4 Oca 2017

DÜŞKIRAN-27

                                                  DEMEK BÖYLE OLUYOR



Birkaç gün savaştı. Gerçekten savaştı. Akşamları çıkmadı. Arayıp bir yerlere çağıran arkadaşlarına bahaneler uydurdu. Bu sırada okul işlemlerimi tamamlamış, derslere gitmeye başlamıştım. Ve ona inanmıştım.
Sonra bir gece elinde içki şişeleriyle geldi. "Madem dışarıda içmeye izin yok, evde içebileceğimi düşündüm." dedi. Onunla deneyimlerim hayır dememem gerektiğini söylüyordu. Hayır demedim. Bir şey demedim.
Beni içmeye zorlamıyordu; ama içkiyi, dahası farkında bile olmadığı bağımlılığını normal karşılamaya zorluyordu. Bu belki de içmekten daha kötüydü.
İkimizi yalnız bırakmadan bu evliliğin neye benzeyeceğinin anlaşılamayacağını nihayet görebilen annesiyle babası, memlekete dönmek üzere yola çıktılar. Ayrılmalarından bir süre sonra kaza haberlerini aldık. Medet ciddi bir durum olmadığını; ama yine de yanlarında bulunmak istediğini söyledi. Ben okul nedeniyle evde kaldım.
Medet'i uğurladıktan sonra bir süre dinlendim. Sessizliğin ve yalnızlığın koynuna bıraktım kendimi. İlk defa görüyormuşum gibi gezindim odalarda. Aidiyet hissetmiyordum hala. Hissedemiyordum. Burası benim evim diyemiyordum. Her eşya, her duvar öyle olmadığı gerçeğini haykırıyordu yüzüme.
Sonra yazmak istedim. Yazarken Medet'i buluyordum karşımda, ilk günkü gibi. Kalemlerim neredeydi hay Allah. Hala bir düzenim yoktu, bir yerim yoktu, bir izim bir işaretim yoktu. Hala her yere biraz dağılmıştım yani yoktum.
Salondaki çekmeceleri karıştırmaya koyuldum. Burası mabet gibiydi. Bir tablo gibi döşenmişti. Seyirlikti adeta, yaşamak için değil. Biraz da bu mabedin o an tek hakimi olmanın heyecanıyla arıyordum. Kalem buldum; ama durmadım. Kendimi sonradan eklenmiş bir parça gibi hissetmekten kurtulmam gerekiyordu. Evin evim olabilmesi için onu karıştırmam ve ona karışmam gerekiyordu. 
Dolaplara geçtim. Karşıma çıkan her şeyi tek tek inceliyordum, yeni doğan merakıyla. 
Bir kapağın arkasında, birkaç parça eşyanın ortasında bir deste kağıt buldum. Biraz okuyunca bunların Medet'in yazdığı şiirler olduğunu anladım. Bana hiç bahsetmediği şiirler... Kağıtlar elimi yaktı. Bıraktım.
Karıştırmaya devam ettim. Ne aradığımı bilmiyordum. Aramadığım o şeyi bulmuştum; ama ondan korkuyordum. Devam etmekten başka seçeneğim yoktu.
Başka bir dolap ağzına kadar içki şişeleriyle doluydu. Adını sanını bilmediğim, boy boy içkiler... Ümitsizce kaçmaya çalışırken bir dolap dolusu içkiyle aynı evde olduğumu bilmiyordum tabii ki. 
İçki şişeleri beni serseme çevirmişti. Duygularım boşalmış, bu eve geldiğim günden beri içime attığım her şey bir anda gün yüzüne çıkmıştı. Önce hepsini kırmayı düşündüm, sonra hepsini lavaboya döküp boş şişeleri yerine koymayı. Sonra götürüp bir büfeye satmayı. Apartmanın önüne dizmeyi, komşuların kapısına bırakmayı, balkondan caddeye savurmayı... Hiçbirini yapamadım.
Az önce kenara koyduğum şiirlere yöneldim sonra. Bir yandan okumak için kavruluyordum öte yandan kendimi tutmaya çalışıyordum. Medet benim değildi. Benimdi; ama değildi. Medet o şişelerindi. O içkilerin, sarhoş gecelerin, sarhoş arkadaşların, belirsizliklerin, yalnızlıkların, kavgaların, ayazın, şiirin, her şeyin ama benim değil.
Okumaya koyuldum. Okudukça kıskançlık duygusunun nasıl bir şey olduğunu iliğime kemiğime kadar duymaya başladım. Her satırıyla, her şiiriyle yüreğime saplanıyordu bir daha. Sayfaların üstündeki tarihler benden çok öncesini işaret etse de böyle güzel, böyle sahici cümleleri kurduğu o sevgiliyi ya da sevgilileri kıskanıyordum. Tutkusunu, sevgisini, özlemini kıskanıyordum. Okudukça trafik kazası geçiren ailesinin yanına değil, bir sevgiliye gitmiş gibi gelmeye başladı. Düşüncemin saçmasapanlığının farkında olmama rağmen bunun bir saplantıya dönüşmesinin önüne geçemedim. Bu adam o adam mıydı? Bu adam o adamsa ona ne olmuştu? Kim yapmıştı bunu, nasıl yapmıştı? Bu adamı yapan kadın nasıl bu kadar çok, nasıl bu kadar gerçek, nasıl bu kadar güzel sevilmişti? Onun yüzünden mi içmeye başlamıştı Medet? Onun yüzünden mi dünyanın en güzel adamı olabilecekken bir tutsağa dönüşmüştü? Onun yüzünden mi avuçlarımın içinde tutuyor; ama sahip olamıyordum bir türlü?
Sevildiğimi, seçildiğimi unutmuş; hayali bir kadınla savaşmaya koyulmuştum. Alamayacaktı. Ne o kadın ne de o pis içki şişeleri alabilirdi onu benden. Yel değirmenleriyle dövüşüyordum...
Arasa mıydım? Ne diyecektim ki. Nasıl diyecektim. Seni seviyorum, kaybetmek istemiyorum, ne olur kendini kaybetme mi diyecektim. Eski aşklarına yazdığın şiirleri okudum, yandım, bana daha güzellerini yaz mı diyecektim... Evdeki hazineni buldum; ama bir şey gelmedi elimden mi diyecektim... Gülerdi. Eğlenirdi. Evliyiz biz güzelim unuttun mu derdi. Seninim derdi... Ben de inanırdım... Yine.
İçimde fırtınalar kopuyordu. Niye gittin diye kızıyordum. Aslında niye sevdin... Niye yazdın bu şiirleri, niye içtin, niye içiyorsun niye içiyorsun niye içiyorsun...
İçki şişelerinin olduğu dolaba baktım. "Niye içiyorsun!" dedim bir soru sormaktan çok bir öfkeyi dışa vurarak. Şuursuzca yürüdüm. En büyük görünen şişeyi aldım. Ne olduğunu bilmiyordum, ama içildiğini biliyordum. Bunu bilmek yeterdi zaten.
Beceriksizce açmaya çalıştığım mantar, şişenin içine düştü. Güldüm. Şimdi sıra afili bir kadeh bulmaktaydı. Mutfağa gidip en güzellerinden bir tane aldım. Bir şeyler beni durdurabilirdi; ama istemiyordum. Kadehi içkiyle doldurup yeniden şiirleri aldım elime. Okudum. Okudum okudum... İçmeye başladım.
İlk defa içiyordum. Ve tadını sevmemiştim. Hepsi üç aşağı beş yukarı böyledir diye düşündüm. Ama, önemi yoktu. Sevdiğimden değil sevmediğimden içiyordum nasılsa.
"Ne varmış bakalım şunda vazgeçilemeyen!" deyip içtim. "Nasıl da güzel yazmışsın, ne kadar çok sevmişsin..." deyip içtim. "Neden gittin, beni nasıl bıraktın..." deyip içtim. Ağladım içtim. Güldüm içtim. Sonra yine ağladım ve yine içtim.
Telefonum çaldığında ne kadar sarhoş olduğumun farkında olarak, sarhoştum. Telefonun çaldığını duyuyor, onu görüyor, açmam gerektiğini biliyor; ama gidemiyordum. Susmadı. Israrla, defalarca çalınca neredeyse sürünerek gidip telefonu açtım. Medet'ti. Çocuklar gibi sevinmiştim. 
- Sarmaşık öldüm meraktan neredesin!
- Buradayım.
Şaşkınlığını sessizliğinden anladım.
- İyi misin sen? Ne yapıyorsun?
Her şeyin farkındaydım; ama kendimi kontrol edemiyordum. Sanki gerçek beni bir yere bağlamışlar, ben olmayan başka birini de ortaya salmışlardı. Ben olmayan o kişiyi görüyor, ama ona müdahale edemiyordum.
- Demek böyle oluyor.... dedim.
- İçki mi içtin sen? Ne kadar içtin? Ne yaptın sen ne yaptın... Dur kızkardeşimi arayacağım sakın kıpırdama yerinden.
Telaşlanmıştı. Naabeeerrrr dedim içimden. Seni düşünmüyor işte dedim geçmişteki sevgiliye. Sizi de düşünmüyor dedim içki şişelerine. Beni düşünüyor...
- Sarmaşık, güzelim kapı kilitli değil mi? İçeriden sürgülü. Bak birazdan Suna gelecek. Anahtarı var. Senden çok dikkatli bir şekilde gidip sürgüyü açmanı istiyorum.
- Demek böyle oluyor, dedim yine zorla. Söylemek istediğim çok şey vardı; ama konuşamıyordum.
- Beni anladın mı? diye bağırdı.
Ben sadece bir kez içmiştim ve deliye dönmüştü. O ise her gece içiyordu, içecekti... 
Onu anlamıştım. Telefonu kapattım. Kapı ne taraftaydı? Hımm önce salondan çıkmam gerekiyordu. Ayağa kalkamıyordum ki! Başım atlıkarınca gibi dönüyordu kalkmaya yeltenirken. O zaman kalkmasam iyi olurdu.
Öyle ne kadar kaldım bilmiyorum. Kapı şiddetle vurulmaya başladı. Suna gelmişti. "Sarmaşık! Sarmaşık! Sürgüyü aç! Hadi gayret, gelip sürgüyü açman lazım!" diye bağırıyordu. Açmak istiyordum istemesine; ama nasıl? Bir an önce özgürleşmek, kendi hakimiyetimi ele almak, ayılmak istiyordum ama nasıl? Sürgüyü açmaktan başka yolu yoktu bunun.
Zorla ve neredeyse sürünerek gittim. Kapının kolundan destek alarak sürgüye ulaşıp açtım. Ve o anda kendi üzerimdeki az da olsa, var olan kontrolümü tamamen kaybettim...
Ertesi gün öğleden sonra korkunç bir baş ağrısıyla uyandım. Yanımda Medet vardı. Sarıldı bana. "Ne yaptın deli kız, ne vardı bu kadar içecek?" dedi. Gücüm olsa hepsini anlatırdım; ama yoktu. Sadece sarıldım.
Apartmanın önüne kusmuşum. Hıçkıra hıçkıra ağlamışım. Medet beni niye bıraktı, niye gitti diye bağırmışım... Suna kızmış. Keyfinden gitmedi ya, annem babam kaza yaptı ondan gitti demiş beni arabaya götürürlerken. Bunları hatırlasaydım, duysaydım, hepsini anlatırdım. Eski bir aşka gitti o derdim. Ya da içmeye gitti arkadaşlarıyla. Bir tek temiz bir sayfaya gidemedi...
Medet benimle günlerce eğlendi. İçmek istiyorum deseydin ya birlikte içerdik diyordu. 
İçmeye kıyamadıkları yıllanmış bir şişe sek şarabı içmişim. 
- Ben bile o şişeyi öyle deviremezdim, deyip kahkahalara boğuluyordu. Bense eğlenmiyordum.
O gece kendimle yaşadıklarımı anlatmaya cesaretim olsaydı eğer, o da eğlenemezdi.
Bizi neyin beklediğini bilebilseydi, eğlenemezdi...

(sürecek)




12 yorum:

  1. Kahvemi içerken okudum roman tadında cümlelerini. Kendimi sarmaşığın yerine koydum o bendim artık. Kıskançlığını öfkesini her şeyi yaşadım. Uzun bir yazı ama inanki nasıl bir anda bittiğine şaşırdım kaldım. Harika bir anlatıcısın sen, kalemine yüreğine sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kahve eşliğinde okunduysam tamamdır :) İltifat olarak kabul ediyorum, çok teşekkür ederim :)

      Sil
  2. E o da insan sonuçta nerde patlayacağını merak etmeye başlamıştım. Normalde hiç yapmayacağı şeyi yaparak içindekileri atmış. iyi mi yapmış bilmem ama böyle bişey kaçınılmazdı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İyi yapmamış tabii; ama bence de kaçınılmazdı...

      Sil
  3. Merhabalar...Derya'nın Spor Günlüğü'nün,Blogger Takipleşme Topluluğundan geldim sayfanıza.G+ ekledim.Ben de http://yesimlehertelden.blogspot.com.tr/ sayfama beklerim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba hoş geldiniz. Ben de sizi arkadaş çevreme ekledim, görüşmek üzere.

      Sil
  4. Anlatım gerçekten çok iyi. Kendini ait hissetmek istediği evde, kendine ait olmasını istediği adam için yel değirmenleriyle savaşan bir kadın. Diğer bölümleri merakla bekliyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğendiğine sevindim sevgili deryada damla :) Teşekkür ederim.

      Sil
  5. Çok uzun. Durumum yoktu okuyamadım :)

    YanıtlaSil
  6. İçimizden bir insan çokça yaşadım anlattıklarını. Yaşayan anlar hikayeleri, sonuçta içki yaşayanların ve yarım kalanların günlüğü olmuştur. Ruhum yalnızlığı bir kez daha hissetti, en derin düşüncelerde

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Daha çok yarım kalanların dediğin gibi... Kimsenin yaşamasını istemeyeceğimiz türden bir yalnızlık, bilirsin. Sevgiler :)

      Sil

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *