaşlarındaki bir adam, son umut kırıntılarımı, son gücümü zalimce harcıyordu. Belki bilerek belki de bilmeyerek yoksulluğu, yalnızlığı, kısacası hayatı tek başına omuzlamaya çalışan bir çocuğu gölgesinden ürker hale getiriyordu...
Sözleri şaka gibi değildi; ama şaka idiyse bile beni güldürmüyordu. İncitiyordu. Kırıyor, parçalıyor, dağıtıyordu. 
Yüreğimin her zerresinde "dil yarası" açıyordu...

(sürecek)

46 yorum:

  1. Ah, o Osmanlıca dersleri. Düşününce hala korkarım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Özel olarak ilgilenenler dışında Osmanlıca seven kimse görmedim ben de :)

      Sil
  2. Bazıları söylediği sözlerin ne kadar kalp kırıcı olabileceğini hesaba katmıyor.Benim içim temiz diyip işin içinden çıkıyorlar.Sarmaşık'ın hissettikleri , sözlerin nasıl önemli olduğunu dikkatle söylenmesi gerektiğini gösteriyor.Kalemine sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim içim temiz tarikatı :) Şaka bir yana; her şey, her sorun veya her güzellik dilde başlıyor. İletişim önemli... Dil önemli. Teşekkür ederim.

      Sil
  3. Kavgakıran'daki S'ler Sarmaşık, A'lar Adil tarafından anlatılıyor sanırım ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğru :) Şimdilik geride kalan A'sız ve S'siz bölümler de 3. kişi tarafından anlatılıyor.

      Sil
  4. Bu Saim Hoca gerçek bir kimlik değil mi? Adını değiştirmiş olabilirsin belki. Ancak sivri dilmiş, kalbi temizmiş kesinlikle inanmıyorum ben. Kalbi kötü bu adamın. Gencecik yürekleri eğitmek üzere orada olduğunu birileri ona ve onun gibilere hatırlatmalı. Üstelik bunun için maaş alıyor. Eğitim Psikolojisi diye bir ders görmüş bu adam şimdi öyle mi? Alay etmek ne demek ya??? Üstelik hiçbir saygısızlık yapmamış, tertemiz kalpli, iyi niyetli bir kız öğrenciye o ne biçim davranış biçimi? Dili kopsun onun!!! İnan çok öfkelendim şu an...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öğrencilere istedikleri gibi davranma hakkına sahip olduklarını sanmaları ne acı. Hem maaş alıyorlar hem görevleri eğitmek senin de belirttiğin üzere. Gel gör ki yıllarca çektikleri sıkıntıları, kariyer yaparken karşılaştıkları zorlukları sanki bunların sebebi öğrencileriymiş gibi burunlarından getirebiliyorlar bazen. Kimileri buna samimiyet dese de samimiyet sürekli olumsuz yönde, kırıcı ve küçük düşürücü "şakalar" yapmak demek değil işte...

      Sil
  5. Bu tipler var ya, asistanlarına da hayatı zehir ediyorlar. Emir eri gibi kullanıyorlar resmen. Sınav sorularını hazırlatmaktan okutmaya kadar her işi onlara yaptırıyorlar. Öyle havadan, sırf maaş almak için okulda boy gösterenleri var bunların. Ha, asistan yaranabiliyor mu peki? Aslaa!!
    Ah sevgili Kalemderi ahh!! İyi ki parmak bastın ve olduğu gibi aktardın şu insanlık kaçkınını. Aman lütfen okuldan soğumasın Sarmaşık :(

    Kalemine sağlık. Sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Asistanlık yapanlardan genelde duyulan bir şey bu, benim de tanık olmuşluğum var. Oysa üniversiteler ego meselelerinin kesinlikle kaldırılıp bir kenara bırakılması gereken yerler. Hayata tek başına yeni yeni atılmış olan ve henüz çocuk sayılan kişilere "Artık yetişkinsiniz. Bunu da ben mi öğreteyim? Ben mi anlatayım bu saatten sonra?" diye sürekli azarlayan ve yardıma hiç yanaşmayan tavırlar sergilemek "yetişkinlik" olmasa gerek. Bakalım Sarmaşık'ın okulla olan ilişkisi nereye doğru gidecek? Biraz merak uyandırayım bu kadar realiteden sonra :) Teşekkür ederim, sevgiler.

      Sil
  6. Kaleminize sağlık. Ben geriden geldiğimden biraz karıştım ama keyifli oluyor :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Olsun, ana hatlarıyla konuya vakıf olduğunuzu düşünüyorum :) Teşekkür ederim.

      Sil
  7. Üniversitede bir eğitimcinin üstüne çok sorumluluk düşüyor. Öğrenciler her biri başka şehirlerden belkide zor şartlar içinde geliyorlar. Bunu düşünüp davranmaları gerekirken kalp kırıcı olmaları ne kadar yanlış. Yazın yine su gibi aktı. Devamı için takipteyim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Her kelimesine katılıyorum. Evden liseye, liseden eve değil artık. Yurt sorunu, yol sorunu, maddiyat sorunu, aile ve memleket hasreti sorunu, belki bunların dışında hiç bilinmeyen nice nice sorunlar... Üniversitedeki eğitimciler bunları düşünmek zorunda. Yegane görevleri araştırma yapmak, makale yazmak vs değil. Eğitimci kimlikleri de var ve akademisyenliği icra ederken bu kısmı hep es geçiyorlar maalesef... İyi birer akademisyen olmaları iyi birer eğitimci oldukları anlamına gelmiyor. Çok teşekkür ederim.

      Sil
  8. Ben de hepsini okumadım. İlk fırsatımda okumak istiyorum, çünkü ilgimi çekti. Sarmaşık bu ırkçı öğretmen yüzünden okulundan soğumaz inş. Gerçekten çok üzülürüm...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zaman buldukça okursun bölümleri Zeli. İnsan okuldan soğumasa hayattan soğur karşısındakini ırkıyla değerlendirip genelleyenler yüzünden :) Bakalım, sonraki bölümlerde anlayacağız soğuyup soğumayacağını.

      Sil
  9. Madımak yazısından geliyorum...
    Kavgakıran hikayesini başlığına dikkat etmeden okudum. İyi ki öyle yapmışım. Seri olduğunu fark etseydim birinciden başlamalı diye düşünürdüm. Tek başına bağımsız da okunabilen hikayeler anladığım kadarıyla. Çok hoşuma gittiğini söylemeliyim. Hikayeyi okuyunca, şu kötü karakterler hayatın her safhasında karşımıza çıkmasa ne güzel olurdu diye düşünmeden edemiyor insan...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoş geldiniz :) Çok doğru bir tespit. Herhangi bir bölümü tek başına okuduğunuzda da hikayeye hakim olabiliyorsunuz. Bunu biraz öyle olmasını istediğimden biraz da bütünü tam olarak nasıl oturtabileceğimi bilmediğimden ve bu konuda kendime güvenemediğimden yaptım :) Hoşunuza gitmesine çok sevindim okuduğunuz bölümün. Kötü karakterler her yerde maalesef :) Görüşmek üzere, sevgiler.

      Sil
  10. Ben bu Adil ustayı seviyorum ha

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Adil Usta fanları var evet :) İyi insanlar sevilsin zaten...

      Sil
  11. Merhabalar.
    Yüreği temiz, kalbinde gönlünde bir şey yok ama, fırıncı küreği gibi dil var adam da hem de öyle bir vuruyor ki, yaralamak da ne demek, resmen öldürüyor. Hem öğretmen olacaksın, hem de derste yetişkin birine "salak" diyeceksin. Bu hiç hoş ve şık bir davranış değil. "Halk ağzı ile öğrenilen dil, dil değildir, yanlış öğrenirsiniz" de ama, neden "salak" diyorsun ki? Sarmaşık bu konuda babasının da aynı şekildeki davranışlarından dolayı tecrübeli. Sarmaşık'ın Arap olduğunu kaçırmışım demek ki, ben ilk defa bu bölümde Arap olduğunu öğrendim.
    Böyle güzel bir hikayeyi kaleme alarak, bizlerle paylaşan kalemi ve yüreği kutlarım. Selam ve dualarımla birlikte en Güzel'e emanet olun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Recep Bey, hoş geldiniz. O "temiz" yüreği temiz tutmak ne kadar zordur. Her şey dilde başlayıp kalbe nüfuz etmiyor mu zaten? Kalp kırmak yeterince ciddi bir kötülük değil mi ? Bakın ne güzel ifade etmişsiniz. "Halk ağzı ile öğrenilen dil yanlışlara yol açar." de, buna benzer şeyler de. Sarmaşık'ın Arap olduğuna ilk kez bu bölümde değindim, siz bir şey kaçırmadınız :) Her zamanki gibi incelikle takiptesiniz. Nezaketiniz ve değerli yorumunuz için ben teşekkür ederim. Saygılarımla.

      Sil
  12. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hikaye kişisine, Sarmaşık'a bunu iletmek mümkün olsa güzel olabilirdi. Şimdilik takılıyor, uzunca bir süre de takılacak gibi görünüyor. Hikayeden bağımsız şahsi görüşüm takılmamanın pek işe yarar bir çözüm olmadığı yönünde. Ben insanların kendilerine, dillerine, davranışlarına çekidüzen vermesi gerektiğine inanırım. Karşımızdakinin sözlerimizden nasıl etkileneceğini bilemez ve kontrol edemeyiz; ama dilimizi, kendimizi kontrol edebiliriz. Teşekkür ederim yorumunuz için, sevgiler.

      Sil
  13. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sarmaşık'a, elinden geldiğince takılmamasını fısıldarım arada madem:) Teşekkür ederim.

      Sil
  14. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazı dizisinin öncesine göz atmak istersiniz belki siz de. Sarmaşık'ın yaşamı öz güven ve inanç eksikliğinden değil bir hayli temel gereksinimin eksikliğinden dolayı pek iyi durumda değil.

      Sil
  15. Kendimi Sarmaşık'ın yerine koyunca kötü hissediyorum. Birisinin üst üste bu kadar şeyle başetmesini beklemek mucize gibi birşey. Adil ona umut olsun:(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Baş etmeden baş etmeye değişiyor değil mi:) Her şey öyle veya böyle geçiyor; ama bu baş edilebildiği anlamına gelmiyor. Aldığın hasar, baş edebildiğini ya da edemediğini gösteriyor ki sana hak veriyorum. Birinden bu kadar sorunla tek başına mucizevi şekilde baş etmesini ve hasara uğramamasını beklemek insan doğasına aykırı... Adil usul usul giriyor Sarmaşık'ın hayatına. Umut olacak mı bekleyelim görelim:) Teşekkür ederim, sevgiler.

      Sil
  16. Osmanlıca aslında genel olarak tükçe, arapça, farsça kökenli kelimelerden mürekkep bir dildir. Buna latin kökenli fransızca, italyanca, ingilizce ve ayrıca ermeni, rum, çerkez gibi etnik kökenleni olan toplumların kültürlerinden geçen kelimeler de olabiliyor. Bu da Osmanlının cihanşümul bir devlet oluşundan kaynaklanabilir. Zaten medeniyetin ve kültürün temel kodlarını kelimeler oluşturuyor. Kelimelerle iletişim kurabiliyoruz. Onların gücüne ve sırrına sığınabiliyoruz.

    Saim Hoca fasih bir arapça bilebilir ama, onu öğretmek için bir gönül lisanı oluşturması gerekir. Ondaki kibir belki buna izin vermiyor.

    İlgiyle izliyorum. İyi gidiyorsunuz. Bir taraftan da nasıl bir tür ve nasıl bir formatta kitaplaşabilir gibi düşünceye de cevap aramaya çalışıyorum. Anafikir olarak huy ve ahlaken insan karakterlerinin tahliline yer veren öykü, roman ve denemelerden oluşan çalışmalara blog yazarlığıya başlamış olursunuz.

    Edebiyatımıaz katkıda bulunmak aynı zamanda doğru iletişim kurarak, irşat görevini de yerine getirme fırsatını yakalamış olursunuz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Profösör. Öncelikle Osmanlıca hakkında bizimle paylaştığınız bilgiler için teşekkür ederim. Sonra da kendi adıma bu seriyi kitap olmaya uygun bulduğunuz için teşekkür ederim. Aslında öyle bir iddiam yok, epey kopuk gidiyor da olabilir hatta bölümler. Şimdilik amacım sadece zihnimdekileri öyle veya böyle yazıya aktarmak. Eğer bir gün sözünü ettiğiniz gibi bir durum olursa üzerinde daha ciddi çalışmam gerekeceği kesin :) Siyasi duruşumuz nedeniyle bloğunuzda biraz keskin bir üslupla yazmış olabileceğim yorumlarım üzerine olgunlukla davranıp buraya böyle değerli bir yorum yazdığınız için de ayrıca teşekkür ederim. Hayırlı geceler.

      Sil
  17. Sen öyle umarsız uyusan da bir köşede
    İşte bu yüzden sırf bu yüzden işte
    Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için
    Seni bu denli yıktıkları için
    Yaşamımın gizini vereceğim sana Destina

    YanıtlaSil
  18. Beni de Eski Türk Edebiyatı hocam ağlatmıştı...Cem Dilçin...Nasıl da sinirliydi...
    Sarmaşıktaki öfkenin nedenini daha iyi anlıyorum artık...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Diyorum ya hocam başarılı bir akademisyen olmak yetmeyebiliyor. Aynı zamanda iyi eğitimci olabilmek de gerek. Sarmaşık'ın öfkeli olmak için gerçekten çok sebebi var :)

      Sil
  19. Okuduktan sonra yorumlardan bunun bir seri olduğunu farkettim fırsat buldukça baştan başlayıp hepsini teker teker okuyacağım, ellerine sağlık. Çok güzel noktalara dokunmuşsun. Osmanlıca dersinden tiksinen tiksinmekle de kalmayıp devamdan kalan birisi olarak Sarmaşık'ı kıyısından köşesindende olsa anlıyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoş geldin :) Yakaladığı bölümden devam edenler var, istersen öyle de yapabilirsin. Osmanlıca dersinden tiksinen tek kişi değilsin, bence Sarmaşık'ı gayet iyi anlıyorsundur bu konuda :) Görüşmek üzere.

      Sil
  20. Tüm bloglari siraya koyarken, okumak ve yorumlamak icin, seninkin basligini görünce en sona biraktim özellikle. Cünkü 'Kavgakiran'a cok fazla zaman ayirmak, sindire sindire okumak istiyorum. Icecegimi de aldim elime...sanki bir dizinin devamini izler gibi (hemen bitmese diyerek icimden)...:)

    Bu Saim Hoca beni cocukluguma götürdü. Yaz tatillerinde TÜrkiye'ye gittigimizde oradaki okullarin bazen son günlerine denk gelirdik, ya da tatilden sonraki ilk günlerine. Birkac kez arkadaslarimla birlikte ben de giderdim, oradaki siniflari, dersleri görmek, tanimak icin. Cok ilginc gelirdi.
    Orada ozamanlarin korkulu rüyasi bir ögretmen vardi, ayni zamanda okulun müdürüydü. Allahim ne zalim bir adamdi... Cok fena dayak atardi cocuklara. agizlari burunlari kanardi bazen. Ve ben dehset icinde kalirdim, eve gelince anneme anlatirdim, rüyalarima girerdi bazen...ve iyi ki ben Almanya'da yasiyorum da okullarda böyle seyler görmüyorum diye sükrederdim.

    Nefret ederim baskalarin yaninda insanlari kücük düsüren, inciten, yaralayan insanlardan (gerci kimse olmadan yapanlara da pek bayilmam, o ayri):)

    Söylenen sözler benim icin de cok önemlidir...cok kolay yaralayabilir. Hatta söz cok kötü olmasa bile, o söylerkenki ses tonuna bile dikkat ederim, ya da yüz ifadesine... iletisim okadar önemli ki, cok haklisin.


    Serhat da yani aklinca ustasina kiyak yapmis, Sarmasigin onu aramasini saglayarak... köftehor:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Assolistler en son çıkıyordu değil mi:) Çok başka seviyorum böyle yazının içine gire gire okuyan okuyucuyu, mesela seni:) İyi ki Almanya'da yaşadın, yaşıyorsun. Allah düzenini, huzurunu, ağzının tadını bozmasın. Biliyorsun işte Türkiye'yi. Her yerimiz vıcık vıcık çirkinlik. Serhat'ın amacı ustasına kıyak geçmek, ne güzel yakaladın :) İyi geldin teşekkür ederim. Hep iyi geliyorsun. Sevgiler...

      Sil
  21. Bir dönem osmanlıca ders hocalığı yapmıştım. Yazınızı okuyunca o günlerim aklıma geldi. Lakin hocanızın tavrı hiç hoş olmamış. Yaznının en yakın zamanda devamını bekliyor olacağım.

    Sevgi, saygı ve hürmetlerimle

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aramızda bir Osmanlıca Hocası varmış, biz de habersiz verip veriştiriyoruz burada :) Şaka bir yana, hikayede sözü geçen hocanın bu tavrını onaylayacak az insan bulunur herhalde. Teşekkür ederim, saygılarımla.

      Sil
  22. Ah evet vardır böyle öğretmenler. İlk okulda da vardır, üniversitede de. Ne yazık. Sanırım yaşları kaç olursa olsun kişilikleri gelişmemiş tipler bunlar. Egolarını kendilerinden zayıf ve güçsüzler üzerinde tatmin ederek rahatlıyor olmalılar. Çocuğun, gencin psikolojisinde ne derin izler bıraktıklarının ve maruz kaldıkları bu aşağılayıcı tavrı ömürleri boyunca unutamadıklarının farkında mıdırlar acaba. Gerçi bunu düşünecek kadar hassas olsalar böyle davranırlar mı?
    İlk okuldayken 23 Nisan da ront oynamak için seçmişti öğretmenim. Yanımda oturan arkadaşımın ayağı aksıyordu. Ben sevinçle yerime otururken onun ağladığını gördüm. Öğretmenimin yanına gidip. "Ben oynamak istemiyorum. " dedim. Nedenini sorduğunda cevap vermedim. Söyleyemezdim. Bana bir tokat attı ve "Ben seçiyorum da sen olmaz mı diyorsun" diye kızdı bir de. Oysa anlamaya çalışsaydı, biraz önce sevinçten zıplayan çocuk bir an sonra neden hayır dedi diye... Üstelik arkadaşımın durumunu biliyordu. Baksa görecekti ağladığını. Hayatım boyunca unutmadım bu haksız tokatı. Ve o öğretmeni hep kötü hatırladım.
    Öğretmenlerin öğrenciler üstündeki etkilerinin çok büyük olduğunu hatta sonraki yaşamlarını bile etkilediğini düşünüyorum. Bu nedenle bir doktor, bir de öğretmen olmak isteyenlerin kendilerini çok samimi ve objektif değerlendirmeleri gerekiyor sanırım. "Ben bu mesleği layıkıyla yapabilir miyim" diye.

    Yine çok keyifli bir bölümdü

    Merakla bekliyorum devamını

    Sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İçimi acıttınız. Çocukların bu tür şeylerden etkilenmediğini, bunları çabucak unuttuğunu zannederler; ama kazın ayağı öyle değil. Siz minicik halinizle ne kadar asil bir tavır sergilemişsiniz. Dediğiniz gibi anlamak isteyenin rahatça anlayabileceği bir durum hele ki öğretmenin... Gerçekten öğretmenlerin öğrenciler üzerinde ciddi etkileri oluyor olumlu veya olumsuz. Bunlar hiç unutulmuyor ve onulmaz yaralar açabiliyor insanın yüreğinde. Beğendiğinize çok sevindim bölümü, değerli yorumunuzla katkıda bulunduğunuz için çok teşekkür ederim.

      Sil
  23. Kalbi temiz ne varsa dilinde var klişesini anlamıyorum ben.Kalbin temizse dilinde temiz olsun. Zira insanız konuşarak anlaşıyoruz. Hesaplı çıkmalı sözcükler. Tatlı dilden zarar gelmez. Karşıdakini yerin dibine sok,kalbini kir. Kalbim temiz diye çık işin içinden.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Keşke daha çok insan bunun farkına varabilse, böyle davranabilse. Küfrün, hakaretin, kalp kırmanın samimiyet sanıldığı bir dünyada yaşıyoruz. O dünyanın bir parçası olmamak ve ağzını da kalbin gibi temiz tutmak bazen cidden zor oluyor.

      Sil

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *