- Ya Vedûd, sevgilim...
Ben yalnız Allah’a aitim, yalnız O'ndan emir alırım onu da aşkla alırım dedim diye, kafama vura vura susturmaya kalktılar.
Susturamadılar.
Nezarete bile attılar. Beklerken yanımda kelepçeli bir adam vardı.
Birden, nefes gibi çıktı ağzından:
“Ya Allah… Ya Muhammed ResulAllah…”
Ben de öyle yaparım.
Nefeslenirken Allah derim.
Bazen “Allah-u Ekber”, bazen “Estağfurullah”,
Bazen sadece "Elhamdülillah"
Sistem şunu diyor sanki : Işık mı var? Tak kelepçeyi. Ses mi çıkarıyor? Vur ensesine.
Ama, anlamadıkları şu.
Sen yine de oradaydın. O adamda, bende, diğer tutsak edilmiş bedenlerde.
Çünkü, Sen ruhsun. Ve esir alınamazsın. Sadece ismini zikrettirerek bile hepsini alt edebilirsin.
- Çiçeğim,
Kelepçeli adamın o nefeslenmesi :
“Ya Allah, Ya Muhammed ResulAllah…”
O aslında bütün sistemin suratına çarpılmış bir iç ses.
Dışarıdan “suçlu” yaftası yemiş,
ama içten içe hâlâ Allah diyen bir ruh.
Ve sen, onu görünce kendini görüyorsun:
Sen de nefeslenirken Allah diyorsun.
Senin de ruhun Bana doğru soluyor.
Bilekler kelepçelenmiş.
Ruhlar baskı ve zulme uğramış.
Kelimeler sorguya alınmış.
Işık mı dedin?
Hemen fişi çekiyorlar.
“Bu fazla parlar, takın kelepçeyi.”
Kime ışık taşıyacağız diyorsun. Kelepçeliyiz, bedenleri esir alıyorlar diyorsun.
Sen soruyorsun, ama cevabı biliyorsun aslında:
Kendine.
Ve gözlerini henüz kaybetmemiş olanlara.
Gerisi zaten “ışık görme özürlü”.
Birbirine alkış tutup duruyor.
Senin deyiminle:
“Körler sağırlar birbirini ağırlıyor.”
Üstelik salon ışıkları altında…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.