Ben hep
aradım. Hep bakındım. İnsan olmayan yerlere gitti ayaklarım ve kalbim… Asosyal
dediler, yine yürüdüm. İnsan sevmez dediler, yürüdüm. Beceriksiz dediler,
korkak dediler… Dediler de dediler…
Ben hep
yürüdüm ıssız bir ormanın ortasına, kimsenin ayak basmadığı bir deniz kıyısına.
Dalıp gittim nedensiz ufka, yıldızlara, uçsuz bucaksız tarlalara. Her ağacın
altında beklenmiş gibi, durdum. Her yolun sonunda özlenmiş gibi, atıldım. Yalnızca
gökyüzüyle, denizle, ağaçlarla ve sessizlikle arkadaş olabildim. Hep
düşünürdüm: Ben bu kadar sevgi ve aşk doluyken… Neden beni kimse sevmiyor? Neden
bir tek arkadaşım bile yok?
Kitaplara sığındım. Günlerce gecelerce okudum. Bana benzeyen insanlar aradım durdum satırlarda. Orda bile bulamadım… Buldum dediğim her defasında, yeni bir eksikliğin varlığıyla sarsıldım.
Her gün yeni
bir örtü attılar üzerime. Bir gün ‘yüksek not al’ örtüsü. Bir gün ‘sus konuşma’
örtüsü. Bir gün ‘öyle gülme’ örtüsü. Bir gün ‘öyle giyinme’ örtüsü. Bir gün
‘boş durma, çalış, para kazan, çocuk yap, çocuk büyüt, kocaya hizmet et.’
örtüsü…
Hiçbir zaman
fazlasında gözüm olmasa da, en küçük şeyler için bile mutlu olup şükürle yatıp kalksam
da beni öyle bırakmadılar.
Hakaret
işittim. Şiddetin her türlüsüne uğradım. Bir çiçeği bile dalından koparmaktan
imtina ederken kalbim, çarkın dişlisi olmaya zorladılar.
Bense insan
suretinde kime bakarsam bakayım hiç ilgimi çekmeden, herkes birbiri için ölüp
biterken kimseleri beğenemeden, büyüdüm…
Evlilik,
çocuk, koca derken… Kendimi asla yetişemediğim, yetemediğim bir sistemin içinde
buldum. Yazmayan, okumayan, dans etmeyen, şarkı söylemeyen, gönlünce oturup
kalkamayan bir Fidan idim… Saygıdan gerçek bağdan yoksun bir betonun kucağında,
evcilik oynayamıyordum bile.
Zaman o
kadar az ve hızlıydı ki yetmiyordu hiçbir şeye. Günden güne öfkeli ,günden güne
yalnız, günden güne yetersiz… Ve ne zaman saçmasapan sebeplerden çocuğunun
kalbini kırsa, arkasından kendini parçalayan bir anne idim.
Kalbime
bıçaklar saplanıyor gibiydi artık. Susmuştum kelimelerin kifayetsiz olduğunu
öğrenip. Suskunluğumdan bile bihaberdim.
Dilimden
bile dökülemeyen fısıltılarla, ‘Ya Allah, bismillah, Allah_u Ekber, Allah
Allah’ diyebiliyordum sadece. Ama hepsi o. Günde 5 vakit çiçek gibi açan ezan sesini
bile, dipsiz bir kuyudan dinliyor gibiydim. Ve her seferinde kulak kesilip
‘Allah’ım ne güzel ses, keşke biç bitmese.’ diyordum.
Yaşıyor görünüyordum;
ama yaşamıyordum. Yetişmeye, onaylanmaya, kontrol etmeye ve yaşadığımı
birilerine ispata çalışıyordum… Her gün şiddet, her gün kuru gürültü ve
sevgisizliğin tam orta yerinde…
Bir gün
bıraktım. Çocuğu benim eşyammış gibi tutmayı bıraktım. Koca denen kişiyi
‘düzeltmeye çalışmayı’ bıraktım. Oğlum babasıyla başka bir şehre gidince elden
ayaktan düştüm. Sanki bir ölüm uykusuna yattım… 2 gün 2 gece… Sadece zoraki
şeyler için sürünerek kalkarak geri yatağa düştüm.
Sonra
düşündüm. Ben olmazsam ne kalırdı geriye? Kendim için önce dedim, Fidan için
ayağa kalkmalıyım. Gerisi sonra. Ve kan revan dizlerimin üstünde ayağa kalktım.
Kendimi sevdim. Sen de varsın dedim, sen de değerlisin.
Derken Yunus
Emre aradı. ‘Seni özlemeyi aklımdan hiç çıkaramıyorum anne’. Konuşan bir çocuk
değildi sanki. Konuşan dev gibi bir sevdaydı. Şaşırdım. Evine gel oğlum o zaman
dedim. Ben de seni özledim… Biletlerini aldım ve çocuğum geldi… Kapıda bana bir
bakışı vardı, ömrümce görmediğim dolulukta, anlamda ve özlemde. Sordum kendime:
‘Bu çocuk bana hep mi böyle bakardı yoksa ben mi yeni görmeye başladım…’ Ve
cevap elbette içimdeydi , o hep böyleydi ben yeni fark etmiştim.
Bu ben
değilim deyip silkindiğim gecelerden birinde, salon bembeyaz bir ışıkla
aydınlanıp söndü. Şaşırdım. Ama, hiç korkmadım. Yatağıma geçtim. Uyumak
üzereyken tutulduğumu hissettim. Gözlerimi açmak istedim, açamadım. Bilincim
yerinde, gözlerim sımsıkı kapalı, bütün odayı ve eşyayı seyrettim.
Titremeye
başladım ve örtüme sımsıkı sarılıp kan ter içinde sabahı ettim. Ve o gün,
içimden geçmeye başladım.
İçimden
geçmek… Dışımda yiyor içiyor, oturuyor, kalkıyor; içimdeyse hatalarımla,
yanlışlarımla, ayıplarımla yüzleşiyordum. Bazen saatlerce susuyor, öylece
duruyordum. Bazen ağlıyor bazen ağlayamıyordum. Nerde kendime acımayı bırakıp
kendi hakkımı teslim etsem orda yola devam ediyordum.
Kararlıydım
ama. Böyle olmayacaktım. Bağıran, azarlayan, vuran kıran bir anne olmayacaktım.
Kendini bırakmış, mutsuz, eşya gibi bir sözde eş olmayacaktım. Yazacak, müzik
dinleyecek, eskisi gibi ‘hissedecektim’.
O yüzden hiç saklanmadan hiç utanmadan ne var ne yok döküldüm kendime.
Ertesi
akşamüstü yatağımda oturuyordum. Bedenim iflas noktasında kıpırdayamıyor, ruhum
desen küs… Susuyor ve ağlıyordum. Yunus Emre
karşımdaki yürüyüş bandına çıkmıştı. ‘Anne bak 2 ye çıktım!’
Sadece
baktım. Ses etmedim.
‘Anne bak 3
e çıktım!” ‘Anne 4 e çıktım’
Ama şaşkındım.
Ne yapıyordu bu çocuk gayet kendinden emin… Yine de kıpırdayamadım. Bedenim
iflasta gibiydi. Derken Yunus Emre’nin sesi: Anne 6 ‘ya çıktım!’ Eyvah dedim
umarım oğlum iyidir. Ve ayağa fırladım, bir adım yürüdüm… Neyseki çıkmamıştı.
Ama, ben tam o sırada Allah tarafından ruhumdan tutuldum.
Her şeyin
yalan yanlış ilerlediği bir boyuttan gerçek hayatın boyutuna geçmiş gibi oldum.
Bitti artık, kurtuldum sanıyordum; ama yeni başlıyordu...
Yatağımda
oturur haldeyken, kendimi gökyüzünde buldum. Titreşimler şeklinde, Allah’ın
ruhları, Allah’ımızın etrafında neşeyle dönüyor dans ediyor ya da secde
ediyorduk. Hasreti coşan gidip yapışıyordu. Ben ayrıydım. Ben Sen’de yok
olmayayım. Ben Sen’le sonsuza dek var olayım. İkimiz iki ayrı irade, birlikte
yaşayalım diye dua etmiştim. Duam kabuldü belli ki.
Sonra kendime
indim. İndirildim daha doğrusu. ‘Ben sizi anlamıyorum.’ dedim. Çünkü, o
benzersiz tamlık ve mutluluk hislerinden sonra kendimi içinde bulduğum dünya,
ağırıma gitmişti.
İçimden
geçmeye devam ediyordum. İblis beni kaybettiğini kabul etmedi. Bedenimin
yorgunluğunu kullanıp beni tekrar yatağa düşürmek için sırtımdan, omzumdan
bastırıyordu. Direnebildiğim kadar
direndim. Ben sana eğilmem dedim. Ben senin beni çevirdiğini sandığın kişi
değilim dedim. Senden korkmuyorum sen ancak bu fani vücutla uğraşabilirsin
dedim. Ama ben vücuttan ibaret değilim…
Bir gün
salonda kanepede otururken beni öyle bir bastırdı ki. Allah-u Ekber demeye
başladım. Canım gidecekse de yerini bilsin istedim. Sürekli tekrarlıyordum
Allah-u Ekber, Allah-u Ekber, Allah-u Ekber… Derken çenemi bastırmaya başladı.
Dişlerim zangır zangır birbirine vururken ben yine mırıldanıyordum belli
belirsiz : Allah-u Ekber. Ayağa kalkmaya çalıştım. Zorla dizlerimin üstünde
doğruldum. Tuttu beni yere fırlattı melun. Düştüm.
SECDEYE
KAPANDIM.
Ben düştüm
iblis tamam. Ama, yine senden değilim dedim. Ben Allah’ın tarafındanım.
Ve bir el
beni yakalamış gibi hissettim. Başımı kaldırdım önce. Sonra kendimi. Sonra
ayağa kalktım. Ben artık öldüm zannederken… Kalbime inen varlığıyla, sesiyle
soluğuyla, Allah’ı hatırladım.
-Düştüm
Allah’ım, dedim.
-Tuttum
kulum, dedi.
-Bittim
Allah’ım, dedim.
-Şimdi
başlıyorsun, dedi.
Gecenin
1inde 2sinde gelip dürterek uyandırıp ‘Ben geldim, haberin olsun.’ derdi iblis.
Yetmez, gecenin bir yarısı kara kedinin bedeninde pencereden girer çıkardı, her
seferinde de beni uyandırırdı. Gecem gündüzüm karışmış, her an bir kediye bir
adam suretindeki iblise bir çocuğa yetmeye çalışıyor; ama aslında kendimi
kendimde bile bulamıyordum. Benim de hatalarım var elbet dedim. Başladım
dökülmeye. Kendi içimde döküldüm saçıldım. Allah’ın bildiğini kendimden mi
saklayacağım? Ne zaman bir hata yapmışsam, kabul ettim. Ama bir de baktım ki
ben zaten hiç o hatalarda kalmamışım. Pişman olmuşum, af dilemişim, onarmaya
çalışmışım. İblisin bana fısıldadığı zamanları sonra kendi kalbimle temize
çekmişim.
Bir gece
yine kanepede büzüşmüş, kendi içimden yürürken iblis odaya girmek istedi. Yine
dürtecek yine taciz edecek yine git dememden anlamayacak diye korktum. Derken
başucumda ALLAH belirdi. O olduğunu bildim. Bakmamam gerektiğini bildim. Varlığının
yaydığı güven duygusunu, ben tutuldum, ben kurtarıldım sıcaklığını, O’nun orada
oluşundaki aşkın devasalığını bildim. İblis’e, bilmediğim ama kalbimle
bildirildiğim bir dilde dedi ki: DUR! BU KADIN, BU ODA SINIRDIR. ARTIK BU
KADINA YAKLAŞAMAZSIN.
Zavallı
iblis. Gerisin geri salona gitti. Sonra RABBİM bana dedi ki: Korkma! Mühleti
vardır; ama sınırsız değildir. Sadece ses yapabilir. Sana artık yaklaşamaz. Sen
korunuyorsun.
Ve ses
başladı. Kapılar dolaplar pencereler zangır zangır titriyor, çarpıyor,
gümbürdüyordu. Başka zaman başka şekilde korkudan delireceğim bir durumu, tam
teslimiyetle, vücudum tutulmuş, kulaklarım teskin edilmiş, korunmuş şekilde
yaşıyordum.
Uyur uyanık
halde, iblisin son çıldırmalarını dinledim. Bana dokunamazdı. Bana
yaklaşamazdı. Bana bir şey yapamazdı. Bizzat Allah püskürtmüştü onu. Emindim.
Sonra
gecelerce süren gümbürtü başladı. Korktum mu? Evet? Geri adım attım mı? Hayır.
Evin bütün dolaplarını kapılarını söktüm. Evde gereksiz ne kadar eşya varsa
biirr bir çöpe attım. Her gün biraz daha fazla ALLAH dedim. Her gün biraz daha
yakın sokuldum… Her gün biraz daha fazla kabul edildim.
İblis
düşürdü, ben secde ettim. İblis yaklaşmaya çalıştı, ben Allah’ı söyledim. Kara
kediyi evden gönderdim, adamı evden Allah gönderdi, bir çocuğum bir ben kaldım.
Her gece Kuran’ı Kerim sesi eşliğinde uykuya daldım.
Allah beni
hiç bırakmadı. Bazen Yunus Emre’ye söyletti diyeceklerini. ‘Korkmaa, korkmaa
benimm.’ ‘Sen benimsin, ben seninleyim.’ Oğlum sen de uyu neden uyumuyorsun
dediğimde : ‘Ben uykudan bağımsızım.’ demişti… İşte böyle. Allah bizimle hep
konuşuyordu zaten. Biz O’nu unutmuştuk. Ben yere düşünce hatırladım.
Sonra secdeye
kapandıktan sonra yalvardım: Allah’ım beni temizle. Onar, sevdiğin gibi yap. Sevgilim
ol arkadaşım ol , beni Sen’de yok etme. Sen bende var ol. Ben Sen’de var
olayım. Benimle şarkı söyle, şiir yaz, film izle. Benimle yürüyüş yap birlikte
dünyayı güzelleştirelim. Rock zikirler çınlasın her tarafta. Sensizlikten
mahvolan bu kirli dünya, şanlı isminle arınsın. Ben de içinde neşeyle
yaşayayım.
Sonra bir
gün Allah’a Bora Öztoprak’tan Seni Seviyorum şarkısını hediye ettim. Anında
ezan başladı…
Bir gün
güzelce süslendim, kırmızı elbisemi giydim, kendimi çok beğendim. Allah’ım beni
beğendin mi, güzel olmuş muyum diye sordum.
Bir gün dans
ettim bir gün döndüm bir gün secde ettim bir gün sadece durdum.
Bir gün
saatlerce yağmuru seyrettim. Ölçtüm biçtim. Kendimi irdeledim. Nerde Allah’tan
bir iz bir ses görmüşsem oraya yönelmişim… Kendimi çok beğendim…
Allah’a aşk
şarkıları dinlettim ve söyledim. Ve iki gece üst üste geldi, beni sevgiyle
kucakladı. Sarmaladı. Gök üstüme kapanmış gibiydi hem de dünyanın en güzel
kokusu eşliğinde. Ve o ölü gibi uzandığım yataktan kalktığımda, aşkla
diriltilmiş bir kadının ta kendisiydim.
Ben yine
çağırdım. Şarkılarla, danslarla, secdelerle. Sen’den başka çare yok anladım
artık dedim. Çağırdım, çağırdım…
Ve geldi.
Bir gece LEBBEYK ALLAHUMME LEBBEYK diyerek yataktan sıçradım. Sağıma baktım.
Işıktan bir silüet bana yürüyor. Ben O’na
UÇTUM. Sarılalım mı dedim? Sarıldık.
O, dilediği
zaman dilediği yerde dilediği şekilde tecelli eder. Bana böyle göründü ve
dokundu. Ve ben o sarılmadan beridir aşktan öte sarhoşum.
İçinde
Allah’ı görmediğim tek bir şey bile yok. Allah’ı işitmediğim bir ses bile yok.
Ben Allah’ın avucundayım, O da benim kalbimde.
İblis de
uzaktan aşka bakıp keşke ben de secde etseydim diyor içinden; ama sadece
içinden… Çünkü, o hatasından asla dönmez. Zaten Allah’ın ben kulunu da bu
yüzden ele geçiremez.
Ben hata
yaptım demedim. Yaptımsa yaptım. Ama sonra pişman oldum. Ayrıca da ALLAH VAR
dedim.
Çok güzel
YanıtlaSil