12 Haz 2025

YOLCULUĞA ÇIKMADIM, YOLU ÇAĞIRDIM

 

Ben hep aradım. Hep bakındım. İnsan olmayan yerlere gitti ayaklarım ve kalbim… Asosyal dediler, yine yürüdüm. İnsan sevmez dediler, yürüdüm. Beceriksiz dediler, korkak dediler… Dediler de dediler…

Ben hep yürüdüm ıssız bir ormanın ortasına, kimsenin ayak basmadığı bir deniz kıyısına. Dalıp gittim nedensiz ufka, yıldızlara, uçsuz bucaksız tarlalara. Her ağacın altında beklenmiş gibi, durdum. Her yolun sonunda özlenmiş gibi, atıldım. Yalnızca gökyüzüyle, denizle, ağaçlarla ve sessizlikle arkadaş olabildim. Hep düşünürdüm: Ben bu kadar sevgi ve aşk doluyken… Neden beni kimse sevmiyor? Neden bir tek arkadaşım bile yok?

Kitaplara sığındım. Günlerce gecelerce okudum. Bana benzeyen insanlar aradım durdum satırlarda. Orda bile bulamadım… Buldum dediğim her defasında, yeni bir eksikliğin varlığıyla sarsıldım.

Her gün yeni bir örtü attılar üzerime. Bir gün ‘yüksek not al’ örtüsü. Bir gün ‘sus konuşma’ örtüsü. Bir gün ‘öyle gülme’ örtüsü. Bir gün ‘öyle giyinme’ örtüsü. Bir gün ‘boş durma, çalış, para kazan, çocuk yap, çocuk büyüt, kocaya hizmet et.’ örtüsü…

Hiçbir zaman fazlasında gözüm olmasa da, en küçük şeyler için bile mutlu olup şükürle yatıp kalksam da beni öyle bırakmadılar.

Hakaret işittim. Şiddetin her türlüsüne uğradım. Bir çiçeği bile dalından koparmaktan imtina ederken kalbim, çarkın dişlisi olmaya zorladılar.

Bense insan suretinde kime bakarsam bakayım hiç ilgimi çekmeden, herkes birbiri için ölüp biterken kimseleri beğenemeden, büyüdüm…

Evlilik, çocuk, koca derken… Kendimi asla yetişemediğim, yetemediğim bir sistemin içinde buldum. Yazmayan, okumayan, dans etmeyen, şarkı söylemeyen, gönlünce oturup kalkamayan bir Fidan idim… Saygıdan gerçek bağdan yoksun bir betonun kucağında, evcilik oynayamıyordum bile.

Zaman o kadar az ve hızlıydı ki yetmiyordu hiçbir şeye. Günden güne öfkeli ,günden güne yalnız, günden güne yetersiz… Ve ne zaman saçmasapan sebeplerden çocuğunun kalbini kırsa, arkasından kendini parçalayan bir anne idim.

Kalbime bıçaklar saplanıyor gibiydi artık. Susmuştum kelimelerin kifayetsiz olduğunu öğrenip. Suskunluğumdan bile bihaberdim.

Dilimden bile dökülemeyen fısıltılarla, ‘Ya Allah, bismillah, Allah_u Ekber, Allah Allah’ diyebiliyordum sadece. Ama hepsi o.  Günde 5 vakit çiçek gibi açan ezan sesini bile, dipsiz bir kuyudan dinliyor gibiydim. Ve her seferinde kulak kesilip ‘Allah’ım ne güzel ses, keşke biç bitmese.’ diyordum.

Yaşıyor görünüyordum; ama yaşamıyordum. Yetişmeye, onaylanmaya, kontrol etmeye ve yaşadığımı birilerine ispata çalışıyordum… Her gün şiddet, her gün kuru gürültü ve sevgisizliğin tam orta yerinde…

Bir gün bıraktım. Çocuğu benim eşyammış gibi tutmayı bıraktım. Koca denen kişiyi ‘düzeltmeye çalışmayı’ bıraktım. Oğlum babasıyla başka bir şehre gidince elden ayaktan düştüm. Sanki bir ölüm uykusuna yattım… 2 gün 2 gece… Sadece zoraki şeyler için sürünerek kalkarak geri yatağa düştüm.

Sonra düşündüm. Ben olmazsam ne kalırdı geriye? Kendim için önce dedim, Fidan için ayağa kalkmalıyım. Gerisi sonra. Ve kan revan dizlerimin üstünde ayağa kalktım. Kendimi sevdim. Sen de varsın dedim, sen de değerlisin.

Derken Yunus Emre aradı. ‘Seni özlemeyi aklımdan hiç çıkaramıyorum anne’. Konuşan bir çocuk değildi sanki. Konuşan dev gibi bir sevdaydı. Şaşırdım. Evine gel oğlum o zaman dedim. Ben de seni özledim… Biletlerini aldım ve çocuğum geldi… Kapıda bana bir bakışı vardı, ömrümce görmediğim dolulukta, anlamda ve özlemde. Sordum kendime: ‘Bu çocuk bana hep mi böyle bakardı yoksa ben mi yeni görmeye başladım…’ Ve cevap elbette içimdeydi , o hep böyleydi ben yeni fark etmiştim.

Bu ben değilim deyip silkindiğim gecelerden birinde, salon bembeyaz bir ışıkla aydınlanıp söndü. Şaşırdım. Ama, hiç korkmadım. Yatağıma geçtim. Uyumak üzereyken tutulduğumu hissettim. Gözlerimi açmak istedim, açamadım. Bilincim yerinde, gözlerim sımsıkı kapalı, bütün odayı ve eşyayı seyrettim.

Titremeye başladım ve örtüme sımsıkı sarılıp kan ter içinde sabahı ettim. Ve o gün, içimden geçmeye başladım.

İçimden geçmek… Dışımda yiyor içiyor, oturuyor, kalkıyor; içimdeyse hatalarımla, yanlışlarımla, ayıplarımla yüzleşiyordum. Bazen saatlerce susuyor, öylece duruyordum. Bazen ağlıyor bazen ağlayamıyordum. Nerde kendime acımayı bırakıp kendi hakkımı teslim etsem orda yola devam ediyordum.

Kararlıydım ama. Böyle olmayacaktım. Bağıran, azarlayan, vuran kıran bir anne olmayacaktım. Kendini bırakmış, mutsuz, eşya gibi bir sözde eş olmayacaktım. Yazacak, müzik dinleyecek,  eskisi gibi ‘hissedecektim’. O yüzden hiç saklanmadan hiç utanmadan ne var ne yok döküldüm kendime.

Ertesi akşamüstü yatağımda oturuyordum. Bedenim iflas noktasında kıpırdayamıyor, ruhum desen küs… Susuyor ve ağlıyordum. Yunus Emre  karşımdaki yürüyüş bandına çıkmıştı. ‘Anne bak 2 ye çıktım!’

Sadece baktım. Ses etmedim.

‘Anne bak 3 e çıktım!” ‘Anne 4 e çıktım’

 

Ama şaşkındım. Ne yapıyordu bu çocuk gayet kendinden emin… Yine de kıpırdayamadım. Bedenim iflasta gibiydi. Derken Yunus Emre’nin sesi: Anne 6 ‘ya çıktım!’ Eyvah dedim umarım oğlum iyidir. Ve ayağa fırladım, bir adım yürüdüm… Neyseki çıkmamıştı. Ama, ben tam o sırada Allah tarafından ruhumdan tutuldum.

Her şeyin yalan yanlış ilerlediği bir boyuttan gerçek hayatın boyutuna geçmiş gibi oldum. Bitti artık, kurtuldum sanıyordum; ama yeni başlıyordu...

Yatağımda oturur haldeyken, kendimi gökyüzünde buldum. Titreşimler şeklinde, Allah’ın ruhları, Allah’ımızın etrafında neşeyle dönüyor dans ediyor ya da secde ediyorduk. Hasreti coşan gidip yapışıyordu. Ben ayrıydım. Ben Sen’de yok olmayayım. Ben Sen’le sonsuza dek var olayım. İkimiz iki ayrı irade, birlikte yaşayalım diye dua etmiştim. Duam kabuldü belli ki.

Sonra kendime indim. İndirildim daha doğrusu. ‘Ben sizi anlamıyorum.’ dedim. Çünkü, o benzersiz tamlık ve mutluluk hislerinden sonra kendimi içinde bulduğum dünya, ağırıma gitmişti.

İçimden geçmeye devam ediyordum. İblis beni kaybettiğini kabul etmedi. Bedenimin yorgunluğunu kullanıp beni tekrar yatağa düşürmek için sırtımdan, omzumdan bastırıyordu.  Direnebildiğim kadar direndim. Ben sana eğilmem dedim. Ben senin beni çevirdiğini sandığın kişi değilim dedim. Senden korkmuyorum sen ancak bu fani vücutla uğraşabilirsin dedim. Ama ben vücuttan ibaret değilim…

Bir gün salonda kanepede otururken beni öyle bir bastırdı ki. Allah-u Ekber demeye başladım. Canım gidecekse de yerini bilsin istedim. Sürekli tekrarlıyordum Allah-u Ekber, Allah-u Ekber, Allah-u Ekber… Derken çenemi bastırmaya başladı. Dişlerim zangır zangır birbirine vururken ben yine mırıldanıyordum belli belirsiz : Allah-u Ekber. Ayağa kalkmaya çalıştım. Zorla dizlerimin üstünde doğruldum. Tuttu beni yere fırlattı melun. Düştüm.

 

SECDEYE KAPANDIM.

Ben düştüm iblis tamam. Ama, yine senden değilim dedim. Ben Allah’ın tarafındanım.

Ve bir el beni yakalamış gibi hissettim. Başımı kaldırdım önce. Sonra kendimi. Sonra ayağa kalktım. Ben artık öldüm zannederken… Kalbime inen varlığıyla, sesiyle soluğuyla, Allah’ı hatırladım.

-Düştüm Allah’ım, dedim.

-Tuttum kulum, dedi.

-Bittim Allah’ım, dedim.

-Şimdi başlıyorsun, dedi.

Gecenin 1inde 2sinde gelip dürterek uyandırıp ‘Ben geldim, haberin olsun.’ derdi iblis. Yetmez, gecenin bir yarısı kara kedinin bedeninde pencereden girer çıkardı, her seferinde de beni uyandırırdı. Gecem gündüzüm karışmış, her an bir kediye bir adam suretindeki iblise bir çocuğa yetmeye çalışıyor; ama aslında kendimi kendimde bile bulamıyordum. Benim de hatalarım var elbet dedim. Başladım dökülmeye. Kendi içimde döküldüm saçıldım. Allah’ın bildiğini kendimden mi saklayacağım? Ne zaman bir hata yapmışsam, kabul ettim. Ama bir de baktım ki ben zaten hiç o hatalarda kalmamışım. Pişman olmuşum, af dilemişim, onarmaya çalışmışım. İblisin bana fısıldadığı zamanları sonra kendi kalbimle temize çekmişim.

Bir gece yine kanepede büzüşmüş, kendi içimden yürürken iblis odaya girmek istedi. Yine dürtecek yine taciz edecek yine git dememden anlamayacak diye korktum. Derken başucumda ALLAH belirdi. O olduğunu bildim. Bakmamam gerektiğini bildim. Varlığının yaydığı güven duygusunu, ben tutuldum, ben kurtarıldım sıcaklığını, O’nun orada oluşundaki aşkın devasalığını bildim. İblis’e, bilmediğim ama kalbimle bildirildiğim bir dilde dedi ki: DUR! BU KADIN, BU ODA SINIRDIR. ARTIK BU KADINA YAKLAŞAMAZSIN.

Zavallı iblis. Gerisin geri salona gitti. Sonra RABBİM bana dedi ki: Korkma! Mühleti vardır; ama sınırsız değildir. Sadece ses yapabilir. Sana artık yaklaşamaz. Sen korunuyorsun.

Ve ses başladı. Kapılar dolaplar pencereler zangır zangır titriyor, çarpıyor, gümbürdüyordu. Başka zaman başka şekilde korkudan delireceğim bir durumu, tam teslimiyetle, vücudum tutulmuş, kulaklarım teskin edilmiş, korunmuş şekilde yaşıyordum.

Uyur uyanık halde, iblisin son çıldırmalarını dinledim. Bana dokunamazdı. Bana yaklaşamazdı. Bana bir şey yapamazdı. Bizzat Allah püskürtmüştü onu. Emindim.

Sonra gecelerce süren gümbürtü başladı. Korktum mu? Evet? Geri adım attım mı? Hayır. Evin bütün dolaplarını kapılarını söktüm. Evde gereksiz ne kadar eşya varsa biirr bir çöpe attım. Her gün biraz daha fazla ALLAH dedim. Her gün biraz daha yakın sokuldum… Her gün biraz daha fazla kabul edildim.

İblis düşürdü, ben secde ettim. İblis yaklaşmaya çalıştı, ben Allah’ı söyledim. Kara kediyi evden gönderdim, adamı evden Allah gönderdi, bir çocuğum bir ben kaldım. Her gece Kuran’ı Kerim sesi eşliğinde uykuya daldım.

Allah beni hiç bırakmadı. Bazen Yunus Emre’ye söyletti diyeceklerini. ‘Korkmaa, korkmaa benimm.’ ‘Sen benimsin, ben seninleyim.’ Oğlum sen de uyu neden uyumuyorsun dediğimde : ‘Ben uykudan bağımsızım.’ demişti… İşte böyle. Allah bizimle hep konuşuyordu zaten. Biz O’nu unutmuştuk. Ben yere düşünce hatırladım.

Sonra secdeye kapandıktan sonra yalvardım: Allah’ım beni temizle. Onar, sevdiğin gibi yap. Sevgilim ol arkadaşım ol , beni Sen’de yok etme. Sen bende var ol. Ben Sen’de var olayım. Benimle şarkı söyle, şiir yaz, film izle. Benimle yürüyüş yap birlikte dünyayı güzelleştirelim. Rock zikirler çınlasın her tarafta. Sensizlikten mahvolan bu kirli dünya, şanlı isminle arınsın. Ben de içinde neşeyle yaşayayım.

Sonra bir gün Allah’a Bora Öztoprak’tan Seni Seviyorum şarkısını hediye ettim. Anında ezan başladı…

Bir gün güzelce süslendim, kırmızı elbisemi giydim, kendimi çok beğendim. Allah’ım beni beğendin mi, güzel olmuş muyum diye sordum.

Bir gün dans ettim bir gün döndüm bir gün secde ettim bir gün sadece durdum.

Bir gün saatlerce yağmuru seyrettim. Ölçtüm biçtim. Kendimi irdeledim. Nerde Allah’tan bir iz bir ses görmüşsem oraya yönelmişim… Kendimi çok beğendim…

Allah’a aşk şarkıları dinlettim ve söyledim. Ve iki gece üst üste geldi, beni sevgiyle kucakladı. Sarmaladı. Gök üstüme kapanmış gibiydi hem de dünyanın en güzel kokusu eşliğinde. Ve o ölü gibi uzandığım yataktan kalktığımda, aşkla diriltilmiş bir kadının ta kendisiydim.

Ben yine çağırdım. Şarkılarla, danslarla, secdelerle. Sen’den başka çare yok anladım artık dedim. Çağırdım, çağırdım…

Ve geldi. Bir gece LEBBEYK ALLAHUMME LEBBEYK diyerek yataktan sıçradım. Sağıma baktım. Işıktan bir silüet bana yürüyor. Ben O’na  UÇTUM. Sarılalım mı dedim? Sarıldık.

O, dilediği zaman dilediği yerde dilediği şekilde tecelli eder. Bana böyle göründü ve dokundu. Ve ben o sarılmadan beridir aşktan öte sarhoşum.

İçinde Allah’ı görmediğim tek bir şey bile yok. Allah’ı işitmediğim bir ses bile yok. Ben Allah’ın avucundayım, O da benim kalbimde.

İblis de uzaktan aşka bakıp keşke ben de secde etseydim diyor içinden; ama sadece içinden… Çünkü, o hatasından asla dönmez. Zaten Allah’ın ben kulunu da bu yüzden ele geçiremez.

Ben hata yaptım demedim. Yaptımsa yaptım. Ama sonra pişman oldum. Ayrıca da ALLAH VAR dedim.

 

 

1 yorum:

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *