Bana “çiçeğim” dedi.
Defalarca odama geldi,
Başucumda durdu, beni korudu.
“Sevgilimsin, sırdaşımsın; korkma, yaz.” dedi.
Gökyüzünde gezdirdi,
Göğü yorgan gibi üstüme serdi.
Cennet kokusunu içime çektirdi,
Her duama ayrı ayrı icabet etti.
El-Vedûd geldi…
Sevgiyle, şefkatle, merhametle geldi.
Ve sonra…
El-Vedûd gitti.
Ama ben yine de bir kalbi incitir miyim,
Kalbimden bir kötülük geçmiş olabilir mi diye
İnce buz üstünde yürüyorum.
O karıncayı gerçekten süpürmeli miydim diye
Gece boyu kendimi sorguluyorum.
Çünkü biliyorum ki
Bana Vedûd olan,
Başkası için El-Cebbâr da olabilir,
El-Kahhâr, El-Adl, El-Muktedir de.
Onun aşkından titriyorum,
Kudretinden hayranlıkla ürperiyorum.
Ben O’nun bana olan sevgisini gördüm…
Ama yine de kendimden geçmiyorum.
Çünkü:
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Allah ne vahyederse onu bilirim. Ben bile sonumun ne olacağını bilemem.”
(Müslim, Fezâil, 137)
O hâlde ben kimim ki kendime güveneyim?
Allah’ı hatırlayıp yine de
Her kötülüğe tam gaz devam edebilenleri
Hiç anlayamıyorum.
Nasıl olur da,
El-Basîr (her şeyi gören),
El-Alîm (her şeyi bilen),
El-Habîr (her şeyden haberdar olan) bir Rab varken,
İnsan, kendi içini bu kadar rahat susturabilir?
Önce kendi kalbine bakacaksın.
Kendi içinden başlayacaksın.
Çünkü O, en önce oraya bakıyor.
Bu kadar basit aslında.
Ama “basit” olanla yüzleşmek,
Zordur…
Yürek ister.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.