19 Haz 2015

UCUZ SENARYO


Zaten hep kalabalık olan meydan, bugün daha kalabalık. İnsanlar, menzili belirsiz bir koşuda yan yana, art arda, balık istifi, soluk soluğa ve duyarsız... Her biri duygularını evde bir yerlere gizlemiş de kendini sokağa öyle atmışçasına... Gidiyor. 

Herkes, olduğu yerden sadece birkaç metre yükselip aşağıya, özellikle de kendine bakabilse, karıncalardan farksız halleriyle devlerin oyununda galip gelmeye çalışan cücelerin zavallılığını fark edecek. Oysa hiç kimse fark etmek istemez. Fark etmek oyunu bozmaktır. Kurala uymamaktır.


Bütün bu hengamenin içinde akışı durağanlaştıran cılız bir gölge görür gibiyim. Kaldırımlarda patlayıp yolda yankılanan topuk seslerinin içinde insanı sağır eden bir sessizlikle öylece bekleyen, baktıkça kim olabileceğine dair merakımı artıran, her haliyle yalnız... 


Mülteci gövdesi etrafını çevreleyen kargaşaya yabancı. İnsan trafiğinin ortasında durmaksızın omzuna aldığı darbelere rağmen ayaktaki halinden pek bir şey kaybetmiyor. Bir adım ileri, bir adım geri. Bir adım sağa, bir adım sola... Böylece hep olduğu yerde ve hep ayakta. 

Sarhoşa benzemiyor. Gözbebeklerini kasıp kavuran farkındalığı görebiliyorum. Zaman zaman hoyratça itekleniyor. Tam gözden kayboldu zannederken kaşla göz arasında yerinde beliriyor. Bir şey söyler de işitmem diye kulak kesiliyorum; ama yok. Aramızdaki sayısız vücuttan mı desem, ortamızdaki amansız yarıştan mı... Yağdı yağacak yağmurun üstümüze sinen ıslak gerilim atmosferinden mi? Duymuyorum. Duyabildiğim tek şey, insanı sağır eden sessizliği.

Kuşlar tepemizde dolanıp duruyor. Omuz başlarındaki tekilliği bile göremeyen insanlardan bir kuş gövdesi kadar yer bulmanın telaşıyla, nafile bir çember çiziyorlar. Cepler boş. Ekmek kırıntıları onların inip alamayacağı kadar aşağıda. Ve bütün kırıntılar her zerresiyle tekrar tekrar ayaklar altında çiğnenmiş. 


- Manyak mısın kardeşim sen? Çekilsene ayak altından!


Biri onu çok sert itti. Bir gölgeden beklenmeyecek kadar sağlam duruyordu ve bu yüzden bulunduğu noktadan çok fazla gerilemedi. Sonra tekrar, tek bir söz söylemeden, kendi yerine geçti.


Üstümüzde binalar büyüyor. Gökyüzüne doğru daralan bir taş piramidi. Yıldız görmekten ümit keseli epey oldu; ama güneşi hala özlüyorum. Ve birazdan yağmur inecek yer yüzüne. Bereketten çok bir katliam için inecekmiş gibi üstelik. O ise hala orada, hala sadece duruyor.


Korkunç uğultular kol geziyor boşlukta. İnsan sesleri, çok yakınlardan bir yerden aralıksız çalan kornalar, çirkin sözlerini yüksek haykırışlarla cazip kılmaya çabalayan birileri. Birileri, bir diğerini dinlemeden, soluk almadan, durmadan durmadan anlatan birileri... Bazen kuşların kanat çırparken oluşturduğu esintiyi kokluyorum. Yağsa rahata erecek yağmuru kokluyorum. Piramidin en tepesine diktiğim burnumu bütün gücümle kullanarak bir avuç gökyüzünü kokluyorum. 


Biten bir şeyleri kokluyorum sanki her seferinde. Siyah bir şeyleri. Işıldamak isterken pas içinde kalmış eski bir şeyleri...


Yağmurun patlayacağını sezinleyen aceleci ayaklar birer ikişer terk etmeye başladı meydanı. Onun gitmeye pek niyeti yok. Evindeymiş gibi rahat ve evindeymiş gibi rahatsız. Ne bileyim... Dünyanın bir yerinde bir parça olsun var olabilmek için inatla durur gibi. Yiyip yiyip doymayan ruhların ve vücutların aksine yola çizilmiş siyah bir gölgeye boşuna benzetmiyorum. Ona hayattan hiç pay vermemişler. Yeryüzünden hiçbir çöp. Ve hiçbir sevinç.


Kuşlar bile tüneyecek sığınaklar buldu kendine o hala yerinde. Yağmurdan çekincesi yok belli ki. Hiçbir şeyden çekincesi yok.


Az önce burası iştahlı ayaklar tarafından istila edilmemişti sanki. Sanki az önce cılız bir gölgenin ayakta dikildiği  bir karış yeryüzüne bile göz koyan işgalciler onlar değildi. Şimdi o da gider derken hiçbir şimdi sırasında kıpırdamıyor olduğu yerden.


Bir damla, iki damla, üç damla, dört kalın damla, beş hızlı damla, altı küçük su birikintisi, yedi göl... Suyun yeşertemeyeceği yerlere düşerken yağmurun içinde patlayan öfkesi bu. Bunca taşa böyle dolu dizgin yağmanın anlamı ne? 


Merakıma karşı koyamıyorum, gözüm sürekli onun üzerinde. Ne yapmaya çalışıyor? Ne yapmaya çalışmıyor ya da? Paltosu yok. Kesin çok üşüyecek. Neden orayı seçti? Neden herkes gibi ıslanmaktan kaçmıyor? Neden acelesi yok?


Her an biraz daha küçülüyor sanki. Evet üşüyor. Ama, ellerini ceplerine saklamaya bile yeltenmedi. Bu aciz, yalnız, üşümüş ve zayıf halinde anlamlandıramadığım bir güç gösterisi var. Küçüldükçe büyüyor anlıyor musunuz? Silindikçe kazınıyor aklıma. Yere kavuşan her damlayla beraber eriyor sanki. Başı dik; ama omuzları çöküyor yavaş yavaş. Görünmeyen eller ona kainatın yüklerini sırtlamış gibi. Direnmiş gibi. Yorulmuş gibi. Yenilmiş gibi; ama yine de vazgeçmemiş gibi. 


Ortalıkta ikimizden başka hiç kimse, hiçbir şey kalmadı. Benim varlığımın farkında bile olmadığına kalıbımı basarım. O kendi yenilgisinden bir zafer çıkarmanın derdinde. Bana neden sadece savaşmış ve yenilmiş olmayı çağrıştırdığını anlamıyorum.


Bütün hayatını böyle geçirmiş mesela. Aceleci ellerin, ayakların, dudakların içinde kendine küçük bir yer yapmaya çalışarak ve hep itilerek hı? Ben de çok ıslanıyorum bu arada; ama benim için sorun değil. Alışkınım.


Tanrı'm ne kadar küçülüp azaldı. Burayı küçülüp azalmak için seçmiş olabilir mi? Tamamen silinmek için? Zayıf düştükçe daha güçlü görünüyor ya buna ne demeli? Beklemekten başka bir şey yaptığını görmemiştim; şimdiyse olduğu yerde ayaklarının kapladığı alanın çemberini taşırmadan kıvrıldı. Anne karnında bir cenine ne kadar da benziyor. Küçük, ıslak, savunmasız... 


- Hey sen yenildin! Sana diyorum yenildin sen! Vazgeç artık! Baksana ortalıkta kimse kalmadı. Sucuk gibi oldun kalkıp saklanacak bir yer bulsana kendine hey!


Cık. Beni duymuyor. Aslında, beni DE duymuyor.


Kıpırdayamıyorum ben; çünkü bir elektrik direğinin yerinden kıpırdadığı görülmüş şey değildir. Elimden geleni yaptım. Ona üzüldüm. Ona seslendim. Onu uyarmak istedim. Başka ne yapabilirim ki...


Uyudu mu? Öldü mü yoksa? Hançer gibi üstüne saplanan yağmur damlaları bile irkilmesine neden olmadığına göre, öldü. Ama, neden ölsün ki? Neden şehrin en kalabalık en çirkin ve şimdi en ıslak meydanında sessiz sedasız ölmek istesin ki? Yoksa zaten ölü müydü? Evet evet. Zaten ölüydü. Bu bize neden saatlerdir yerinden kıpırdamadığını, kıpırdasa bile olduğu yere dönüp oraya çivilendiğini ve neden yağmurdan etkilenmediğini anlatır.


Anlatır mı? Sanmıyorum. 


Neyin acısını kanırtmak bu? Neyin öfkesini çaresiz bir elektrik direğinden çıkarmak? Neden tam karşıma geçerek bir direk gibi yok olmayı beklemek? Hangi insan suçunun cezasını kesmek bana...


Yarın yeniden, işgalci ayaklarla kuşatıldığında dünyanın bütün meydanları, taşlar piramidi bir basamak daha fethettiğinde gökyüzünü, kuşlar daha bir ümitsiz çığlık yarıştırdığında kırıntılar uğruna

ve direnmiş, yenilmiş; ama vazgeçmemiş gölgeler bir sağa bir sola iteklenerek yokluğa bırakıldığında...

Yine ben yine çaresizce burada mı olacağım? Ben yine insan birikintilerinin omuz atarak yanından geçip gittiği ağır yüklerin altında güçlene güçlene eriyenleri mi seyredeceğim?


Bu ne adi haksızlık... Ne ucuz bir senaryo...



12 yorum:

  1. Her yazdığın insana nasıl dokunabiliyor,hayret ediyorum:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dokunabilmesi okuyanın hissi gelişimine bağlı biraz :) Yani yazılanın okuyucu tarafından hissedilmesi, onun ruhuna bağlı. Hisleri gelişmiş bir insansın demek ki:) Çok teşekkür ederim sevgili Ivır Zıvırcı.

      Sil
  2. Ben tahmin ettim öldüğünü:)Ama herkes onu görmezden geldiği için ölmüş doğru mu canım?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle doğru :) Görmezden gelmeyi de somut olarak değil soyut olarak düşündük mü, tamamdır...

      Sil
  3. Bana da pek çok şey çağrıştırdı O...
    Birilerinin yerine koydum,olmadı. Öfkeydi belki. Belki de çaresizliğin vücut bulmuş haliydi.
    Kör ve sağır olmuş bir imgeydi belki. Ya da bir hiç'ti...
    Kimdi, neydi?

    Kalemine sağlık sevgili Kalemder.
    Harikaydı...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hayallerimdeki okuyucu profilisiniz ya harikasınız. O kadar güzel özümseyip yorumlamışsınız ki yazdığım öykünün tadına vardım... Teşekkür ediyorum.

      Sil
  4. Güçlene güçlene erimek ama yok olmamak değil mi ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kendi deyişinizle "iflah olmaz bir iyimsersiniz." :)) Bu yüzden de ucu açık bırakılan sonu çok güzel, çok doğru getirdiniz. Tabii ki yok olmamak. Hatta sırf, erirken bile bütün o insanlardan ve her şeyden daha dirayetli, daha güçlü olduğunu göstermek için orada dikilmek, oraya yıkılmak...

      Sil
  5. O ne kahramanca bir yok oluş ne kadar asil bir duruş ........... kalemine sağlik ne kadar güzel imgeli anlatış her yazın başka özel tebrikler......

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok sadık, çok özel bir okuyucu ve takipçisin :) Beğendiğine çok sevindim, teşekkür ederim.

      Sil
  6. Canımm öykünü okuyacaktım, baktım ki öncekini kaçırmışım. Şimdi biraz uyuyayım :))):) Hepsini birden okumak için tekrar geleceğim :)

    Sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne kadar incesiniz :) Ne zaman isterseniz tabii ki buyurun gelin. Sizi ağırlamaktan, görüşlerinizi okumaktan her zaman keyif alıyorum. Sevgilerimle.

      Sil

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *