
Saçları geçmişe dolanan ıslak bir kadın
hüznüdür yaşamak. Uzadıkça uzayan hikayesini dinlemek istemezsin. Caddeye ancak
yaprak döner kokusunu takip ederek varabilen, adı herhangi bir şey olan
herhangi bir kirli çocuk sevinci. Kim ne zaman kursağına dizecek sen bile
bilemezsin. Ve birkaç dudakta birden unutulduğu içindir o ıslığın her seferinde
sönmesi. En aydınlık başlayan, en siyahi biten bütün sabahlar gibi. Yetişkin
bir acının koynunda çocuk bir kalple sancılanmak farz et ki. Niye en olmadık
zamanlarda olmayacak yerlerde düşüyorsun aklıma? Niye mütebessim bir hüzün
sarılıyor seninle gırtlağıma? Niye hala
sendeyim...
Dünyadaki en kolay şey insanı sevmektir
derler. Bunun neresi kolay? Alnında ömürler çürüten, çizgilerine sitemli
ihtiyar eskisi kum saati bekleyişleri. Çok okyanus benzeri çıtkırıldım bir
yaralanmak altı üstü. Bilmez olur muyum usul usul sis kapladığını her hücreni.
Yalnızlığı iyi ezberlenmemiş, iyi oynanmamış bir okul piyesinde hep ceviz ağacı
olmak kadar sert. Yalnızlığı baki olsun diye gözlerine kar yağdırdıkları bir
düş farz et. Hayata bağlanan bütün yollarına ite kaka kördüğüm, saçkıran
bağırtısını dişlerine bastırmış, hıçkırdığını yutmuş yalnızlıktan ölesiye bir
adam. İçgüveysi umutlarla tutunmaktan eskimiş yaşamaya. Talihine küsmüş garip
fare, dağın derdi gücü bulutla. Yamaçları çiçek tutmaz olmuş işte bu yüzden. Ve
sen. Sen neden olur olmaz sevdirirsin ki kendini? Neden kırlangıç olur bir
yanımdan bir yanıma göçersin? Ben niye
sendeyim hala.
Dağıtır karşı koyamazsın. Sonu var mı
belirsiz bir koridorda kendi halinde sivri burun kundura adımlar. Arabesk bir
hayatın isyan perdesi kapanmış. Baştan sona alkış, kıyamet. Sanat toplum için
midir? Sanat sanat için midir? Bir şiir söylencesi, dağılmış toparlanmış bir
kış manzarası belki de. Belki sureti aslından güzel hayal bir kadın busesi.
Sanat senin için senin için sadece. Boşver gitsin. Yıllanmış bir saz gibi asılı
kal duvarda. bir kanun gibi kurul ömrüme, öylece paslan. Buzlanmış kış
yollarından dost meclislerine dol her gece. Her gece bir daha git. Seni
bilirim. Baktığından fazlasını görürsün. Bazen bakmazsın bile. Bazen buğulanmış
bir otel aynası lobide ortak kullanılan. En kuytudaki tek yataklı tek banyolu
küçük, loş oda. Dağıtır. Karşı koyamazsın. Dağılırsın.
Ve bir tabanca gibi durur yastığının
altında gençlik heyecanların. Bitmiştir. Bu işte bir yanlışlık vardır ama
bitmiştir işte. İskemlesi itilmiş, ipi çekilmiştir. Kiminin sıcak çorbayla,
kiminin bol baharatla, kiminin iyot kokusuyla örtbas ettiği bir vahşettir. En
oğul kokusunu bir cesetten aşırmış zavallı bir anne sarılması. Giydiği son
gömleği bütün başka kokulardan ayırmış. Kirli sepetine atılacak çok şeyi var
elbet bu hayatın ama o gömlek değil.
Sızamaz mıyım içine, karanlık geceye sızan
bir ışık gibi kapı eşiğinden? İçinde o kadarcık da mı boşluk yok? Beklesen
biraz, biraz beklesen. Bir mektup gibi kaybettiğin en sevdiğinden.
Gözbebeklerini pencereyle doldurup dirseklerini dayasan ya bir köşeye. Biraz
beklesen birazcık. Bilsem, bir parça hissetsem. Nasıldır, neye benzer
beklediğin bir şey olmak. Gelemez miyim? Ben niye gelemiyorum sana hiç.
Ne ayyaş bir nöbet devridir o bir bilsen.
En yaşanmamışından en birikmişine dek. Çirkin bir öksürmenin arkasından ta
içine tükürmek kaderin mesela. Mesela unutuluş. Aslında sonsuz güzel bir şiir
unutuluşu. Yaşamak nerde başlayıp nerde bittiğini bilmemek değil midir? Bu
yüzden ezbere bilmez miyiz zaten iyi bittiğinden emin olduğumuz çocuk
masallarını? Senin ilkbaharın gelecek olsa apaçık gelmez, gelemez. Senin
ilkbaharın mahcup. Kızaran yapraklarından kopma telaşında çiçek gövdeler.
Aynada kirli sakalında basbayağı harcanmış bir ömür seyreden adam. Umurunda
bile değil ne verdin ne alacaksın. Seni bilirim yitirecek bir şeyin yok üstü
kalsın üstü kalsın.
Çünkü inandığı gibi istavroz çıkarıp aklı
sıra şeytanı def eden saf iblis, avuçlarında duruyorsun farkında değilsin ben
farkındayım. Çünkü kanında tek başına eskiyişin ve dayanılmaz yalnızlığın
şiddetli işkencesi akıyor gürül gürül. Ne çare azaltmıyor kederini yüreğimin
yüreğine körkütük tapınması. Ruhumun ruhuna biadı faydasız. Günaydınlarını
çalmış hırsız çocuklar. Sokak lambaları kir, sokak lambaları pas. Tuzla buz
olmuş umuda yeşerttiğin her ne varsa bahçende. Meğer nasıl deli istiyormuşum
seni. Tabloları kara kalem aşka kesilmiş, en açık arttırma yaralardan kaldığın
kadarıyla. Ne kadarsan, ne kadar kalırsan. Bu benimki en sevinçli suratına
karşılığı olmayan çeki fırlatılmış yoksul bir sevdalı özleyişi. Seni seviyorum
arsızlığım fena kuşatmış benliğimi. Aramaktan bile caymışım gözlerinde
yitirdiğim kendimliğimi. Seni sevmişim sevmekteyim. Bir bildiğim bu.
Kendi kendinden süzüp bana bıraktığın
kadarın da aşk. Kimin fesi neyin sesi belirsiz hüznü kuruntuların. Kuduz leylek
getirmesi hiç olmamış bir aşk gecesi meyvesi niyetine. Senden bana doğan hep
karanlık olsun, bir sinide bir somunu paylaşmış köylü eller kutsallığıyla
uzanırım ona da. Yüzün bir antik çağ heykeli hatırımda. Alnında biriken ter,
dudaklarında eriyen buzul, gözbebeklerinde büyüyen endişeye mahal yok. Sen
varsın. Sen en olmadık zamanlarda bile düşüverirsin aklıma. Yakıverirsin içimi.
Susuverirsin ölürüm. Senin kendi kendinden süzüp bana bıraktığın kadarın da aşk.
Ki cezası suçu karşılamayan bir şeydir
sende yaşamak. Üç paralık yanlış yapıp beş paralık bedel vermektir. İçin için,
kırgın kırgın isyan etmektir. Gitmektir her gün bir kere, bir valiz yapıp çok
uzak bir ülkeye. Son bir bakış için dönmek geriye, gitmemek istemektir.
Hilafeti yıkılmış bir din gibi öksüz kalmışlığına inat, umuda sancak dikmektir.
Sende yaşamak, boynu tez elden vurulmuş bir maşuk hasretidir. Dağıtır karşı
koyamazsın. Ayaklanırsın bir kez daha, daha deli daha şiddetli devrilmek için.
Biliyorum karışılmaz
Allah’ın işine, ama sen…
Sen neden…
Ürkek ve çekingen uykulardan
doymamış kalkıp
Bir daha denemek için
yeniden,
Kaderden,
O iştahla özlediğin
hayatı söke söke
Almak isterken,
Yorgunsun…
Yitiksin…
Yeniksin…
ve ben niye hala
sendeyim söyler misin…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder