Ne çok uyudun. Hey sen oradaki. Kaç yaşındasın biliyor
musun? Geçen yılların sayıca fazlalıktan verdiği üstünlüğü demiyorum. Kaç
yaşındasın? Kaç yaşadın?
Hey oradaki. Akan kanı görüyor musun? Ne olduğunu
bilmesek nazlı nazlı süzülüşüne şiir diyeceğiz. Bilmesek damardan sızan koyu
ölüm olduğunu, meşk edeceğiz kendisiyle. Kan akıyor. Usul usul; ama çok çok
akıyor. Hey oradaki, sen, görüyor musun?
Ne çok uyudun. Sabah olmadı ben de biliyorum; ama sen
uyurken nasıl sabah olabilir ki? Uyanman gerek. Hey sen oradaki diğeri,
gölgeleri gördün mü? Kol kola dar bir geçitten geçercesine safları sıklaştırmış
beyaz gölgeler. Beyaz olmayabilir emin değilim; ama beyaz.
Şşştt sus. Ölü çocukların şarkısını söyleme. Zaten
oyuncaklarından nefeslerine kadar her şeylerini aldık. Şarkılarına dokunma.
Dokunmamalıyız.
Hey, nereye gitmiyorsun? Niye gitmiyorsun? Durduğun
noktada adım atsan da hiçbir yere zaten gitmiyorsun neden gitmiyorsun?
Gözlerini aç. Uykuda gördüklerin gerçek değil. Evet gerçek olmak zorunda değil.
Ama, gerçek hiç değil.
Hey! Kalemi yerden al. Kağıdı masaya koy. Perdeyi aç,
ışığa yol ver. Umuda yaslan şöyle ferah ferah. İçimizi dolduran korkuyu
avucumuzdan üfleyelim beraber boşluğa. Pişmiş aşa tuz katalım. Yüz katalım. Beş
yüz katalım. Çorbada tuzumuz olsun. Oyuna yüzümüz olsun. Yarına kozumuz olsun.
Dur. ma. Hey sen oradaki. Salondaki çocuğunun kokusuyla
tepeden tırnağa dolu, geleceğin endişesiyle kopkoyu gergin. Çayın altını kapat.
Buhardan göz gözü görmez oldu. İki damla su biriktirdik uçtu gitti baksana.
Dur. Sol baştan say. Kalp, kalbin yanındakiler, kalbin bir parmak altındakiler,
kalbin en sevdikleri, kalbin en korktukları, kalbin unuttukları. Gel yürüyelim.
Buraları birazdan yas basacak.
Hey ben! Şuradaki. Musluktan damlayan gözyaşı mıdır?
Çerçevenin içindeki bahar mı kayıp? Bütün resimler yan yatmış. Fotoğraflarında
bile kahkahasızlık. Kıtlıkla dolu heyben. Hey sen! Buradaki. Bardaktan
boşanırcasına yağan kahır. İçimizde dört dönüyor baharın kumruları. Belki
inadından bu kibir. Adım atar cesetlerin sanrısında kaybolmalardan önce,
kaldırım kaldırım boğulduğumuz bir kent misali. Sen! Nasıl gülemiyorsun?
Düşünde değil düşünce doyumsuz bir ayağa kalkmanın altını
çizerek, kovuklarına rüzgar girmiş ihtiyar bir ağaç gibisin. Gibisin ki
yozluğun hüküm sürdüğü bir memlekette beyaz bir çiçek gibisin. Gibisin ki
dalından koparmak için etrafına üşüşen eli kanlı vahşilerin en orta yerinde
dimdik. Kırılma noktasında hiç feveran etmeden soyluca düşen bir yiğit gibisin.
Hey sen oradaki. Kana dokunma. Elbet anlayacaklar
çocuklarının alnına iyi olsun diye kan sürmenin tezatını. Dur sokulma. Histeri
nöbetlerinde yanını yöresini darmaduman eden bir dünya, öz evlatlarına işkence
eden ruhların sıkıntısındaki üveylik tavrı sonra. Hey sen. Pencereyi açma.
Sürgüyü çek. İçine sızan kirli suları tükür ortaya. Her şeyi bırak. Hepsini
evet. Umudu tut. Bırakma.
Hey! Görmeyenlerin ve duymayanların kahrına düşen,
bağırma. Bağıranların akıbeti kirli bir ihtar gibi hafızalarda. Sustuklarına
sayamam inceliklerin kırıldı avuçlarımızda. Başımızda boz bulanık geleceğin ham
korkuları. Direnen elleri bileklerinden koparıp attıkları çürümüş bir nehir
yatağı…Çürümüş bir nehir yatağı mı yoksa çürümüş bir yürek parçası mı? Uyan.
Uyan. Uyan. Uyananlar çoktan yürüdü. Dört duvarın mahzunlaştığı, kömür
karasından umut beyazına görkemli bir yol yüründü. Hey! Sana söylüyorum. Sen! Ağlama. Hiçbir faydası yok dökülen
gözyaşlarının yaraya. Acıların feryatların yararı yok karışan kana. Ölümün adı
yaşamanın ardı var. Yasımızı ipek bir şal gibi giyinsek neye yarar. Kederi baş
köşeye alsak kini en baş köşeye. Yok. Yanılma. Her şeyin kör topal yürüdüğü
zorba bir çağda, namus ehilleri mezarda namussuzlar sarayda… Sen ve sizler
uykuda… Uyuma. Sen uyurken nasıl sabah olabilir?
Hey sen oradaki. Kalk gidelim. Buraları birazdan isyan
basacak. Bütün dallarından en az bir kez kırılmış ağaçlar ayaklanacak. Kalk
gidelim boy vermeye mecalsiz fidanlar şahlanacak. Kalk gidelim. Kalk kaçmaya
değil karışmaya gidelim. Unutmaya değil kazımaya gidelim. Söylemeye, anlatmaya,
yazımaya gidelim. Kalk. Savaşmaya değil barışmaya gidelim. Ne çok uyuduk…
Kahvenin kokusundan pencereye vuran yorgun damlaya,
mürekkebin kağıda bıraktığı iz gibi. Yalnız sen gibi değil biz gibi hepimiz
gibi. Tepesinden tasına dek hüzzam şarkılarla dolmuş içimiz gibi. Konuşmaya af
dilemeye affedilmeye yetmemiş yüzümüz gibi. Hiçbir aşkta kaybolmadan ölümle
kucaklaşan nazlı kızımız gibi… Silmek istesek de silemediğimiz, unutmak istesek
de mıh gibi çivilediğimiz alınyazımız gibi. Hey sen oradaki! Ve sen oradaki
diğeri! Ve ben buradaki! Ve biz! Tırnaklarının arasında vahşetin derileri,
vücudunda kahpe parmak izleri! Çocuklar için… Çocuklar çocuklar için kalk
gidelim. Buraları birazdan isyan basacak. Kalk gidelim. Kalk kaçmaya değil
karışmaya gidelim. Kalk! Savaşmaya değil barışmaya gidelim. Kalk. Kalk. Kalk.
Şşştt sus. Dua okuma. Göz göre göre el ite ite dil susa
susa mezarlara bıraktığın can kuzulara. Ölmeden öldürdüğümüz, öldükçe
sindirdiğimiz, sindikçe yıldırdığımız tazecik umutlara. Sus diyorum sus. Sus
diyorum sus. Sus diyorum kus. Kus diyorum sus. Bir yalnızlık, bir kadersizlik,
bir kaderlilik kapkara, bir ölümler zinciri… Kusursuz. Buz…
Delirmenin kıyısında saçlarından ayak tırnaklarına dek
üşümüş ürpermiş soğuk yanınla, sevdiğin ne çok şeyi bir çırpıda toprak etmiş gibisin.
Gibisin ki acının doygunluğunda ağır çeken bir terazi gibisin. Gibisin ki kahır
kahır, utanç utanç memleketim gibisin. Gibiyiz ki unutulmuş, terk edilmiş, kana
kurban edilmiş tomurcuklar gibiyiz. Gibiyim ki beyaz sayfalarda bir damla yaş
birkaç damla kan gibiyim. Gibiyim ki usul usul, sağır sağır çok şey duyar
gibiyim. Ve anlatır gibiyim sivriltmekten kırılmakta olan kalem ucuyla. Uyan.
Uyan. Uyan.
Hey! Nereye gitmiyorsun? Uyananlar çoktan yürüdü. Yürüyenler
çok mesafeyi aştı. Onlara sabah oldu bizde koyu karanlık. Onlar ışığa gidiyor
bize zifiri kıtlık. Ölümün adı yaşamanın ardı var. Yasımızı ipek bir şal gibi
giyinsek neye yarar. Kederi baş köşeye alsak kini en baş köşeye. Yok. Yanılma.
Her şeyin kör topal yürüdüğü zorba bir çağda, namus ehilleri mezarda
namussuzlar sarayda…Susup ağlamaya hayat yok. Durup beklemeye ekmek yok. Kalk gidelim.
Buraları birazdan isyan basacak. Bütün dallarından en az bir kez kırılmış
ağaçlar ayaklanacak. Kalk gidelim boy vermeye mecalsiz fidanlar şahlanacak. Kalk
gidelim. Kalk kaçmaya değil karışmaya gidelim. Unutmaya değil kazımaya gidelim.
Söylemeye, anlatmaya, yazımaya gidelim. Kalk. Savaşmaya değil barışmaya
gidelim. Ne çok uyuduk…
Ben bu yazına bayılmıştım yorum da yazmıştım ama şimdi yok hatta bi sürü yorum vardı sen mi sildin?
YanıtlaSilEvet doğru; ama ben silmedim yorumları. Yeniden blogger yorumlarını kullanmaya başlayınca Google yorumlarının hepsi silindi maalesef. İnan ki çok üzücü bir durum. Birçok güzel, değerli yorum silinip gitti seninkiler de dahil :(
Sil