Kuru bir mesajla terk ettim onu. "Olmuyor, yapamıyoruz. Unut beni." yazdım. Ve azabım başladı.
Zaman geçer gibi yapıp geçmek bilmezken hem vücudumu hem ruhumu büyük bir ateşe atmışlar gibi geliyor. Ne arayan var ne soran. Belki mesaj gelmiştir, duymamışımdır diye telefonu elime kaçıncı alışım kim bilir. Gözümü ekrandan ayırdığım da yok. Yok işte yok. Böyle kolay kabulleneceğini düşünmemiştim. Benden kopabileceğini düşünmemiştim. Ayrılmak istemiştim; ama benden ayrılmamasını umut ederek. Yapamıyoruz demiştim; ama bulacağız bir yolunu, yapacağız demesini isteyerek...
Medet'ten ses seda yoktu. Mesajımı görmediğine ihtimal vermiyordum, mutlaka görmüştü. Ama, cevap yazmıyordu. Zaten bu anı beklediğine ikna olmaya başlamıştım. Tam istediği şeyi yapmıştım işte, kolaylaştırmıştım işini, gözü aydın olsundu.
Haftasonu olduğu için okul yoktu. Odama kapanıp bir şeyler yazdım, müzik dinledim. Sonra uyudum. Uyudum, uyudum, uyudum... Uyandığım zaman beklediğim mesajın gelmiş olacağına inanıyordum; ama yine yoktu.
İçkiyi bana tercih etmişti. İçkiyi hayatına, sağlığına, ruhuna, kendine tercih etmiş birinden başka ne beklemiştim sanki? Çocuk değildi, ona içkinin zararlarını anlatmak kar etmeyecekti. Onu tercih yapmaya zorlamak ayrılığı garantilemekti. İçkiyi istediği zaman bırakabileceğini söylediğinde ona inanmak ise büsbütün aptallık, yani aşktı...
Bu kumarı oynamak zorunda kalmıştım. Bir kadına, eski bir aşka, geçmişe, ağır yaralara, sürekli kanamalara, her şeye direnebilirdim; ama içkiye direnemiyordum. İçki sorgusuz sualsiz galipti. Eninde sonunda beni bırakıp ona gidiyordu. Benimle konuşmuyor kadehe dökülüyordu. Bütün sorularının cevaplarını döküldüğü o kadehte buluyor, yine aynı kadehte yepyeni sorularla karşılaşıyor ve bu kısırdöngünün koynunda yaşayıp gidiyordu. Ona defalarca "Neden?" diye sormak istemiştim. "Benden ne istedin? Neden kapısını zorlaya zorlaya kalbime girdin? İyi gelecekmişsin gibi yaptın? Canımı hiç yakmayacakmışsın, her şey benim istediğim gibi olacakmış, biz hiç ayrılmayacakmışız gibi..." Soramadım. Yalnız kendi sorularının değil, benim sorularımın cevaplarını da kadehte arayacaktı. Onu içkiye kendi ellerimle sunmak, yapmak isteyeceğim son şey bile değildi.
Hayatım bozuk bir teraziden farksızdı. İyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı, siyahı beyazı tartamıyordum. Tartsam bile sonuçtan asla emin olamıyordum. Bana doğru görünenlerin peşi sıra amansız fırtınalara yakalanıyor; hüzünle, yanlış sandıklarımın altından çıkan ışıkların kayboluşuna bakıyordum. Yalnızdım. Çok yalnızdım.
Medet'in blöfümü görmesi beni iyice dibe itmişti. Sessizce ağlıyor, nasıl olup da gerçekten sevildiğime inandığımı sorguluyordum. Bulduğu ilk fırsatta sıvışmıştı işte. Haklıydı da. Ona üzüntüden, stresten, sorundan başka ne verebilmiştim? Aylardır bir kez olsun öpemediği bir kızla neden zaman kaybetsindi? Bitmişti. Bitmiştik.
Vakit gece yarısını gösteriyordu. Belki de bizim için doğru olan budur diye düşünürken telefonum çaldı. Arayan Medet'ti. O an, sanki bütün günü acılar, endişeler içinde kıvranarak geçiren ben değilmişim gibi rahatladım. Medet beni bırakmazdı. Gitmeme de izin vermezdi. Biz artık 'biz' dik.
- Alo?
Sessizliğin ağır uğultusu...
- Alo?
Konuşmak için nefeslenişini duyuyorum. Biliyorum, zorlanıyor. Çünkü, o da benim gibi kendini içine kapatmış biri. Ne kadar şen şakrak görünse de, ne kadar laf kalabalığı etse de, ne kadar gizlemek istese de bir hüzünbaz o da...
- Medet?
Istırabını sarhoşluğuyla boğmaya çalıştığını ele veren sesiyle, beni de aynı girdaba çeken birkaç cümle döküldü dudaklarından:
- Bana "Unut!" diyorsun sevgilim... Ben sana umut diyorum, umut...
Umut... Bütün hikayelerde, bitti sanılan anda her şeyi sil baştan başlatan kıvılcım... Dostum mu düşmanım mi bilmediğim bir tanıdık... Bu gece aşım ekmeğim, nefesim suyum...
(sürecek)
Laf aramızda kol gibi yazı beklerken öbürlerine göre kısa bir bölüm olmuş ve tabi bir o kadar da çarpıcı. Doğruyu yanlışı tartamıyorum kısmında kendimi okudum bile diyebilirim. Bu aralar bende de bi bozuk terazilik durumu yok değil :) kalemine sağlık
YanıtlaSilKol gibi yazılması gereken bölümler oluyor, maalesef istesem de kısa kesemiyorum onları. Beğendiğine sevindim, teşekkür ederim.
SilUnut-Umut tek bir harf,tek ....nasıl da değiştiriyor her şeyi...Sevdim bu cevabı :)
YanıtlaSilÇok haklısınız hocam, harf tek; ama marifeti büyük :)
SilDüşkıran okumayalı epey oldu.Özlemişim...Umudumuz hiç eksik olmasın.Yüreğine sağlık :)
YanıtlaSilBen de seni ve güzel yorumlarını özledim :) Teşekkür ederim canım, sevgiler.
SilMedet telefon etmeseydi Sarmaşık bikaç gün ağlar üzülür sonra unuturdu. Şimdiyse onu neyin beklediğini tahmin edemiyoruz. Bu arada yine muhteşem yazmışsın daha ilk cümleyi okur okumaz kendimi hikayenin içinde buldum:) sevgiler.
YanıtlaSilAslında birkaç gün ağlayıp unutur muydu, orası da belli değil. Neticede her şey olacağına varır biz ne dersek diyelim :) Değerli yorumun ve beğenin için çok teşekkür ederim.
SilPandora'nın kutusunda kalan son şey umut... Medet damardan girmiş Sarmaşık umutlanabilir bu sözlerin üstüne.
YanıtlaSilUmut herkesi aldatacak ya da güçlendirecek kadar güçlü bir duygu. Medet'in amacı Sarmaşık'ı kandırmak değildir de o da umudun büyüsüne kapılmıştır belki... Bekleyelim, görelim, okuyalım :)
SilIki yorgun hayat. İki yalnız insan. Tüm olmazlara rağmen, olmamalılara rağmen sanırım bir süre daha birbirleri için var olmaya devam edecekler.
YanıtlaSilAynen öyle sevgili Renkli Pasta Sepeti. Seviyorum senin bu nokta atışlarını :)
SilYazan da olsan yaşayan da olsan, her iki durumda da kadın hep savaşıyor. Savaşları ise biz çıkarıp biz böbürleniyoruz. Ağzımıza s..ç..yım.
YanıtlaSilAdamın ağzından bal damlıyor bal :) Bütün erkekleri bu duyarlılığa davet ediyoruz efendim :)
SilTakipteyim
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim sevgili Abdullah :)
SilSonu çok etkileyici gerçekten iki zıt kelimenin birbiriyle uyum içerisinde buluşması çok hoş yüreğinize sağlık...
YanıtlaSilUmut, unutmayı alt edebilecek neredeyse tek olgu sahiden... Teşekkür ederim beğendiğinize çok sevindim :)
Silyaaa söz sanatı deği bence söz sanatçısısın, kesinlikle sürmeli :)
YanıtlaSilUtandırdın beni :) Ne mutlu bana blog ismimin ağırlığı altında ezilmiyorsam... İnşallah sürdürüp bitirmeyi planlıyorum. Teşekkür ederim, sevgiler.
Sil"İçkiyi istediği zaman bırakabileceğini söylediğinde ona inanmak ise büsbütün aptallık, yani aşktı..." Ne güzel tanımlamışsın aşkı... Kalemine sağlık canım.
YanıtlaSilÇok da yeni bir tanım değil; ama uygun noktada kullanmışsam demek ki :) Teşekkür ederim, sevgiler.
SilPeki umut bazıları için sadece işkenceyi uzatıyorsa..durmadan düşünüyorum nefes almak gibi farkında olmayıpta her an yaptığım bir şey cevapsız sorularım acabalar arasında kaybolmalarım..ya işkenceyi uzatıyorsa..
YanıtlaSilBana kalırsa da umut genelde işkenceyi uzatır. Ama, insanız işte. Bazen de bile isteye uzatıyoruz işkencemizi, uzasın istiyoruz. Bazı işkenceleri seviyoruz çünkü. Aşk gibi, sevgi gibi, tutku gibi...
SilBile isteye evet.duygular zırhlanıyo düsünce ateş ediyo biz kendimizi duyguların kanatları altına almaya çoktan hazırken..teşekkür ederim..
SilBen teşekkür ederim anlamlı yorumunuz için :)
SilKeşke bu yazı dizisi bir kitap olsaydı da hemencecik okusaydım bitseydi :))
YanıtlaSilBende kitap yazacak sabır yok der dururdum; ama bu gidişle bir kitaplık yazı çıkacak sahiden :) İnşallah o da olur canım benim, bu kadar yazmışken bir kitabım olsun bari fikrine sıcak bakmaya başladım :)
Silbir şeylerin değişeceğine dair umut'un olduğu yerde unut'un lafı geçemiyor bile...
YanıtlaSilOff... Ne güzel söyledin. Tam da öyle oluyor. Katkın için çok teşekkür ederim.
Sil