22 Ağu 2016

DÜŞKIRAN-20

                                                                   YOKUŞ AŞAĞI



Otobüs yolculuklarını severdim oysa ben. Hele bir de yağmur yağıyorsa, kulağıma en sevdiğim şarkılar dökülüyorsa bir bir, bitmesin isterdim o yol. Gel gör ki, ne gidişlerim ne dönüşlerim aydınlığa çıkarıyordu beni. Önce yoldan, sonra yolculuktan, sonra bu ikisine dair her şeyden nefret ettim.
İnsanları görmüştüm bir kere. Evleri, anneleri, babaları, kardeşleri, arkadaşları... Olması gerekenlerin olanlardan ne denli farklı olduğunu anlamıştım artık. Gitmek gün be gün dayanılmaz bir külfete dönüşüyordu. Dönmek de öyle. Ben gittiğim yere de, döndüğüm yere de ait değildim. Ben ikisinin arasında, arafa benzer bir yerde sıkışıp kalmıştım.
Evimde bitki gibi hissediyordum kendimi. Şu da şurda büyüyüversin işte demişlerdi sanki. Herkesin öz yaşam kavgasının bir köşesinde; yine de hiçbir yerdeydim. Ne söylesem eksik ya da yanlış oluyordu. Ne yapsam yaranamıyordum. Üç odalı bir evin her köşesinde en az bir kez kayboluyor, kimse beni arayıp sormayınca da süt dökmüş kedi gibi, kuyruğumu kıstırıp çıkıyordum ortaya.
İyi insanlardı onlar. Her şeyi bilirlerdi, her şeyi kusursuz yaparlardı. Herkes çok severdi onları, ben de severdim. Umutsuzca sevilmeyi, daha doğrusu sevildiğime dair ufacık da olsa bir iz görmeyi beklerdim. Tüm duygular öfkeye, öfke nefrete dönüşürdü sonra. Sevgi sandığım her şey.
Medet'in teklifine bir can simidine sarılır gibi sarılmıştım. Ne zaman "Başka koşullar altında olsaydım..." diye bir ses duysam içimden, susturuyordum onu. Başka koşullar altında değildim işte. Bu koşullar altındaydım.
Yüzüme ne kadar masraflı olduğumun haykırılmasından bıkmıştım. Nasılsın, alışabildin mi, ne hissediyorsun diye sorulmadan her şey fazlasıyla yolundaymış da yolundakileri rayından ben çıkarıyormuşum gibi muamele görmekten bıkmıştım. En güzel çağımda yorgun bir ihtiyar gibi hissetmekten ve bunu kimseye anlatamamaktan bıkmıştım. Rüzgarda savrulan bir yaprağa benzemekten, aidiyetsizliğimden, sırtımda kambur yüzümde habis bir leke gibi taşıdığım hüznümden bıkmıştım. Sevgisizlikten bıkmıştım en çok...
Konuyu önce anneme açmaya karar verdim. Annemin babama göre daha anlayışlı olacağını biliyordum. Yanılmamıştım. Annem beni dinledi. Yüzünden ve tavırlarından, uzak bir şehirde tek başıma olacağıma bir hayat arkadaşıyla olmamın daha iyi olacağını düşündüğünü okudum. Annem ne kadar yalnız olduğumu, beni belki isteyerek belki istemeyerek ne kadar yalnız bıraktıklarını biliyordu...
O, babamla konuşmak için eve girdiğinde; biraz sonra hayatımın çok dik bir yokuştan aşağı nasıl hızla kaymaya başlayacağını bilemedim elbette.
Az sonra döndü. "Baban seni çağırıyor." dedi. Hayatın adil davranmadığı kadınlardan yalnızca biriydi annem. 9 çocuk, yorgunlukla geçen bir hayat, öfkeli, küfürbaz bir koca... Onun babam tarafından hırpalandığı sabahları hatırlıyordum yüzüne her baktığımda. Hatırlıyorum diyemiyordum ve kapatmaya çalışıyordum bir kez daha derin derin açılan yaralarımı. Çocukların en olmadık şeyleri nasıl da unutamadığını öğretmişti bana o sabahlar. Kardeşlerim de benim kadar yaralanıyor muydu hep merak etmiştim. Görünüşe göre onlar unutmuştu bile. Unutabilmişlerdi.
- Çok kızdı mı? diye sordum korkuyla.
- Yok kızım, ne var korkacak? O senin baban. Konuşmak için çağırıyor.
Böyleydim ben işte. Her şeye inanırdım. Beni on defa bıçaklayıp on birincide yanıma yaklaşıp "Pişmanım özür dilerim. Bir daha olmayacak." deseniz, on ikinci bıçaklanmaya dek o yalanla mutlu olurdum. Bu yüzden, babamın benimle gerçekten "konuşacağına" inanarak içeri gittim.
- Gel kızım. Otur karşıma.
Oturdum.
- Annen bir şeyler söyledi, evlenmeye karar vermişsin? Doğru mu?
Aslında iyi başlamıştı. Bağırmıyor, normal bir şekilde konuşuyor, anlayışlı görünüyordu. 
 - Evet baba, dedim fısıldarcasına.
- Kim bu çocuk? Nasıl tanıştınız? 
Medet'i, tanışmamızı, arkadaşlığımızı anlatsam öfkeden gözü döneceğine emindim. Yalan söylemek zorundaydım. Beni yalan söylemeye mecbur bıraktığı, öz babamla korkmadan, çekinmeden, rahatlıkla konuşamadığım için bir kez daha kızdım ona. 
- Durakta tanıştık. Arkadaş olduk. Niyetinin ciddi olduğunu söyleyince konuştuk, dedim.
- Ne kadar zamandır görüşüyorsunuz?
- Çok yeni. 
Onu tanıyalı ve seveli 7 ay olmuştu.
Tedirgin edici bir sessizlik kuşattı ortalığı. Öfke onu ele geçirmeye başlamıştı. İnandığım her şey gibi, bu da yıkılıyordu. Beni konuşmak için çağırmamıştı. En azından benim konuşmam için...
- Durakta tanıştın hemen evlenmeye mi karar verdin? Biz seni okumaya mı yolladık koca bulmaya mı?
- ...
- Yüzüme bak yüzüme.
Yüzüne baktım. Yüzünde öfke kırmızısı vardı.
- Cevap versene kızım? Biz seni koca bulmaya mı yolladık?
Bu dili sevmiyordum ben. Daha baştan sevgisiz, yaralayıcı, gardını aldırıcı bir dildi bu. Uzlaşmak için değil savaşmak içindi.
- Yok kızım evlenemezsin, izin vermiyorum. Okulunu bitir, işini gücünü eline al sonra ne bok yersen ye.
Evlilik ya da sadece sevmek neden "bok yemek" oluyordu? Ben başka biriydim. Konuşabilmek isteyen, anlamaya anlatmaya açık, sevgiye saygı duyan... Ama, doğduğumdan beri yaşadıklarım ve şahit olduklarım içimdeki o insanı bastırmış, sindirmiş; yerine o evdeki herkesin mükemmel bir kopyasını bırakmıştı.
- Ben kararımı verdim, dedim ayağa kalkarak. Gözlerinin içine içine bakıyordum.
Bakışlarımda ne gördü bilmiyorum; ama bu onu çılgına çevirdi. Vadettiği konuşma bu kadardı. Onun isteğine evet desem tatlıya bağlanacaktı; ama kendi kararımı bildirince "konuşmamız" noktalandı. 
Babam müthiş bir öfkeyle bana doğru yürüdü ve o güne dek vurmadığı kadar sert bir tokat attı. Yere yığıldım. Bu tokatlara bedenim alışmıştı; ama ruhum şiddetle isyan ediyordu. Canımın acısı da ruhumun acısından ileri geliyordu.
- Seni orospuluğa mı yolladık oraya? Erkek bulmaya mı yolladık? Okumaya niyetin yoksa gel evinde otur. Kaç kişi istedi okuyor dedik, küçük daha dedik. Meğer oralarda ne haltlar yiyormuş hanımefendi...
Hiçbir halt yediğim yoktu. Hayata tutunmaya çalışmaktan başka.
Babam öfkeyle küfürler savurmaya başladığında onu hiçbir şey susturamazdı. Bu yüzden yeltenmedim bile. Düştüğüm yerde ağlıyordum.
- Dünyanın parasını gönderiyoruz sana her ay! Erkeklerle gezip toz diye mi? Baba kitap lazım baba defter lazım o lazım bu lazım! Sokaklarda sürtüyormuş haberimiz yokmuş. Evlilik mevlilik yok! Ya adam gibi okulunu okursun ya da gelirsin evinde namusunla edebinle oturursun.
Namusumu edebimi sorgulamayı gerektirecek ne olmuştu şimdi? Ne namussuzluk etmiştim?
- Namusumla edebimle okuyorum zaten. Okuyacağım da. Dünyanın parası dediğin de hiçbir şeye yetmiyor. Ne okula ne kitaba ne yaşamaya! İzin versen de vermesen de evleneceğim ben, kararım kesin.
Annemin odaya koşup ona engel olmasıyla, muazzam bir dayak yemekten kurtulacak fırsatı bulmuştum. Şimşek hızıyla odadan çıktım. İçeride en kuytu bulduğum köşeye saklanıp adıma savrulan küfürleri dinlemeye koyuldum. Yanağım fena sızlıyordu...
Bildik, alıştık küfürler savuruyordu. Üzülüyordum üzülmesine; ama bunlardan kurtulmak istiyordum zaten. Başka çarem yoktu. Derken o cümleyi işittim:
- Sen tadını almışsın belli! Tadını almışsın sen duramıyorsun!
Neyi kastettiğini bilecek yaşta ve bundan fazlasıyla acı duyacak kadar masumdum. Söylediği hiçbir söz, ettiği hiçbir küfür bunun kadar incitmemişti beni. Kaybolmak belki de ölmek üzereydim; ama beni dinlemek, bana yardım etmek bir yana; sırtıma hançer üstüne hançer saplıyordu. Hayır "tadını almamıştım." Bir baba nasıl olur da kızına bunu söyleyebilirdi? Dahası iki insanın birlikteliği neden bu kadar iğrenç bir tabirle ifade edilirdi? Ağlamaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Bir şey söylesem, az önce son anda kurtulduğum o dayağı yiyecektim kaçışsız. Bir şey söylemedim ve bir şeyler söylemek için çırpındığım; fakat bir sebeple söyleyemediğim her zaman olduğu gibi kelimelerim sivri taşlara dönüşüp içime saplandılar. İçimde söylenmemiş şeylerden oluşan bir krallık yükseliyordu. Yazık ki ben o krallığın hükümdarı değildim... Soytarısından halliceydim... Bazen o bile değil...
Artık dönüşü yoktu. Ok yaydan çıkmıştı. Yaydan çıkan her ok, hedef ne olursa olsun dönüp beni buluyordu ve yine beni bulacaktı. Biliyordum. 

(sürecek)

14 yorum:

  1. Söz Sanatı !
    Okurken yazının büyüsüne kapıldım. Gerçekten isminin hakkını verdiğine inandım. O kadar büyüleyici bir kaleme sahipsin ki kızla birlikte bende o odada, o babadan tokat yiyordum sanki.
    Harika bir yazı, harika bir kalem. Ama merak ettiğim bir şey oldu yazıyı okuduktan sonra.
    Sevdiğin, etkilendiğin, mutlaka oku dediğin bir kitap var mı bana önerebileceğin?
    Okumaktan keyif alacağıma eminim.
    Sevgilerimle...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öncelikle güzel sözlerin için çok teşekkür ederim :) Beğeni yorumları beni cesaretlendiriyor ve teşvik ediyor. Kitap konusuna gelince, yorumunu okuduktan sonra kitaplığıma bakındım biraz. Hepsini neredeyse aynı ölçüde sevdiğimi anladım. Nasıl derler? Hepsi benim bebeğim gibi :) Ama, okumuş olma olasılığına rağmen Uğultulu Tepeler deyince içimde başka bir yeri olduğundan onu önerebilirim. İnsan mutlaka bir kitap okumalıysa, Uğultulu Tepeler'i okumalı bence. O kitabı okurken boyut değiştirmiştim. Dünyayla bağım kopmuştu ve bittiğine şiddetle üzüldüğüm tek kitaptı. Dediğim gibi, klasik olduğu için okumuş olma ihtimalin yüksek; ama eğer okumadıysan ve benim önerimle okuyacaksan gurur duyarım :) Sevgilerimle.

      Sil
  2. Harika bir anlatım. Her okuduğum cümlede bir sonrakini beklemeye başladım merak içerisinde... Takipteyim sevgilerimle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim sevgili Rana :) Sevgilerimle.

      Sil
  3. Aile konusu bende hassastır belkide bu yüzden çok etkilendim. Dilin yine muhteşem hem sürükleyici hem edebi yazıyorsun, tebrik ederim. Takipteyim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aile, insanın hayatının temeli gibi bir şey. Sağlamsa sağlam, değilse değil... Beğendiğine çok sevindim, teşekkür ederim.

      Sil
  4. Saliha Butakın23 Ağustos 2016 00:12

    Bazen gerçekten de herkesin anne baba olmasına izin verilmemesi gerektiğini düşünüyorum.insan yetiştirmek helede kız çocuğu büyütmek o kadar zor v meşakkatli bir iş ki her babayiğidin harcı değil.Yani bi şekilde büyütürsün ama içi beni dışı seni yakar hesabı olur.Yaralı mutsuz çocuklar büyüteceğine anne baba olma daha iyi bence. bir solukta okudum kalemine sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bunu zaman zaman ben de düşünüyorum. İnsanlar iyi, mutlu insanlar yetiştirmek yerine kendi dünya görüşlerinin minik birer kopyasını bırakıyor ortamıza. Kötülüğün ve mutsuzluğun ardı arkası kesilmiyor sonra tabii... Teşekkür ederim, sevgiler.

      Sil
  5. Anlatım ve edebi kısımları geçiyorum çünkü SÖZ SANATI :)yazı dizisine gelince o kadar samimi ve içten ki insanın ruhuna işliyor.Her cümle diğerini merakla kovalatıyor. Aile ve Sarmaşık'a gelince yazacak o kadar çok şey var ki ayrı bir olay roman olur.Ben Sarmaşık'ın farkındalığına ve çok zeki oluşuna takıldım.Sıradan biri olsa çevreyi bu kadar güzel analiz etmese umursamazsa sanki daha mutlu olurdu."İnsanları görmüştüm bir kere. Evleri, anneleri, babaları, kardeşleri, arkadaşları... Olması gerekenlerin olanlardan ne denli farklı olduğunu anlamıştım artık."Bu cümle beni çok derinden yaraladı kalemine sağlık çok güzel yazıyorsun :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O kadarcık farkındalık herkeste vardır gibi geliyor bana; ama "gibi geliyor" yani :) Yoksa sıkıntı tabii... Beğendiğine sevindim, çok teşekkür ederim.

      Sil
  6. Bloğumu ailemle alakalı bi sorundan sonra açtım biliyor musun?şimdilerde her ne kadar baştaki heyecanım kalmasa da... Hani sonda içimde söylenmemiş şeylerden bi krallık yükseliyordu demişsin ya benim içimdede öyle bi krallık yükseliyor. Halbuki başta herşeyi ne hissediyorsam açık açık yazacağıma söz vermiştim.adımı kullanmamama rağmen bu söylediğimi yapamıyorum.Son zamanlarda ülkemizin geçirdiği zor dönemler de olunca yazmayı unutmaya bile başladım malesef.Sen ise çok güçlü ve cesursun kelimelerin cümlelerin bunun en büyük kanıtı.Yazmayı unutsam bile seni okumayı unutmam...Su gibi akan cümlelerinde kendimden çok izler buluyorum çünkü...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Birçok sebebi var yazıyla arana mesafe girmesinin. Bence yazmayı unutma, o sebepleri bul onları unut. Ben elimden geldiğince öyle yapıyorum. Hangi sebepten dolayı yazamamaya başladıysam o sebebe güle güle diyorum, çok iyi oluyor çok da güzel iyi oluyor taam mı :)) Yazmayı da unutma beni de unutma...

      Sil
  7. Bu yazıyı bir kitap halinde elimde tutuyor olsaydm mutlaka bir çok yerinin altını çize çize okuyor olurdum. Mükemmel bir anlatıcısın, yüreğine sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kısmet olursa o da olur inşallah :) Teşekkür ederim.

      Sil

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *