1 Mar 2015

HEY SEN ORADAKİ!


Ne çok uyudun. Hey sen oradaki. Kaç yaşındasın biliyor musun? Geçen yılların sayıca fazlalıktan verdiği üstünlüğü demiyorum. Kaç yaşındasın? Kaç yaşadın?

Hey oradaki. Akan kanı görüyor musun? Ne olduğunu bilmesek nazlı nazlı süzülüşüne şiir diyeceğiz. Bilmesek damardan sızan koyu ölüm olduğunu, meşk edeceğiz kendisiyle. Kan akıyor. Usul usul; ama çok çok akıyor. Hey oradaki, sen, görüyor musun?

Ne çok uyudun. Sabah olmadı ben de biliyorum; ama sen uyurken nasıl sabah olabilir ki? Uyanman gerek. Hey sen oradaki diğeri, gölgeleri gördün mü? Kol kola dar bir geçitten geçercesine safları sıklaştırmış beyaz gölgeler. Beyaz olmayabilir emin değilim; ama beyaz.

Şşştt sus. Ölü çocukların şarkısını söyleme. Zaten oyuncaklarından nefeslerine kadar her şeylerini aldık. Şarkılarına dokunma. Dokunmamalıyız.

Hey, nereye gitmiyorsun? Niye gitmiyorsun? Durduğun noktada adım atsan da hiçbir yere zaten gitmiyorsun neden gitmiyorsun? Gözlerini aç. Uykuda gördüklerin gerçek değil. Evet gerçek olmak zorunda değil. Ama, gerçek hiç değil.

Hey! Kalemi yerden al. Kağıdı masaya koy. Perdeyi aç, ışığa yol ver. Umuda yaslan şöyle ferah ferah. İçimizi dolduran korkuyu avucumuzdan üfleyelim beraber boşluğa. Pişmiş aşa tuz katalım. Yüz katalım. Beş yüz katalım. Çorbada tuzumuz olsun. Oyuna yüzümüz olsun. Yarına kozumuz olsun.

Dur. ma. Hey sen oradaki. Salondaki çocuğunun kokusuyla tepeden tırnağa dolu, geleceğin endişesiyle kopkoyu gergin. Çayın altını kapat. Buhardan göz gözü görmez oldu. İki damla su biriktirdik uçtu gitti baksana. Dur. Sol baştan say. Kalp, kalbin yanındakiler, kalbin bir parmak altındakiler, kalbin en sevdikleri, kalbin en korktukları, kalbin unuttukları. Gel yürüyelim. Buraları birazdan yas basacak.

Hey ben! Şuradaki. Musluktan damlayan gözyaşı mıdır? Çerçevenin içindeki bahar mı kayıp? Bütün resimler yan yatmış. Fotoğraflarında bile kahkahasızlık. Kıtlıkla dolu heyben. Hey sen! Buradaki. Bardaktan boşanırcasına yağan kahır. İçimizde dört dönüyor baharın kumruları. Belki inadından bu kibir. Adım atar cesetlerin sanrısında kaybolmalardan önce, kaldırım kaldırım boğulduğumuz bir kent misali. Sen! Nasıl gülemiyorsun?

Düşünde değil düşünce doyumsuz bir ayağa kalkmanın altını çizerek, kovuklarına rüzgar girmiş ihtiyar bir ağaç gibisin. Gibisin ki yozluğun hüküm sürdüğü bir memlekette beyaz bir çiçek gibisin. Gibisin ki dalından koparmak için etrafına üşüşen eli kanlı vahşilerin en orta yerinde dimdik. Kırılma noktasında hiç feveran etmeden soyluca düşen bir yiğit gibisin.

Hey sen oradaki. Kana dokunma. Elbet anlayacaklar çocuklarının alnına iyi olsun diye kan sürmenin tezatını. Dur sokulma. Histeri nöbetlerinde yanını yöresini darmaduman eden bir dünya, öz evlatlarına işkence eden ruhların sıkıntısındaki üveylik tavrı sonra. Hey sen. Pencereyi açma. Sürgüyü çek. İçine sızan kirli suları tükür ortaya. Her şeyi bırak. Hepsini evet. Umudu tut. Bırakma.

Hey! Görmeyenlerin ve duymayanların kahrına düşen, bağırma. Bağıranların akıbeti kirli bir ihtar gibi hafızalarda. Sustuklarına sayamam inceliklerin kırıldı avuçlarımızda. Başımızda boz bulanık geleceğin ham korkuları. Direnen elleri bileklerinden koparıp attıkları çürümüş bir nehir yatağı…Çürümüş bir nehir yatağı mı yoksa çürümüş bir yürek parçası mı? Uyan. Uyan. Uyan. Uyananlar çoktan yürüdü. Dört duvarın mahzunlaştığı, kömür karasından umut beyazına görkemli bir yol yüründü. Hey! Sana söylüyorum. Sen!  Ağlama. Hiçbir faydası yok dökülen gözyaşlarının yaraya. Acıların feryatların yararı yok karışan kana. Ölümün adı yaşamanın ardı var. Yasımızı ipek bir şal gibi giyinsek neye yarar. Kederi baş köşeye alsak kini en baş köşeye. Yok. Yanılma. Her şeyin kör topal yürüdüğü zorba bir çağda, namus ehilleri mezarda namussuzlar sarayda… Sen ve sizler uykuda… Uyuma. Sen uyurken nasıl sabah olabilir?

Hey sen oradaki. Kalk gidelim. Buraları birazdan isyan basacak. Bütün dallarından en az bir kez kırılmış ağaçlar ayaklanacak. Kalk gidelim boy vermeye mecalsiz fidanlar şahlanacak. Kalk gidelim. Kalk kaçmaya değil karışmaya gidelim. Unutmaya değil kazımaya gidelim. Söylemeye, anlatmaya, yazımaya gidelim. Kalk. Savaşmaya değil barışmaya gidelim. Ne çok uyuduk…

Kahvenin kokusundan pencereye vuran yorgun damlaya, mürekkebin kağıda bıraktığı iz gibi. Yalnız sen gibi değil biz gibi hepimiz gibi. Tepesinden tasına dek hüzzam şarkılarla dolmuş içimiz gibi. Konuşmaya af dilemeye affedilmeye yetmemiş yüzümüz gibi. Hiçbir aşkta kaybolmadan ölümle kucaklaşan nazlı kızımız gibi… Silmek istesek de silemediğimiz, unutmak istesek de mıh gibi çivilediğimiz alınyazımız gibi. Hey sen oradaki! Ve sen oradaki diğeri! Ve ben buradaki! Ve biz! Tırnaklarının arasında vahşetin derileri, vücudunda kahpe parmak izleri! Çocuklar için… Çocuklar çocuklar için kalk gidelim. Buraları birazdan isyan basacak. Kalk gidelim. Kalk kaçmaya değil karışmaya gidelim. Kalk! Savaşmaya değil barışmaya gidelim. Kalk. Kalk. Kalk.

Şşştt sus. Dua okuma. Göz göre göre el ite ite dil susa susa mezarlara bıraktığın can kuzulara. Ölmeden öldürdüğümüz, öldükçe sindirdiğimiz, sindikçe yıldırdığımız tazecik umutlara. Sus diyorum sus. Sus diyorum sus. Sus diyorum kus. Kus diyorum sus. Bir yalnızlık, bir kadersizlik, bir kaderlilik kapkara, bir ölümler zinciri… Kusursuz. Buz…

Delirmenin kıyısında saçlarından ayak tırnaklarına dek üşümüş ürpermiş soğuk yanınla, sevdiğin ne çok şeyi bir çırpıda toprak etmiş gibisin. Gibisin ki acının doygunluğunda ağır çeken bir terazi gibisin. Gibisin ki kahır kahır, utanç utanç memleketim gibisin. Gibiyiz ki unutulmuş, terk edilmiş, kana kurban edilmiş tomurcuklar gibiyiz. Gibiyim ki beyaz sayfalarda bir damla yaş birkaç damla kan gibiyim. Gibiyim ki usul usul, sağır sağır çok şey duyar gibiyim. Ve anlatır gibiyim sivriltmekten kırılmakta olan kalem ucuyla. Uyan. Uyan. Uyan. 

Hey! Nereye gitmiyorsun? Uyananlar çoktan yürüdü. Yürüyenler çok mesafeyi aştı. Onlara sabah oldu bizde koyu karanlık. Onlar ışığa gidiyor bize zifiri kıtlık. Ölümün adı yaşamanın ardı var. Yasımızı ipek bir şal gibi giyinsek neye yarar. Kederi baş köşeye alsak kini en baş köşeye. Yok. Yanılma. Her şeyin kör topal yürüdüğü zorba bir çağda, namus ehilleri mezarda namussuzlar sarayda…Susup ağlamaya hayat yok. Durup beklemeye ekmek yok. Kalk gidelim. Buraları birazdan isyan basacak. Bütün dallarından en az bir kez kırılmış ağaçlar ayaklanacak. Kalk gidelim boy vermeye mecalsiz fidanlar şahlanacak. Kalk gidelim. Kalk kaçmaya değil karışmaya gidelim. Unutmaya değil kazımaya gidelim. Söylemeye, anlatmaya, yazımaya gidelim. Kalk. Savaşmaya değil barışmaya gidelim. Ne çok uyuduk…

2 yorum:

  1. Ben bu yazına bayılmıştım yorum da yazmıştım ama şimdi yok hatta bi sürü yorum vardı sen mi sildin?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet doğru; ama ben silmedim yorumları. Yeniden blogger yorumlarını kullanmaya başlayınca Google yorumlarının hepsi silindi maalesef. İnan ki çok üzücü bir durum. Birçok güzel, değerli yorum silinip gitti seninkiler de dahil :(

      Sil

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *