Sevgisiz, yoksul ve yoksun geçen bir çocukluk.
Ondan daha zor geçen bir gençlik.
Ve tüm bunların ortasında, sevgiyle hatırladığım her anın merkezinde hep “Allah”ın yer aldığını fark ettim.
O, bana özümü hatırlatmak için usul usul silkelemeye başladı.
Önce hiçbir şeyi olmayan o kıza bir şeyler verdi.
Şımarmadım, şükrettim.
Çünkü hiçbir şeyim olmadığı zamanları hatırladım.
Sonra anne olma isteği verdi.
Defalarca canımdan can kaybettim.
Ta ki kıymetlim, Yunus Emre’m sağlıkla doğana kadar…
Gerek fiziksel, gerek ruhsal; çekmediğim acı kalmadı.
Ama sonunda öyle güzel bir şey verdi ki,
“Teşekkür ederim Allah’ım, demek ki bütün bunları yaşamam gerekiyormuş.” dedim.
Yine de tam anlamıyla hatırlamamıştım…
Tam anlamıyla dönmemiştim.
Sonra en sevdiğim, bana Allah’ı en çok hatırlatan, gerçek bağ kurabildiğim ablamı kaybettim.
Hem de vahşice aldılar onu elimden.
Allah, “Ayağa kalk çiçeğim, onu savun.” dedi.
Kalktım.
Dizlerim kanaya kanaya savundum.
Hem de herkese karşı.
Yine isyan etmedim.
“Bir bildiğin vardır Allah’ım.” dedim.
Derken abim, eşi ve iki küçük çocukları vefat etti.
Herkes bana sanki acı çekmiyormuşum gibi davrandı.
Oysa ben cayır cayır yanıyordum…
Sadece onlar gibi acıyı yarıştırmıyordum.
Ve bir gün, Allah kaybettiğim sevdiklerimin ruhunu evime getirdi.
Kapıda durup gülümseyerek bana el salladılar.
Hayal değildi, sanrı değildi, zan değildi.
Gerçekti.
Allah dedi ki:
“Onlar iyi çiçeğim. Benimleler. Artık sen de iyi ol. Bana dön.”
Ben zaten yönümü O’na dönmüştüm kendimi bildim bileli.
Ama bu kez tüm varlığımı verdim.
Kalbimi verdim.
“Emret Allah’ım.” dedim.
Ve hatırladım.
Başına gelenler bazen seni yıkmak için değil, ayağa kaldırmak içindir.
Allah’a yürütmek, hatta O’na sarılmanı sağlamak içindir.
İsyan etme.
Teşekkür et.
Ben ettim.
“Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Ben acizim, bilmem.
Sen büyüksün, Sen bilirsin.” dedim.
Ve kurtuldum.
Darısı başına.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.