23 Tem 2025

Taçtan Secdeye: Sultan Süleyman’ın Son Yürüyüşü

Nice savaştan döndü, nice düşmanı diz çöktürdü.

Ama en büyük savaşı, kendiyleydi.

Ve o savaş, ne kılıçla kazanıldı

ne de toprakla ölçüldü.

İnsanın, kendi nefsine karşı verdiği en sessiz, ama en kesin mücadeleydi bu.


Yirmi altı yaşında tahta geçtiğinde,

henüz bir delikanlıydı.

Ama yazdığı her fermanla,

kestirdiği her hükümle,

öldürdüğü her isyanla biraz daha ağırlaştı o taç.

Zamanla "Kanunî" oldu;

kanun yazdı, sistem kurdu, imparatorluk genişletti.

Ama her adımda kalbine bir çentik atıldı.

Çünkü insan, hükmettiğiyle değil,

yürüttüğü vicdanla büyür.


Baba mı, Padişah mı?

Tarihin en çok konuşulan kırılma noktalarından biri:

Şehzade Mustafa'nın ölümü.

Oğul, babaya karşı mıydı, yoksa baba, devletin büyüsüne fazla mı kapılmıştı?


Ne olmuş olursa olsun,

o kararın ardından artık eski Süleyman yoktu.

Halk, saray, tarihçiler, her biri ayrı yorumladı.

Ama belki en doğrusunu sadece Allah gördü.

Çünkü onun içindeki fırtınayı ne tarih yazdı,

ne düşman anladı.


Padişah olmakla baba olmak arasındaki o ince çizgide,

her adımını vicdanıyla atmaya çalıştı.

Ama insanız…

En sıradan bir baba bile evladına kırılırken

bir cihan sultanı, hatasız mı kalır?


Geri Çekilmenin Ardındaki Hikmet

Son yıllarında yavaş yavaş içe çekildi.

İnşa ettirdiği camilerde kendine değil, Allah’a alan açtı.

Süleymaniye Camii'nin sadece mimarî değil,

ruhanî bir duruşu vardır.

O cami, bir hükümranlık göstergesi değil,

bir secde niyazıdır.


“Ben döndüm…”

demedi belki hiçbir zaman.

Ama yüzündeki çizgiler,

sözlerindeki azalma,

gözlerindeki dalgınlık

hep bir dönüşün sessiz şehadetiydi.


Artık zafer değil,

merhamet istiyordu.

Savaş değil,

af diliyordu.

Gösteriş değil,

mahviyet arıyordu.


Son Sefer: Zigetvar’a Giden Yol

Zigetvar Seferi, yaşlı bir adamın gövde gösterisi değil,

yolda tamamlanma arzusuydu.

Kendisine,

ordusuna,

ve en çok da Allah’a son sözünü söylemek ister gibiydi.


“Beni Allah’a götürün”

demesi boşuna değildi.

O artık yeni topraklar değil,

içindeki yanan toprağa yağmur istiyordu.


Zigetvar'da öldüğünde,

tüm dünya onun son zaferini konuşuyordu.

Ama onun ruhu çoktan başka bir yere yürümüştü.

Belki kalbi şöyle diyordu:


“Ben Süleyman oldum, Kanunî oldum…

Ama Allah’ın kulu olabildim mi?”


Cevabı yalnızca Rabbi bilir.

Ama biz onun sadeleşen hâlinden,

suskunluğundan,

çekildiği karanlık köşelerden

şunu duyabiliyoruz:


“Taht geçiciydi.

Ama secde kalıcı.”


Son söz:

Hiçbir güç, Allah’tan büyük değildir.

Ve hiçbir padişah,

kul olmaktan azade değildir.


Süleyman, en sonunda “sultan” değil,

kul olmak istedi.

Ve belki de bu yüzden, Allah onu

önce “Kanunî” yaptı,

sonra affıyla “Kendine” aldı.


Not: Ve bu derin ruh hâlini, yalnızca bir padişahı değil, içinde pişmanlıkla Allah’a yürüyen bir insanı da canlandırdığı için…

Halit Ergenç’e teşekkür ederiz.


Tahta yürümek zordur,

ama secdeye inebilmek daha büyük bir roldür.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *