KÖTÜ KÖTÜ İNSAN KOKAN DUVARLAR...
Burası çok korkutucu bir yer. Başta anlayamamıştım, daha doğrusu anlamaya çalışmamıştım; çünkü param bitmek üzere. İş görüşmesinden sonra yarın gel başla denince ikiletmeden kabul ettim. Etmeyip ne yapsaydım? Otobüs kartı parayla, yemek parayla, kitap parayla, her hafta deste deste ödev verilen fotokopi parayla, su bile parayla... Aldığım nefesin parasını ne zaman ödeyeceğim diye bekler oldum.
Yerin altına doğru inen basamaklarda başımı tavana çarpmamak için boynumu eğiyorum. Her basamakta ışık biraz daha kayboluyor. Bir dünyadan başka bir dünyaya geçmek gibi. Sahiden yerin altına yapılmışçasına caddenin aşağısında kalan salonun yuvarlak, küçük bir sahnesi var. Masa ve sandalyeler ahşap. Bar olması gereken köşede kirli bir tezgah ve tabureler var. Her taraf rakı kokuyor. Beceriksiz lambalardan yayılan turuncu ışıklar salonu aydınlatmaktan çok insanı ürkütmeye yarıyor. Gündüzün bir vakti bile zifiri gece sanıyor insan. 40 yaşlarında iki kardeşin işlettiği meyhane gibi bir yer. Duvarların yorgun bir hali var. Duvarlar çok yorgun görünmesine rağmen ayakta. Duvarları kendime benzetiyorum.
Benim işim içki servisi yapmak. Oysa nefret ederim içki kokusundan. Ama, seçme şansım yok. Bunu biliyor olmanın direnciyle katlanmaya çalışıyorum. İnsanlar işten çıkıp içki içmeye geliyor. Bıkkın yüzler, aldatan bakışlar, hepsi acımasızca birbirine benzeyen insan silüetleri... Erkekleri buyurgan, göbekli, sinsi ve kurnaz; kadınları süslü, güzel, çenebaz... Basamaklardan aşağı kahkahalarla inen, yine de mutsuzluğunu ve tatminsizliğini nereye gizleyeceğini bilemediğinden onları bir çanta gibi omuzunda taşıyan küçük kalabalıklar...
Müziğin gürültüsü, çatal kaşık sesleri, her defasında zoraki basıldığı belli olan yaygaracı kahkahalar edepsiz muhabbetlere karışınca; burnuma kazınan rakı kokusuyla da birleşince zaman zaman -çoğu zaman- başım dönüyor. Tabanlarım soluklanacak vakit bulamıyor zaten. Ona söyleneni yapmaya koşullanmış bir makine gibiyim. O masadan o masaya koşuyor; tabak tabak peynir, kadeh kadeh içki taşıyorum. Benim eğlence anlayışıma uymasa da, hayatta eğlenmeye vakit ve para bulabilen bu insanlara biraz kıskançlık biraz da öfkeyle bakıyorum.
Bu duvarlar kaç yıldır bu cümbüşü çekiyor acaba? Böylesi gürültüde sağır olmuş olmalılar. Şu ucuz sahneleri görmemek için derin bir uykuya daldılarsa hiç şaşırmam. Çok kirletilmiş, hor kullanılmış, herkesin en az bir çizik attığı üstü başı kötü kötü insan kokan yorgun duvarlar... Duvarlar bana benziyor. Hayır yok...
Ben duvarlara benziyorum...
İşimiz gece 12-1'e kadar sürüyor. Patronun beni ve diğer çalışanları evlere dağıtması 2 bazen 3'ü buluyor. Birkaç gün çalıştıktan birkaç gece de eve böyle geç gittikten sonra Nedamet Teyze'den azar işittim. Apartman sakinleri o saate dek sokaklarda ne yaptığımı sormuş. Eve bir "erkek" tarafından bırakılmamın yakışıksızlığından dem vurmuşlar. Sonra o bildik hikayeler işte. Namus, ahlak falan filan...
Hey gidi meraklı, dedikoducu, fesat köftehorlar sizi. Hiçbiri bir gün olsun bana yardıma yeltenmeyen, hatta borçlu çıkarım korkusuyla selam bile vermeyen düzenbazlar. Arkasına saklandıkları gözetleme kulelerinden yalan yanlış gördükleri şeyleri hep kötüye yoranlar. Namus dedikleri sırada ağızlarından dökülen her bir harfin can havliyle koşa koşa uzaklaştığı namussuzlar... Hey gidi şeytanlar hey.
Nedamet Teyze çalıştığımı biliyordu. Buna rağmen komşularının sözleri nedeniyle beni azarlaması gücüme gitti. Ben yaşlı bir kadın olsaydım ve bana benim gibi çaresiz bir çocuk sığınsaydı çok başka davranırdım. Evet benden oda için kira almıyor; ama üzerimdeki baskısı gün be gün artıyor. Tabii yıkanıp paklanacaklar, ütülenip katlanacaklar, silinip kurutulacaklar da öyle...
Gözetleme kulelerinin ardındaki namus bekçisi neferler, bir erkek tarafından eve bırakılmamdan çok o arabada benden başka çalışanlar olduğunu neden göremiyordu? Veya bir "erkeğin" bizi eve bırakmak zorunda olduğunu; çünkü o saatte vasıta bulamayacağımızı neden hesaba katmıyorlardı? Hepsinden önemlisi benim işten geldiğimi... İşten... İş...
* * *
Gün be gün zorlaşıyor devam etmek. Sırf birkaç saat anlamsız yaşamlarının küçük; ama büyütülmüş sorunlarını unutsunlar diye insanlara kadeh kadeh içki taşımak gittikçe ağırlaşıyor. Bir kadeh içki, bir asırlık günaha, acıya bedel. Ve biliyorum üstelik, hiçbir sarhoşluk alıp götüremez yapılmış hataları. Önleyemez yapılacak olanları...
Çakırkeyiflikten sarhoşluğa geçen kerli ferli adamlar elime içinde telefon numaraları yazan kağıtlar sıkıştırıyor bazen. Üzerlerine kusmamak için kendimi zor tutuyorum. Kağıdı buruşturup atıyorum sonra bir kenara. Bu yaptıklarından onlar adına ben utanıyorum. Ben özür diliyorum kendi kendimden...
Diğer garsonlar rahat. Değillerse bile iyi idare ediyorlar. Onu bunu çekiştirirken onlar da bir şeyler içiyor. Beni de içmem için zorluyorlar. Defalarca istemediğimi söyledim. Üstelemekten vazgeçmiyorlar.
Herkes çok mutsuz. Bunu anlamamak için aptal olmak gerek. Ama sözleşmişçesine mutlu rolü yapıyorlar. Her seferinde daha şiddetli bir yas havası geziniyor ortalıkta, bütün o şen seslere rağmen... Sanki herkes ölmüş de kimse kendi cenazesini sahiplenmemiş gibi... Sanki herkes dipdiri, kimse ölmemiş gibi...
* * *
Evli, iki çocuklu, babam yaşındaki patronum dün beni çağırdı. Özel konuşacağımızı söyleyip diğerlerini uzaklaştırdı. Onca insanı nasıl taşıdığına şaştığım eski ahşap masalardan birine oturduk. Boğazını temizledi. Ciddi bir şey söyleyecekti anlaşılan. İstemeden bir hata yaptım da kovulacak mıyım diye endişelendim. Söze başladı:
- Burda çalışmaya başladığından beri seni takip ediyorum. Çok aklı başında düzgün bir kızsın.
-Teşekkür ederim abi.
Bir şeyden rahatsız olmuş gibi kıpırdandı.
- Şimdi söyleyeceğim şeyi sakın yanlış anlama. Ben senden çok hoşlanıyorum. Hatta daha fazlası. Yani diyeceğim duygularıma karşılık verirsen sıkıntı çekmezsin.
Şaşırdım; ama o an hissettiğim şey şaşkınlıktan çok mide bulantısıydı. Nereden baksan çirkin nereden baksan ayıp nereden baksan rezil bir durumdu çünkü. Çünkü zaten boğazıma kadar bıkkındım art niyetli, menfaat düşkünü, fırsatçı insanlardan.
- Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?
- Dur yahu hemen kızma. Biraz düşün. Burada sarhoşlara içki taşımaktan kurtulursun.
- İşi bırakıyorum.
Bıraktım. Yevmiyemi de almadım. Yevmiye ertesi gün okula gitmek, yemek yemek ve fotokopi çektirebilmek demekti... Bir sonraki gün hayata bir yerlerinden tutunup karışmaya çalışmak demekti. Benim için anlamı ve kıymeti olan her şey demekti...
Ağlayarak eve döndüm. Odama kapandım. Yemek yemedim. Okula da gidemedim tabii. Artık mücadele edecek gücü, azmi bulamıyordum kendimde. Bütün bunların ne için olduğunu, ne için bu kadar savaşmak zorunda olduğumu sorguluyordum durmadan. Ne uğruna? İnsanlara olan inancımı, hayata olan tutkumu, dünyaya olan ilgimi, yaşama sevincimi kaybettikten sonra hangi "daha değerli şey" için? Cevap veremedim sorduklarıma.
Gözetleme kulelerinde gece gündüz nöbet bekleyen çok saygın (!) insanların dürbünlerine takılmayan bir şeydi bu. Aslında doğru düzgün baksalar tüm parçaları görecek ve bütüne ulaşacaklardı; ama onlar daima işlerine gelen parçaları görmeyi tercih ettiler. Onlar ve onlar gibi her yerdeki sayısız namus bekçisi...
Bu defa yalnız gelmedim ama. O turuncu ışıklı salondaki bezgin duvarları sırtımda getirdim. Vicdanım elvermedi onları o çürümüşlüğün ortasına terk etmeye. Her gün bir tuğla daha koyuyorum duvarlarıma. Her gün biraz daha yükseltiyorum surlarımı. Taştan sert çaydan acı bir hal alıyorum. Büyüyorum durmadan. İhtiyarlıyorum... Biz yorgunuz. Çok karalandık. Hırpalandık. Çiziklerle doluyuz. Biz eskidik çok yazık. Eskitildik. Duvarlarım bana benziyor. Ben duvarlarıma benziyorum. Çoktan yıkılmış olmalıydık; ama hala ayaktayız. Çoktan buz kesmiş olmalıydık; ama hala hayattayız.
Yani eğer hayat buysa...
(sürecek)
Ne güzel insan tahlilleri yapılmış... Bütünün parçalarını görüp bütüne ulaşabilmek...Duvarlar yıkılmadan ayakta kalabilmek...
YanıtlaSilTeşekkür ederim sevgili Makbule Abalı. Beğenmenize çok sevindim.
SilÖncelikle emeğinize kaleminize yüreğinize sağlık...
YanıtlaSilPazar günü evde oturup,blog yazarı arkadaşların hafta boyunca takip edip okuyamadığım yazılarını okurken, sıra sizin yazınıza geldi. Bir taraftan keyifle okumaya devam ederken, diğer taraftan cümleler ,satırlar ilerledikçe hayatın acımasız yüzünü ''Kötü İnsan Kokan Duvarlar'' tasviri ile kaleme almanız ve kullandığınız üslub gerçekten mükemmeldi.
Ve son satır ile noktayı koymuşsunuz...
''Her gün bir tuğla daha koyuyorum duvarlarıma. Her gün biraz daha yükseltiyorum surlarımı. Taştan sert çaydan acı bir hal alıyorum. Büyüyorum durmadan. İhtiyarlıyorum... Biz yorgunuz. Çok karalandık. Hırpalandık. Çiziklerle doluyuz. Biz eskidik çok yazık. Eskitildik. Duvarlarım bana benziyor. Ben duvarlarıma benziyorum. Çoktan yıkılmış olmalıydık; ama hala ayaktayız. Çoktan buz kesmiş olmalıydık; ama hala hayattayız.''
SAYGI VE HÜRMETLERİMLE
Ne kadar özenle okumuşsunuz. Ne kadar güzel bir yorumla, gösterdiğiniz özeni ortaya koymuşsunuz. Çok teşekkür ederim, sağ olun.
SilYazı aktı gitti.Benmişim gibi okudum ve gözlerim doldu:'(
YanıtlaSilEvet biraz hüzünlü maalesef... Ama, hayat işte. Hüzünlerle dolu.
SilAh o duvaralar...Duvar benzetmelerine bayıldım..Değil mi ki Faruk Nafiz Çamlıbel de rastlamıştı bir han duvarında bir şair arkadaşa...Ve ey hanların önlümü sızlatan duvarları diye bitirmişti şiirini....Sevgilerimle
YanıtlaSilTeşekkür ederim sevgili hocam :) Duvarlar da oyuncak bebekler gibi bir misyon sahibi galiba hayatımızda. Herkesin derdini taşıyıp bana mısın demeyişleri de cabası.
SilYazidan nasil etkilendiysem artik sonunda gayri ihtiyari agzimdan su cumle cikiverdi: "Su Nedamet midir gudubet midir o teyze olse de ev bu kizcagiza kalsa bari ya" :) Kalemine saglik arkadasim. Cumlelerin, tasvirlerin cok carpici. Devamini merakla bekliyorum.
YanıtlaSilAllah iyiliğini versin ya :) Yazmaya çalıştığım şahsa saygımı kaybedeceğim gudubet diye kalacak aklımda oldu mu şimdi :)) Kiracı kızım o, ev ona nasıl kalsın :)) Şaka bir yana çok teşekkür ederim çok mutlu oluyorum takip ettiğin için. Sevgiler.
SilOldukça gerçek, oldukça hayatın içinden, oldukça iyi anlatılmış bir hikaye.. Hikayenin her bölümünü soluk soluğa okuyorum.. Hayat hep kötülerden yana mı? iyiler kazanmaz mı bu dünyada? Ama ben öyküdeki kızın dik duruşuna bayılıyorum. iyiliğin kazanacağını gösterecek herkese.
YanıtlaSilSağ olun çok teşekkür ederim sevgili Nahide Zereyak. Bana da hayat hep kötülerden yanaymış gibi geliyor ne yalan söyleyeyim :) İyiler onlar kadar dişli olamıyor, ne pahasına olursa olsun diyemiyor istekleri için. Yine de dediğiniz gibi kötüler yenilmeye mahkum. Öyle olmasaydı dünyanın çekilir tarafı kalmazdı...
SilYazıyı okurken sanki ben iniyorum o basamakları görüyorum o lanet yeri.Nasıl güzel tasvir etmişsin resmen oralardaydım.Zaten bu tarz yerleri ve isanları yaşamayan biri hatta yaşayan biride bu kadar güzel anlatamazdı sanırım .
YanıtlaSilİçim cız ede ede tek solukta okudum. Cümlelerin çok özenli çok vurucu bir o kadarda akıcı nasıl bitti anlayamadım .Devamını merakla ve heyecanla bekliyorum.Hayat herkese adil davranmıyor maalesef
Lanet yer dedin ya şimdi inandım doğru düzgün anlatabildiğime :) Kavgakıran'ı en hevesle, en ilgiyle takip edenlerden birisin. Güzel sözlerin, desteğin için teşekkür ediyorum. Ve evet hayat hiç; ama hiç adil değil.
SilTahliller ve betimlemeleriniz olağanüstü. Usta bir kalemin kurgulaması ve akıcı anlatımı okuru hemen içine çekiyor. Siz kesinlikle bir kitap çıkarmalısınız.
YanıtlaSilÖnceki bölümleri de en kısa zamanda okumak istiyorum
Düşünen, üreten zihninize, böylesi bir kaliteyle yazıya döken ellerinize sağlık.
Çok teşekkür ederim sevgili Zeugma :) Sözleriniz, görüşleriniz çok güzel ve benim için çok değerli. Biraz zaman geçsin neden olmasın... İsterim tabii yazdıklarımın bir kitap halinde elimde bulunmasını. Ama, ondan önemlisi okuduklarınızı buna değer görmeniz. Tekrar teşekkür ediyorum.
SilAnlatırken yaşatmışsınız tebrikler.
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilÇok içten... Duyguları okuyucuya hissettiriyor.
YanıtlaSilTeşekkür ederim Kurgucuzihnim.
Silne hoş bloğunuz var takibe aldım bende mutlaka beklerim sizi :) Çok içten duygular
YanıtlaSilTeşekkür ederim sevgili Ümran beğenmene çok sevindim. Ben de seni takibe aldım, görüşmek dileğiyle :)
Silben geldim... gelmemle ilk gözlerim sizi aradı... ne yazmış ne yapmış diye...ürperdim, üzüldüm tasvirlerle yıkıldım.bu hikayede.. inanılmaz güzel kalemine sağlık cnm...
YanıtlaSilHoş geldin Gülincim yokluğun belli oluyor inan ki:) Ama; başlangıçlar zordur, yorucudur, endişe vericidir... Çok rahat bir şekilde, sıfır sıkıntı ile aşmanı diliyorum. Güzel sözlerin için teşekkürler, çok mutlu oldum :)
Silteşekkür ederim güzel dileklerin için...herşey gönlünce olsun cnm...
SilUsta bir kalemden çıkmış gibi kelimeler, betimlemeler. Okurken içine alıveriyor insanı hikaye. Çok çok severek okuyorum.
YanıtlaSilSevgiler
Çok teşekkür ederim sevgili Çınar Hanım :) Takibiniz, yorumlarınız daha bir severek yazmamı sağlıyor.
SilKalemine sağlık. Takibe aldım sizi. Mürekkebbiniz bol olsun.
YanıtlaSilHoş geldiniz Tuna Bey. Güzel dileğiniz için teşekkür ediyorum. Ben de sitenizi izlemeye aldım görüşmek dileğiyle.
SilNamus namus derler bir derdin var mı demezler. Ne kadar acı bir durum. İnsanlık ne durumda böyle. Nedamet de savunamamis mi. Neyse Allah'tan sığınacak bir yuvası var.
YanıtlaSilO namus namus diye ortada gezenlerin esas namussuzlar olması da ayrı bir ironidir tabii...
Sil