2 Kas 2014

NEDEN BLOG YAZARIZ?

 Bir gece yarısı yazma sancısı daha. Bu kadar iddialı bir başlık atmak doğru değil; ama gecenin bu saatinde –en azından yazıya başladığım an itibariyle hala gecenin bir yerlerindeyiz.- “Aslında içimi dökmeye, derdimi anlatmaya ihtiyaç duyuyorum.” demek için daha uygun bir başlık bulamadım ve daha fazla arayamıyorum.
 Kim neden yazar bilmiyorum; ama ben neden blog yazdığımı gayet iyi biliyorum. Neden yazdığımı, neden yazmadığımı da. Beni bloğumun içeriğine aykırı bir biçimde yazmaya iten neden ikinci kısım aslında. Bu bloğu neden yazdığım değil, neden yazmadığım. Yani ne olsun, ne yapılsın diye düşünerek yazmaya başlamadığım ve devam etmediğim.
 Çok kısa bir zaman oldu bloğumu açalı. Beni çok üzen bir durum sonrası biraz kafamı toplamak, biraz ruhen dinlenmek için kendime zaman tanımış ve beynimi “ben” dışında hiçbir şeyle meşgul etmemeye karar vermiştim. Özet geçersem evde boş boş oturuyordum yani. Üstesinden gelemeyeceğim bir sıkıntıyla karşı karşıya olduğumu düşünüyor, üzülüyor, çözüm arama zamanına kadar dinlenmeyi umuyordum. Bir şeyler karaladım, sildim. Yazdım sildim, sildim baştan yazdım.
Lise yıllarımda öğretmenlerim, arkadaşlarım tarafından okunan yazılarımın, şiirlerimin; zorlu geçen üniversite yıllarımda yazılmasının da okunmasının da azaldığını fark etmiştim. Ve zamanla da yazdığı bir şeyin okunmayacağını bilmenin insanı git gide yazmaktan uzaklaştırabildiğini. Hangi terzi kimsenin giymediği elbiseler dikmekle uğraşır? Kimse dinlemezse şarkı söylemenin ne kadar anlamı olur? Durumlar insanı yalnızlığa yalnızlık da başka şeylere itiyor işte. Sadece küçük örnekler...
 O gün de bu duyguyu yoğun bir biçimde yaşayınca internetle çok aram olmasa da bir blog açmaya karar verdim. Nasıl yapılacağını bilmemekle beraber Bismillah deyip kolları sıvadım ve sağ olsun blogger’ın da beni yönlendirmesiyle SÖZ SANATI’na sahip oldum.
 Şarkıcılar şarkılarından “Hepsi bebeğim gibi.” diye bahsedince alaycı alaycı gülen biriyim ben. Şimdi onlara benzeyecek olduğumu bilsem de benim için özel bir çocuktan farksız olan bu bloğu ifade edecek daha uygun bir söz bulamıyorum. Henüz doğurduğum, büyüse de büyümese de, çoğalsa da ıpıssız kalsa da benim için daima bu kıymette kalacak biricik bebeğim oldu SÖZ SANATI.
 Burada paylaştığım her satır, ÖZEL. Bazen yıllar önce yazılmış bir şiir, bazen şuursuzca bir çırpıda yazılıp bırakılmış öylesine bir yazı, bazen bir tek kişiye adanmış satırlar, bazen bir öykü, bazen o bazen bu… Hepsi eşit derecede özel.
Bu blog neden yazılmıyor?
 Bu blog yazdıklarım birileri tarafından okunup bir eleştirmenmişçesine orası burası irdelensin değiştirilmeye çalışılsın diye yazılmıyor.
Bu blog, buyurun bakın bakalım güzel yazmış mıyım yazmamış mıyım düşüncesiyle yazılmıyor.
Bu blog, okuduklarının dışında saçmasapan şeyler arayan art niyetli insanların laf olsun diye söylenmiş sözleriyle didiklenmek için yazılmıyor.
Ne bileyim bir Dostoyevski edasıyla yazılmıyor. Herkes gibi, patik ören, makyaj ürünü tanıtan, birbirinden güzel kıyafetler tasarlayıp dikip bunları başkalarıyla paylaşan ya da sadece günlük tutan herkes gibi son derece masumane bir şekilde yazılıyor. Sadece paylaşmak için yazılıyor. Sunmak için yazılıyor.
 Biliyorum yaşamımın her döneminde olduğu gibi, aklımdakileri bu kadar çıplaklıkla söylediğim için yine kabalıkla, sertlikle filan itham edileceğim; ama dediğim gibi artık talimliyim ve bu itham pek dokunmuyor.
 İşin öz kısmına gelirsek, yazdıklarıma zaman ayırıp okumayı ve yorum yapmayı seçen “bazı” insanlara bir çift lafım var.
 Nasıl yazdığımla değil ne yazdığımla ilgilenirseniz bu bloğun neden yazılmadığı konusunda kendimi ifade etmiş olacağım ve yorumlarınız da benim için anlam kazanacak.
 Yani şu meşhur program gibi düşünün. Bu tarz benim. Bu kalem benim. Ben böyle yazıyorum. Ben bir gazeteye eşsiz çarpıcı şeyler sunmak zorunda olan biri değilim, büyük bir yazar değilim, çok iyi yazıyorum iddiası olan biri zaten değilim. Her blog yazarı gibi kendi dünyasını ayırmanın peşinde olan bir vatandaşım. Yazmak bana külfet değil ki. Havadan sudan daha lazım olan, şekerden daha tatlı gelen bir şey. İşte aynı böyle uykudan bile daha güzel gelen bir şey. Pasta yapmayı seven, kıyafet dikmekten hoşlanan, yemek yaparken dünyayı unutan, makyajdan anlayan ve bundan konuşan herkes gibi bir blog yazarıyım ben… Tek fark bu bloğun kelimelerle uğraşıyor olması.
 Yani bana “Şunu kötü yazıyorsun şiirde iyisin öyküde fena değilsin şunda cart bunda curt”la gelmeyin YAYIMLAMIYORUM artık anlaşıldığı üzere. Yayımlamıyorum; çünkü sana gelene kadar benim yazdıklarımı okuyacak değerlendirecek, tanıdık, bildik, güvendik yığınla insan mevcut zaten. Yayımlamıyorum; çünkü sen art niyet sahibi bir bireysin, masum okuyucu ya da blog ziyaretçisi değilsin. Benim için bir daha buraya uğramaman evla o derece art niyetlisin yani. Bırakın Allah aşkına kendini geliştirmek, eleştiriye açık olmak zırvalarını. Sevmiyorum ben. Ne bilinir ki insanın kimseye mahal vermeyecek kadar kendine iğne batırmadığı? Çuvaldıza hacet yok belki ne biliyorsun? Onu da geçtim başkasına ön yargı, eleştiriye açık olmak, tarafsızlık gibi hassas konularda ahkam kesen bireylerin bu ahkam kestikleri konularda diğerlerine açık ara fark attıklarına sayısız kez tanık olmuş bir insanım ben. Bana fıkra gibi geliyor ninni gibi geliyor artık bu zırvalar. “Yav he he.” deyip geçilecek tipler başka şey değil.
 Hem ne diyorum? Ben bilmem ne gazetesinin başyazarı, filanca derginin köşe sahibesi değilim arkadaş ya. Daha bir aylık bir bloğun sahibiyim ve yazmayı sevdiğim, yazdıklarımın okunmasını da istediğim için paylaşan biriyim altı üstü. Yeri gelecek aynen böyle “Bu çöplük benim.” diye öteceğim yeri gelecek gelip burada ağlayacağım yeri gelecek hiçbir anlam ifade etmeksizin sadece yazacağım ne biliyorsun? Neden kendi kendine edebiyat eleştirmeni tribine giriyorsun ki? Kaç kitap okudun hayatında? Hiç eleştiri yazısı yazmışlığın onu da geçtim okumuşluğun var mı? 5 tane şair say desem cidden sayabilir misin? Öykü denen tür nasıl ortaya çıkmış bunu kim büyütmüş? Senin sosyal ağlardan adını sanını ve de üç beş dizesini ezberlediğin hangi şair hangi yazar “eleştiriye açıklık, ön yargısızlık, tarafsızlık, yılda bir şiir yazmak” gibi dil klişesi vasıflara sahipti? Neredeyse hiçbiri. Okusan tanısan zaten dünyanın en büyük yazarlarının bile senden benden fazla ya da eksik olmadığını bilirdin. Çoğu bencil, ukala, küstah, acı çekmeyi seven, hastalıklı, takıntılı, sorunlu insanlar. Çoğunun komik acınası zayıflıkları var kendi ağızlarıyla ballandıra ballandıra anlattıkları. Hiç de iddia ettiğin gibi peygamber vasıflı ermişler, dervişler yok ortada. Neyse işte bunlar işin başka bir boyutu elbette.
 Kimse senin safsatalarına sen istiyorsun diye kafa sallamak zorunda değil. Seversen gelip okursun sevmezsen gelmez ve okumazsın, karışık bir şey yok ortada değil mi? Ya da bir şeyler söylemek istersen gerçekçi olursun okuyucu gibi davranır ve “Ahmet Bey de kendini öldürmeyeydi iyiydi.” “Ayşe de evi terk etmeseydi keşke.” filan gibi ne bileyim belli sınırlar içinde düşüncelerini yazarsın ya da şöyle düşün okuduğun her şeye söyleyecek bir şey bulmak zorunda değilsin. Söylemek için –iyi veya kötü- kendini zorluyorsan zaten “masum okuyucu” değilsin...
 Takibinde olduğum bir blog sahibesine yorum bırakırken karşıma çıkan not nasıl hoşuma gidiyor anlatamam. “İyi, güzel şeylerden söz et. Gerisi her yerde var.” Bu değildi tam olarak; ama içeriği kesinlikle bu.
Yok kendini geliştirmekmiş yok bilmem neymiş… Yaratıcı yazarlık kursuna giderdim öyle bir derdim olsa. Kendimi geliştirmek için sana neden ihtiyacım olsun ki? Sen, tanımadığım etmediğim vatandaş, neyine güvenip de benim gelişimime katkıda bulunabileceğin gibi bir fikre kapıldın??? Ben kendimi geliştirmek için bu yaşa kadar seni mi bekledim? Hayır tabii ki.
 Art niyetsiz olduğundan adım gibi emin olduğum insanlarla muhatap olmak istiyorum artık; çünkü çok haklı bir biçimde yorgunum.  Enerji tüketemem her cümlesinin her harfinden fenalık akan kişilerle. YOK SAYARIM. Ötelerim fişlerim ayrı koyarım hiç de üzülmem. Sapasağlam bir yalnızlıkta yanımda bulduğum 3 olur 5 olur ne olursa artık, ama yüreğinin art niyetsizliğinden kendim gibi emin olduğum insanlarla, onlar olmasa da onlarsız, 1 kişilik yürürüm de yaşarım da hiç sorun değil.
 Ben nasıl ki kimsenin emeklerine, beğenilerine şekil vermeye çalışmıyor; sevdiğim yerde duraklıyor sevmediğim yerde ilerliyorsam, başkalarından da aynı tavrı görmeyi umut ediyorum. Hiç kimse kendisine höt höt eden ne idüğü belirsiz insanları gülücükle karşılayıp kucaklamak zorunda değil. Bunu iddia eden insan, ona minicik bir eleştiride bulunan ilk kişiyi tüfekle kovalarken görüldü, o derece.
 Yazmak böyle bir şey işte. Gece diye başlıyorsun sabaha karşı’da buluyorsun kendini. Buraya, bana ait bir blogda benim tarafımdan yazılmış özel satırlar okuduğunun farkında olarak, “eleştirmen” değil “okuyucu” olduğunu idrak etmiş bir şekilde gelip giden herkese teşekkür ediyorum ki onların şu yazıyla zerre ilgisi yok zaten.
 “Blog neden yazılır?” kısmına açıklık getiremediğimi biliyorum; ama özetlersem kim neden yazıyorsa gerekçe odur işte. Sorgulamak ne bana düşer ne başkasına. Sevdin mi? Ziyaret eder bakarsın okursun filan. Sevmedinse uzaklaşırsın kimse seni zorlayamaz bitti bu kadar.
 Sevmediğin bir yazarın kitabını almadığın, beğenmediğin bir kazağı alıp giymediğin gibi aynı…
Gidip o yazara “Şunu şöyle yazsan şu kadar zamanda yazsan daha iyi olurdu.” ya da o fabrikaya “Şurayı şöyle imal etseymişsiniz ne iyi olurmuş.” demediğiniz gibi.
 Bitirirken fark ettim, SÖZ SANATI 40 GÜNLÜK olmuş bu arada…

İyi ki doğdun bebek. Kırkın da çıktı işte…

4 yorum:

  1. Blogger çok geliştirdi beni mesela.Bu benim aşırı acemiliğimden kaynaklanıyor büyük ihtimal.Yazmasam rahatlayamıyorum.Yük oluyor bana o yüzden yazıyorum.Paylaşmak da ayrı bir mutluluk bence.Çok seviyorum senin yazılarını okumayı.Kalemini de çok beğeniyorum.

    YanıtlaSil
  2. Neden mi blog yazarız?
    Bence...
    Çünkü yalnızız
    Çünkü reel alemde pek de düşüncelerimizi, ilgilerimizi paylaşabilecek bir çevreye sahip değiliz
    Çünkü daha geniş kitlelere ulaşmak istiyoruz
    Çünkü yazmak bizi rahatlatıyor
    Çünkü bas bas bağırmak için gök kubbe kapılarını sonuna dek açmışken, bir bilgisayar ekranında açılan pencereden dünyaya haykırmayı tercih ediyoruz
    Çünkü bizim gibi düşünen insanlara bu yol ile ulaşmak daha kolay
    Aklıma gelen nedenler bunlar.
    Sen hiç kimseye aldırma canım benim. Kaleminde sözcükler dökülsün dilediğin gibi. Hepsi çok özel, hepsi çok anlamlı emin ol. Söz Sanatı' nın nice 40 günlerine birlikte şahit olabilmek dileğiyle :)

    YanıtlaSil
  3. Offf... ne güzel....ne güzel bir yazi olmus bu. Icimin yaglari eridi okurken adeta:) Ellerine saglik!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Birileri eski yazılarda gezinmiş :) Tüm yorumlara cevap vermiştim aslında; ama bir sebepten yazdıklarımı silmem icap etti. Yeri gelmişken bunu da izah edeyim dedim, burnu havada görünmek istemem :)

      Ayrıca tekrar okudum da yazıyı biraz sert yazmışım gibi geldi :) Ama, o dönem sık geliyordu öyle yorumlar. İyice canım sıkılmıştı. Bu yazıdan sonra kesildiklerini düşünürsek yazmak zorunda kalmışım diyelim :) Çok teşekkür ederim eski yazılara zaman ayırmışsın. Hayırlı sabahlar :)

      Sil

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *