Zira Kur’an, sadece kulakla değil, kalple duyulan bir kitaptır. Ve bu kitabın inişi, önce o kalpte yankı bulmuştur.
Resulullah Kur’an’ı ezberlemedi; taşıdı. Ayet ayet değil, can can indi üzerine. Her bir vahiy, sadece söz değil; bir ağırlık, bir sorumluluk, bir gerçeklik olarak indi.
Nitekim Allah şöyle buyurur:
“Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, onu Allah korkusuyla baş eğmiş, parçalanmış görürdün.”
(Haşr Suresi, 21)
Dağların bile taşıyamayacağı bu vahiy, onun kalbinde sabitlendi. Çünkü Hz. Muhammed yalnızca dinlemedi; teslim oldu.
Bu yüzden Allah, Kur’an’ın inişini şöyle tarif eder:
“O Kur’an, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. Onu güvenilir Ruh (Cebrail), uyarıcılardan olasın diye senin kalbine indirmiştir.”
(Şuarâ Suresi, 192–194)
Kur’an, onun kalbine indi. Çünkü ancak teslim olmuş bir kalp, o ilahi gerçeği olduğu gibi alabilir, eğmeden bükmeden aktarabilir.
İşte örnek alınacak şey budur.
Nasıl uyuduğu, nasıl oturduğu, ne yediğinden çok daha derin ve esas olan şudur:
Allah konuşurken, O sustu. Allah gösterirken, O baktı. Allah çağırırken, O geldi.
Resulullah’ın gerçek örnekliği, sessizliğindeki teslimiyettedir.
Çünkü duymak, bazen konuşmaktan daha güçlü bir itiraftır:
“Ben seni anladım.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.