Ama en büyük savaşı, kendiyleydi.
Ve o savaş, ne kılıçla kazanıldı
ne de toprakla ölçüldü.
İnsanın, kendi nefsine karşı verdiği en sessiz, ama en kesin mücadeleydi bu.
Yirmi altı yaşında tahta geçtiğinde,
henüz bir delikanlıydı.
Ama yazdığı her fermanla,
kestirdiği her hükümle,
öldürdüğü her isyanla biraz daha ağırlaştı o taç.
Zamanla "Kanunî" oldu;
kanun yazdı, sistem kurdu, imparatorluk genişletti.
Ama her adımda kalbine bir çentik atıldı.
Çünkü insan, hükmettiğiyle değil,
yürüttüğü vicdanla büyür.
Baba mı, Padişah mı?
Tarihin en çok konuşulan kırılma noktalarından biri:
Şehzade Mustafa'nın ölümü.
Oğul, babaya karşı mıydı, yoksa baba, devletin büyüsüne fazla mı kapılmıştı?
Ne olmuş olursa olsun,
o kararın ardından artık eski Süleyman yoktu.
Halk, saray, tarihçiler, her biri ayrı yorumladı.
Ama belki en doğrusunu sadece Allah gördü.
Çünkü onun içindeki fırtınayı ne tarih yazdı,
ne düşman anladı.
Padişah olmakla baba olmak arasındaki o ince çizgide,
her adımını vicdanıyla atmaya çalıştı.
Ama insanız…
En sıradan bir baba bile evladına kırılırken
bir cihan sultanı, hatasız mı kalır?
Geri Çekilmenin Ardındaki Hikmet
Son yıllarında yavaş yavaş içe çekildi.
İnşa ettirdiği camilerde kendine değil, Allah’a alan açtı.
Süleymaniye Camii'nin sadece mimarî değil,
ruhanî bir duruşu vardır.
O cami, bir hükümranlık göstergesi değil,
bir secde niyazıdır.
“Ben döndüm…”
demedi belki hiçbir zaman.
Ama yüzündeki çizgiler,
sözlerindeki azalma,
gözlerindeki dalgınlık
hep bir dönüşün sessiz şehadetiydi.
Artık zafer değil,
merhamet istiyordu.
Savaş değil,
af diliyordu.
Gösteriş değil,
mahviyet arıyordu.
Son Sefer: Zigetvar’a Giden Yol
Zigetvar Seferi, yaşlı bir adamın gövde gösterisi değil,
yolda tamamlanma arzusuydu.
Kendisine,
ordusuna,
ve en çok da Allah’a son sözünü söylemek ister gibiydi.
“Beni Allah’a götürün”
demesi boşuna değildi.
O artık yeni topraklar değil,
içindeki yanan toprağa yağmur istiyordu.
Zigetvar'da öldüğünde,
tüm dünya onun son zaferini konuşuyordu.
Ama onun ruhu çoktan başka bir yere yürümüştü.
Belki kalbi şöyle diyordu:
“Ben Süleyman oldum, Kanunî oldum…
Ama Allah’ın kulu olabildim mi?”
Cevabı yalnızca Rabbi bilir.
Ama biz onun sadeleşen hâlinden,
suskunluğundan,
çekildiği karanlık köşelerden
şunu duyabiliyoruz:
“Taht geçiciydi.
Ama secde kalıcı.”
Son söz:
Hiçbir güç, Allah’tan büyük değildir.
Ve hiçbir padişah,
kul olmaktan azade değildir.
Süleyman, en sonunda “sultan” değil,
kul olmak istedi.
Ve belki de bu yüzden, Allah onu
önce “Kanunî” yaptı,
sonra affıyla “Kendine” aldı.
Not: Ve bu derin ruh hâlini, yalnızca bir padişahı değil, içinde pişmanlıkla Allah’a yürüyen bir insanı da canlandırdığı için…
Halit Ergenç’e teşekkür ederiz.
Tahta yürümek zordur,
ama secdeye inebilmek daha büyük bir roldür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.