Life of Pi – Pi’nin Yaşamı da işte o filmlerden biridir.
Doğrudan bir “din” anlatmaz.
Bir peygamber göndermez.
Ama okyanusun ortasında bir kalbi arayan Allah’ı anlatır aslında.
İnançla başlayan bir yolculuk
Film boyunca Pi, Hindu olarak yetişmiş, kiliseye gitmiş, camide secde etmiş bir çocuk.
O’na göre bu bir çelişki değil; bu bir susuzluk.
Bir inanç değil, İnanan olmak.
Allah işte tam buradadır.
Henüz adı anılmasa da:
“Ben Allah’ı nerede bulurum?” diyen çocuğun içindeki susuzluktadır.
Okyanusun ortasında Allah nerededir?
Geminin batmasıyla Pi yalnız kalmaz.
Yanında bir kaplan vardır: Richard Parker.
Ama bir yandan açlık, bir yandan korku, bir yandan ölüm.
Ve bir gece gökyüzü suya yansır. Yukarı mı, aşağı mı belli değildir.
İşte Allah oradadır:
Yukarıda değil, aşağıda değil… Derinlerde ve içtedir.
Pi’nin “Allah’ım” demeden, O’nu içinde taşıdığı o an’dadır.
Bu film aslında Allah’la baş başa kalan bir insanın iç yolculuğudur.
Korkuyla, açlıkla, yalnızlıkla, ölümle ve umutsuzlukla sınanırken, insanın Allah’la olan bağının nasıl derinleştiğini gösterir.
Kaplan Neydi?
Belki de korkuydu, nefstendi, yalnızlığın bedenlenmiş hâliydi.
Pi bazen ona emir vermeye çalıştı.
Bazen onunla aynı teknede hayatta kalmaya çalıştı.
Bazen de ondan korktu.
İşte Allah, kaplanın karşısında değil;
kaplanla baş etmeye çalışan Pi’nin çaresizliğindeydi.
O an Pi yalnız değildi, içinde biri daha vardı.
Ve belki de o kaplan, Pi'nin içinde büyüyen sezginin, içgüdünün, teslimiyetin sembolüydü.
Koruyucu bir güçtü. Belki de sadece nefsi.
Etçil ada: Allah’sız bolluğun metaforu
Yolculuğun bir yerinde Pi, yemyeşil, yumuşacık yosunlarla kaplı, bol meyveli bir adaya ulaşır.
Gündüzleri cennet gibi görünen o ada, geceleri karanlık, yutucu ve öldürücü bir hâl alır.
İşte o ada:
Allah’sız bir hayatın bolluğudur. Görünüşte güzeldir ama ruhu yoktur.
Allah orada değildir; çünkü O yaşatandır, yutan değil.
Bu sahne, Pi’nin masal gibi başlayan hikâyesinin birdenbire acı gerçeğe dönüşmeye başladığı andır.
İlk bakışta huzur verir gibi duran her şeyin bir sınavı olabileceğini gösterir.
“Bak, bu da bir kurtuluş gibi görünüyor ama aslında seni içeriden çürütecek” diyor gibidir.
Ve Pi, bunu fark edince orayı terk edebilir.
İşte en kritik hamle budur:
Ada ne kadar güzel görünse de orada kalmamayı seçmek.
Çünkü Allah, kurtuluş gibi görünen geçici adalara değil,
gerçek özgürlüğe çağırır.
Gerçeklik mi, masal mı? Allah hangisinde?
Filmin sonunda Pi, yaşadıklarını iki ayrı şekilde anlatır.
Biri hayvanlarla dolu, sembolik ve masalsı;
diğeri insanlarla dolu, travmatik ve acımasız.
Gazeteci hangisinin doğru olduğunu sorar.
Pi cevap verir:
“Siz hangisini tercih ediyorsunuz?”
Ama asıl soru şudur:
Allah hangisinde?
Filmi izleyen çoğu insan kaplanlı olanı seçer.
Çünkü gerçek, bazen o kadar keskin, o kadar acı vericidir ki, kalp onu doğrudan göze alamaz.
İşte tam o noktada, Allah devreye girer.
Zihnin değil, kalbin duyabileceği o yerden…
Ve son sahne…
Kaplan kurtulduklarında dönüp bakmaz bile.
Sessizce ormana girer, çıt çıkmaz.
Ama Pi orada hıçkıra hıçkıra ağlar.
Çünkü bir bağ kurmuştur.
Zorla değil, acıyla.
Korkuyla değil, şefkatle.
Bu, yalnızlığın içinde kendini bulan bir kalbin,
suskun bir dostlukla kurduğu sessiz bir duadır.
Ve Allah tam oradadır:
“Kaplan öylece sırtını dönüp giderken;
onca acıya rağmen hâlâ bağ kurma ihtiyacı içinde ağlayan Pi’nin kalbinde.”
Çünkü Allah, adını anmasan da,
“Allah’ım” demesen de,
en yalnız, en çaresiz, en kimsesiz olduğumuzu sandığımız anlarda…
öfkeyle bile olsa O’na dönmemizi yeterli görür.
Kalbine bakar.
Ve eğer orada kendisini arayan bir şey bulursa,
suskunluğunu bile kabul eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.